“Ampullektüel”ler* AB ve AKP’yi taammüden çarpıtıyor- Denizcan Kutlu Radikal Gazetesi ile birlikte ücretsiz olarak verilen aylık “Kriter” isimli “Türkiye-AB İlişkileri Haber Yorum” dergisinin 21’inci Mart ayı sayısının kapağında “Hükümeti Göreve Çağırıyoruz” yazıyor. Kapakta bu yazının hemen altında, üstünde Avrupa Birliği’nin simgesinin olduğu bir gong ve onun da altında kabinenin kimi bakanlarının, hünerli bir karikatüristin elinden […]
“Ampullektüel”ler* AB ve AKP’yi taammüden çarpıtıyor- Denizcan Kutlu
Radikal Gazetesi ile birlikte ücretsiz olarak verilen aylık “Kriter” isimli “Türkiye-AB İlişkileri Haber Yorum” dergisinin 21’inci Mart ayı sayısının kapağında “Hükümeti Göreve Çağırıyoruz” yazıyor. Kapakta bu yazının hemen altında, üstünde Avrupa Birliği’nin simgesinin olduğu bir gong ve onun da altında kabinenin kimi bakanlarının, hünerli bir karikatüristin elinden çıkmış çizimleri… Sayfaları çeviriyor ve kapak konusu da yapılan “Hükümeti Göreve Çağırıyoruz” başlığının arkasındaki sır perdesini aralıyoruz: Pek “radikal”- ve aslında başlı başına sorunlu -başlığın altından AB yanlısı bir bildiri ve imzacılar listesi (1) çıkıyor. Derginin siyasete bakışı itibariyle normal; bildirinin adı, bildiride yazanlar ve imzacılar itibariyle ise son derece anormal bir tablo ortaya çıkıyor.
Toplumsal algıya bakmalı
Başlık, yazılacaklar hakkında bir ipucu vermektedir. Burada adı, içeriği ve imzacıları itibariyle bildirinin tutarsızlığı ve yanlışlarla dolu içeriği bildiriden alıntılarla eleştirilecektir. Mesele, AB’nin sol adına savunulmasında ve en azından toplumda “solcular da AB’yi savunuyor” algısının oluşabilmesi tehlikesinde düğümlenmektedir. Bildiride sol adına herhangi bir vurgu bulunmamakta; ancak imzacıların kimilerinin bilinen “sol” kimlikleri, toplumda bu tür bir yanılgı oluşabilmesi tehlikesini barındırmaktadır.
AKP ve AB’nin gerçek kimliği perdeleniyor
Önce adından başlayalım. Bildiriye imza koyanlardan, en azından kendisini “solcu” tanımlayanlar, mutlaka samimi duygu ve düşüncelerle hareket ederek, böyle bir girişimde bulunmuşlardır. Ancak tablo ortadadır: AKP neo-liberal ve İslamcı bir partidir. Bildiri, dolayısıyla imza atan solcu aydın ve sanatçılar, “AKP’yi göreve çağırarak”, sanki “özgürlük”lerden, “laik demokrasi”den, “sosyal refah”tan yanaymış gibi AKP’nin ve aynı zamanda da AB’nin gerçek kimliğini perdelemiştir. Ayrıca bir “görev” algısı yaratılarak, toplum gözünde AB olmazsa olmaz bir hedefmiş gibi yansıtılmıştır. Bize göre, AKP neo-liberal karakteri gereği göreve çağırılamaz; ancak onunla mücadele edilir. Bu birinci noktadır…
Az önce söylediğimiz gibi, bildirinin içeriği gerçekleri yansıtmamakta; yansıtmadığı oranda da toplumda ve emekçilerde AB yanlısı bir tutum oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Çoğulcu demokrasi, laiklik, özgürlük, “ekonomik istikrar” ve sosyal haklar konusunda AB işaret edilmekte, böylelikle tüm bu başlıklarda Türkiye’de yaşanan tahribatın gerçekte AB süreci ile dolaysız bağlantısı gizlenmiş olmaktadır.
