SSGSS yasasının kamuoyu gündemine gelmesiyle birlikte bu yasayı geri çektirmekte samimi ve mücadelede kararlı olan sendikaların/konfederasyonların zorlaması sonucunda mücadele gibi bir derdi olmayan sendika bürokrasisi tabandan gelecek tepkileri önlemek ve günü kurtarmak için de olsa Emek Platformu çatısı altında bir araya gelmek zorunda kaldılar. Ve 14 Mart‘ta (kelimenin tam anlamı ile emekçilerin gazını almak için) […]
SSGSS yasasının kamuoyu gündemine gelmesiyle birlikte bu yasayı geri çektirmekte samimi ve mücadelede kararlı olan sendikaların/konfederasyonların zorlaması sonucunda mücadele gibi bir derdi olmayan sendika bürokrasisi tabandan gelecek tepkileri önlemek ve günü kurtarmak için de olsa Emek Platformu çatısı altında bir araya gelmek zorunda kaldılar. Ve 14 Mart‘ta (kelimenin tam anlamı ile emekçilerin gazını almak için) 2 saat iş bırakma kararı aldılar.
Bu sendikalardan birçoğunun metropollerin dışında kalan illerde aldıkları bu kararı üyelerine ileterek bu eyleme katılmadıklarını (katılanların ise sendika yönetimi düzeyinde katıldıklarını) unutmamak gerekiyor.
Emek cephesi içerisinde yaşanan bu olumsuzluğa rağmen yapılan eylem sonucunda siyasi iktidarın geri adım attığı ve sendikalarla tekrar görüşmek zorunda kaldığı söylenebilir.
Ama ilk raundu Emek cephesi kazanmış gibi gözükse de aslında kazanan yine sermaye oldu. Çünkü öfkeler kısmen de olsa giderilmiş, sıra masada yapılacak görüşmelere kalmıştı. Kendisi için en zayıf olan sokak mücadelesinde ilk raundu kazanan sermayenin ikinci rauntta kendisi için en kolay, her türlü manevrayı ve medya aracılığı ile her türlü spekülasyonu da yapabileceği alan olan masa başında kazanmaması işten bile değildi ve öyle de oldu.
Görüşmeler sonucunda
• Emekli aylığı bağlanma oranlarının düşürülmesi
• Emekliler milli gelir artış oranının yüzde 100’den değil yüzde 30’undan yararlanacak olması
• Gazeteciler dahil geçmişte fiili hizmet süresinden yararlananların bu haklarından mahrum bırakılması
• Özel hastanelere ve istisnai hizmetlerde ödenecek farklar yine emekçilerin cebinden çıkacak olması bunun en somut göstergesidir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen masa başı görüşmelerinde 9000 iş günü prim yatırma zorunluluğunun 7200 güne düşürülmesi medya aracılığı ile çok büyük bir zafermiş gibi sunuldu. Ama ülke gerçekleri dikkate alındığında bu fiilen zaten hiçbir anlam ifade etmiyordu. Çünkü 7200 günü dolduran yaşı dolduramayınca yine emekli olamayacak 58-60 veya 65 yaşını doldurmayı beklemek zorunda kalacaktı. Ülkemizdeki yaşanan işsizlik nedeniyle (özelliklede özel sektörde) sürekli çalışma imkanı bulunamadığı (bulunsa da sigorta primlerinin düzenli olarak yatırılmadığı) dikkate aldığınızda bunun fiilen imkansız olduğu açıkça gözükmekte. Teorik olarak oynanan oyunlar hayatın gerçekleri ile örtüşmemektedir. Çünkü hayat fiilen yaşanandır. Bunu gizlemek isteyenler yalnızca emekçileri avutmak isteyenlerdir.
Bu gerçeği gören (DİSK, KESK, TTB, TMMOB) kurumlar mücadelenin bitmediğini ve yasanın geri çekilmesi için mücadeleye devam kararı aldılar. Şimdi sıra emekçilerde. Bir yandan geleceklerine sahip çıkmak için mücadele etmek, diğer yandan kendini temsil eden örgütlerin bu davranışlarını görerek onları yeniden değerlendirmek durumundadırlar. Yoksa yalnızca kendi geleceklerine değil çocuklarının geleceklerine de kayıtsız kalmış olacaklardır.
İbrahim ERDOĞAN
Eğitim Sen. Cumhuriyet Üniversitesi Baş temsilcisi
Sivas Eski Şube Başkanı