Bindiğim halk otobüsünün şoförü Akbil makinelerinin arızalı olduğu uyarısını yapıyor, yolcunun en yoğun olduğu iş saatinin kapının önünde toplanan kalabalığı öfkeli, tartışarak otobüsten iniyor, her durakta bir karmaşadır gidiyordu. Sonuçta o saatlerde yıllardır görmediğim ölçüde boş bir otobüsle Mecidiyeköy’den Edirnekapı’ya kadar yolculuk yapmış oldum. Şoför sinirli sinirli telefonda konuştuğu birilerine arabayı işten çekmekten söz ediyordu. […]
Bindiğim halk otobüsünün şoförü Akbil makinelerinin arızalı olduğu uyarısını yapıyor, yolcunun en yoğun olduğu iş saatinin kapının önünde toplanan kalabalığı öfkeli, tartışarak otobüsten iniyor, her durakta bir karmaşadır gidiyordu. Sonuçta o saatlerde yıllardır görmediğim ölçüde boş bir otobüsle Mecidiyeköy’den Edirnekapı’ya kadar yolculuk yapmış oldum. Şoför sinirli sinirli telefonda konuştuğu birilerine arabayı işten çekmekten söz ediyordu. Bozulan alt tarafı Akbil makinesiydi. Halk otobüsü olduğu için de insanlar bir seferlik para ödeyip yolculuk yapabilirlerdi. Akbillerinden kayıp da olmayacaktı. Ama binemiyorlar, binmişken geriye iniyorlardı.
Türkçesi işten, okuldan yorgun argın dönüş saatinde, yolcuların çoğunluğu için toplu ödeme ile Akbil alındıktan sonra, nakit para ile bir tek biletin alınmasının yük olduğu bir konuma gelmiştik. Bir bilet parası nakit ödenemediği için, boş otobüsten iniliyor, istif olunacak bir başka otobüsün beklenmesi yeğleniyordu. İçinde yaşadığımız ekonomik krizin boyutlarını bundan daha yalın, çarpıcı anlatabilecek bir sahne olabilir mi?
Son günlerden kimi duyumları da aktarabilirim: Tarihi yarımadanın, Eminönü’nün en popüler dükkânlarının üst üste iflasların ardından indirilmiş kepenkleri, ilgili bakanlar birkaç kişilik olarak tanımlasalar da, televizyon kameralarına yansıyan görüntü ve röportajlardan anlaşıldığı üzere, daha ucuza birkaç kilo pirinç alabilmek için uzun saatleri, uzun kuyruklarda geçirenler, İstanbul’un göbeği Mecidiyeköy-Şişli hattında dükkânların önünde yapılan indirimli satışlarda etiketlerin önemli bir çoğunluğunun on liranın altına inmiş olması. Yarım kilo et, peynir fiyatına bir etek, bluz alabilir hale gelmiş olmamız. Üretimden satışa, kaçıncı kez el değiştirmiş üründe bu büyük fiyat dampinginin ekonomik anlamı, kim bilir kaç kişinin daha işsiz kalacağının habercisi olması…
***
Meslek örgütlerinden kimi rakamlara dönüşmüş verilere gelince; GSYH yüzde 45 artarken, tarımda yüzde 7.3 gerileme yaşanması. Tarımda ithalatın ihracat üstünde rakamlara ulaşması. AKP iktidarlarında, 2002’den 2006’ya buğday ekili alanların 93 milyar dekardan 8 milyar dekara düşmesi. Şeker pancarında aynı yıllar içinde 283 bin hektardan 154 bin hektara inilmesi; AB’de 45 milyar Avro olan desteğin bütçe payı ortalama yüzde 40 iken, Türkiye’de yüzde 2’lere indirilmesi; dekara desteğin bir yıllık gübre zammını ancak karşılar düzeyde kalması; sözde ekonomik getirisi yüksek olduğu için primle desteklenen yağlı tohumlarda, tüm ürünlerin ithal paylarının çok büyük bir hızla artıyor olması, üreticinin yüzde sekseninin yararlanamadığı bir prim sisteminin geçerli kılınması…
Türkiye’de her 50 saniyede bir küçük üreticinin mesleğini terk etmekte olduğu bir noktaya geldiğimizi biliyor musunuz?
Dünya piyasalar krizinde garantili olmasa da göreceli bir düzelme sürecine girildiği haberleri geliyor. Ancak Türkiye’ye yansımaları konusunda kaygılar da sıralanıyor. Dünyada piyasalarda işlerin iyi gitmesi, en etkili olarak da kanlı petrolden gelen büyük paraların dünyaya saçılması sürecinde yansıyan iyileşme, piyasacılar deyimi ile gençleşmenin, bu büyük kriz, yaşanan büzüşmenin ardından yeniden toparlanmada Türkiye’ye de yansımasının koşullarının pek parlak olmadığının altı çiziliyor. İşlerin parlak yürüdüğü dönemlerde piyasalar için önemli olmayan Türkiye’deki cari açıkların artık sık sık ayak bağı olabileceği gerçeği anımsatılıyor.
Doların Türkiye’de değerinin ciddi ölçeklerde altında tutulabilmesi bağlantılı olumsuz etki yapmayan cari açık, bu kez aksine rol oynayacakmış. En kötüsü, geçmişte AKP iktidarlarının çok etkin kullandığı, kamu kaynaklarının yok pahasına satılması ile elde edilen gelirlerle, mirasyedi hovardalıklarla açık kapatmada aynı temponun tuturulabilmesi artık söz konusu olamayacakmış..
***
AKP, Fethullah medyası seferber Anayasa Mahkemesi’nin açtığı kapatma davası, siyasi risk ile ekonomik kriz arasında doğrudan ilişki kurmanın inanılmaz etkin kampanyasını açtılar. Ekonomi ve siyasete ilişkin gelişmeleri içeren her yorum, her haberde kullanılan cümlelerle toplumun beyni yıkanmaya çalışılıyor. Bir insana 40 kez deli denilip inandırılması örneği hesaplar yapılıyor.. AKP iktidarları, Erdoğan hükümetleri icraatları ile insanların yaşamlarında olup bitenler, gerçekler tersyüz edilmeye bakılıyor..
Elbette Başbakan Erdoğan başta tüm siyasi kadroları, yalan dolanla iktidarlarında yarattıkları olumsuzluklar, günahlarından sıyrılmaya çalışıyorlar. Kendilerinin anlamlı hiçbir katkılarından söz edilemeyecek, Türkiye’de büyük kriz arkası dönemsel iyileşme, dünya ekonomisi bağlantılı pembe tabloda başarıyı kendilerine yazdırmak belki kolaydı.. Ancak iki dönem çok güçlü iktidar icraatlarının ardından gelen çok ağır olumsuzlukların hesabını vermemek öyle sanıldığı gibi kolay olamayacaktır..