“Türban özgürlüktür” yanılsaması
Bildiride söylenenler, özellikle son dönemde sayıları giderek artan kimi yazar ve “aydın”ların da dillendirdiği biçimiyle, liberal söylem ile son derece uyumludur. Bu noktada savunulan düşünce ile yazılanlar arasında bir uyum bulunmakta; ancak savunulanlar gerçeği yansıtmamaktadır. Öncelikle bildiride, “Özgürlük anlayışınızın sadece türbanla sınırlı olmadığını…kanıtlayacak icraat bekliyoruz” denilerek, türban bir “özgürlük” alanı olarak sunulmaktadır. Ayrıca bunu “belirli hedeflere ulaşmak için bir araç değil, amaç olarak” görün çağrısında bulunularak, tam da AKP’nin istediği bir söylem geliştirilmektedir. Hemen söylemeli, türban bir özgürlük alanı değil; aksine siyasal, toplumsal ve bireysel yaşantının din kuralları ile daha fazla belirleneceği ve bir yönetim biçimi olarak “Ilımlı İslam” modelinin, dolayısıyla emperyalizmin siyasi stratejisinin ürünü olan bir gericileştirme ve piyasalaştırma operasyonunun parçasıdır. Kadını eve hapseden; onun “ikincil” konumunu ve erkek egemen durumu pekiştiren bir araç olan türbanla özgürlüğün bir ilgisi bulunmamaktadır. Konunun erkek egemen boyutu, en net haliyle “türbana özgürlük” bildirisinde ortaya çıkmıştır. 3500 civarı imzadan ancak 160 tanesi kadın akademisyenlere aittir. Bildirinin çağrıcılarından bir akademisyen ise, başından belli sonuçla ilgili olarak, “Büyük bir facia” diyebilmiştir.(2)
AB’yi savunurken, IMF’ye karşı çıkmak olanaksızdır
Bildiride AB, açıktan, hem de “AB üyeliği, Türkiye’de laik demokrasinin, ekonomik ve siyasî istikrarın, sosyal refahın güvencesidir. Böyle olduğu için 50 yıldan beri bir devlet politikası olarak varlığını sürdürmüştür” denilerek savunulmaktadır. Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi 1998 Temmuz ayından bu yana hiçbir sosyal boyutu olmayan neo-liberal bir ekonomik program ile yönetilmektedir. Bu program, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın “Babalar gibi satarım” ifadeleriyle somutlanan, özelleştirme-serbestleştirme ve piyasalaştırma çerçevesine oturmakta, ekonomiyi bir borç çevirme mekanizmasına indirgerken, yüksek faiz-düşük kur temelinde şekillenmektedir. Ayrıca toplumsal sonuçları ortada olan bu program AB tarafından da desteklenmektedir. Dolayısıyla AB’yi savunurken IMF’ye karşı çıkmak ve tam tersi mümkün olamamaktadır. (Konunun ayrıntısını merak edenler iktisatçı Mustafa Sönmez’in “İlerleme Raporu: AB’nin Referansı IMF”(3) başlıklı titiz çalışmasını okuyabilirler.)
Türkiye’de siyasal ve toplumsal yaşantının sermaye lehine dönüşümünün tüm ayakları AB süreci ile dolaysız bağlantılıdır. Sosyal politikayı geliştireceği iddia edilen AB süreci, bunu yapmak bir yana, uygulanmasını salık verdiği politikalarla önce insanları yoksullaştırmakta, sonra da sosyal politikayı “yoksullukla mücadele” stratejilerine indirgemektedir.
Türkiye gerçekliğinden tamamen kopuk bildiri, tarihsel bir yanlışa daha imza atmakta, yukarıda da aktarıldığı gibi, AB üyeliğinin 50 yıllık bir devlet politikası olması üzerinden, “devletin laik demokrasiyi geliştirdiğini, sosyal refahın artırılmasını savunduğunu” iddia edebilmektedir. (Konunun ayrıntısına internette yazılan bir yazının okunulabilirliğinin sınırları nedeniyle girilmeyecektir. Ancak konuyu geniş bir pencereden ele alan yararlı bir çalışma için bkz.(4))
AB sürecinde sosyal refahın daraltılması kuraldır
AB’nin de bir dönüşen ve dönüştüren olarak arkasında olduğu neo-liberal programın uygulanması Türkiye’de laik-katılımcı demokrasi geliştirmemektedir. Tersi doğrudur; geniş toplum kesimlerinin örgütsüzleşmesi, sendikasızlaştırmalar, demokratik kitle örgütlerinin görüşlerinin alınmaması AB sürecinde kural haline gelmektedir. Neo-liberal yeniden yapılanma, bir bütün olarak, demokratik katılım, özgürlükler, vs. gibi düzlemleri dışlamaktadır. TEKEL işçilerinin ayazda tazyikli suya maruz kalmaları ve her yerde polisin saldırısına uğramaları, AB’nin iki temel hedefi olan, “iyi işleyen bir piyasa ekonomisi” ve “katılımcı bir demokrasi”nin oluşturulması bağlamında manidardır. İddia edildiği gibi AB sosyal refahın güvencesi değildir. Türkiye daha fazla dışa bağımlı hale gelmekte, insanlar işsizlik ve yoksulluk kıskacına -tarikatlarla birlikte- her geçen gün daha fazla sokulmaktadır. Bu, sürecin mantığı ve doğasıdır. İşte sol kimlikli imzacılar farkında olarak ya da olmayarak bunları savunmuşlardır. Bu ikinci noktadır.
Peki kimdir bunlar? Muhtemelen okuyucu, internet adresi verilen bildiri imzacılarının listesini görünce, “Bunca tantana bunun için mi” diyecektir. Haklıdır, Asaf Savaş Akat, Mehmet Altan, Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu, Cengiz Çandar, Eser Karakaş, Hadi Uluengin, Cüneyt Ülsever, Baskın Oran gibi isimler zaten bilerek ve isteyerek bu sürece destek olmaktad
ırlar. Onlara bir şey demiyor, hatta tutarlı oldukları için teşekkür bile ediyoruz. Peki ya, Oya Baydar, Aydın Engin, Ayşe Buğra, İpek Çalışlar, Oral Çalışlar, Mete Çubukçu, Hikmet Çetinkaya, Halil Ergün, Meral Okay gibi isimlere ne demeli? Yine haklı olarak, “E, bunların da zaten bir kısmı bu süreçte karşı bir tutum takınmamıştı, hatta süreci savunmuştu” denilebilir. Bu da haklıdır; biz de böyle düşünüyoruz. Ancak dedik ya; mesele, kimin imza atıp atmamasından çok, toplumsal algıda sol kimlikleriyle bilinen kimi sanatçı ve yazarların yaratacağı etkide düğümlenmektedir. Az veya çok; ama öyle… Bu isimleri takip eden, izleyen, yazılarını okuyan bir kesim vardır. Sol kimlikleriyle bilinenler, AB savunusunun emekçiler nezdinde sınırlı kaldığı bir dönemde, AB’yi güzelleyen, yanlışlarla ve yanılsamalarla dolu bir bildiriye imza atmaktadır. Bu da üçüncü noktadır.
Demek ki AB iyi bir yer…
Türkiye’de son dönemde Kürt sorunu, AB, darbe tartışmaları ve “sivil anayasa” bağlamında aslında belirli kesimlerin, AKP’yi bir mücadele öznesi değil, bir diyalog tarafı olarak gören ve temelini, liberal- “demokrasici” bakıştan alan yaklaşımları, “sol” çevrelerde etkisini göstermektedir. Bu kesimlerin kendi iç tutarlılıklarının, en temel konularda ne düşündüklerinin neyi savunduklarının bile belli olmadığı her geçen gün kanıtlanmaktadır. Buna en son örnek, “solun bağımsız sosyalist adayı” olarak öne çıkarılan Baskın Oran’ın paralı üniversite fikrine arka çıkmasıdır. Bunu, Oran üzerinden değil, toplumsal alandaki etkisi üzerinden düşünmek gerekecektir: “Sosyalist aday, paralı eğitimi savundu.” Bu örnekte de, söz konusu durum geçerliliğini koruyacaktır: “Sol kimlikli aydınlar, yazarlar, özgürlükler adına AB’yi işaret etti. Demek ki AB iyi bir yer. AKP göreve çağrıldı. Demek ki AKP’den özgürlükler ve demokrasi konusunda umut var.”
O halde tekrarlayalım; IMF, TÜPRAŞ, ERDEMİR, TELEKOM, PETKİM ve TEKEL’in satılması, GSS, tarımın ve sosyal devletin tasfiyesi, sendikasızlaştırma, piyasalaştırmanın önemli ayaklarından Yerel Yönetimler Yasası, işçilerin kölelik yasası adını taktıkları İş Yasası ve neo-liberal yeniden yapılanma kapsamındaki daha pek çok uygulama ile AB sürecinin bağlantısı dolaysız bir düzlemdedir. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, daha iyi bir yaşam adına hem de sol kimliklerle AB’yi savunmak, isteyerek ya da istemeyerek bunları onaylama konumuna düşmektir; çünkü tüm bunlar aday üyelik sürecinde yapılması gerekenler, üyelik için ön şartlardır. Bildiri ile emekçiler ve toplum açısından hakların birer birer budanması bağlamında bir mücadele odağı olması gereken AB hakkında gerçekler taammüden çarpıtılmıştır. Şimdi herkes, “Bunları savunarak solculuk yapılabilir mi” diye sormalıdır.
*”Ampullektüel” kavramlaştırması, “AKP’yi İstemiyoruz” mitinginde Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerinin taşıdığı pankarttan alınmıştır: http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=28973
1. http://www.kriterdergisi.com/haber.php?sayi=21&id=440
2. http://www.haberinyeri.net/Siyaset/Turbana-ozgurluk-fiyaskosu_11503.html
3. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=14058
4. Sibel Özbudun, Temel Demirer, (2000), Avrupa Birliği ve Sosyalistler, Ütopya Yaıyınevi, Ankara