Irak’ta işgal sonrası 5 yılda mezhep düşmanlıklarından dolayı 2 milyon kişi ülke içinde yer değiştirdi, 2 milyon kişi yurtdışına kaçtı. Artık Bağdat’ta herkes kendi semtine çekildi. Öksüz ve yetimlerin sayısı 4 milyonu buldu. Üniversite öğretim üyeleri, mühendisler, doktorlar, öğretmenler öldürüldü ya da tehdit edilerek ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı. Bu rakamlar ülkenin geleceğinin ne kadar […]
Irak’ta işgal sonrası 5 yılda mezhep düşmanlıklarından dolayı 2 milyon kişi ülke içinde yer değiştirdi, 2 milyon kişi yurtdışına kaçtı. Artık Bağdat’ta herkes kendi semtine çekildi. Öksüz ve yetimlerin sayısı 4 milyonu buldu. Üniversite öğretim üyeleri, mühendisler, doktorlar, öğretmenler öldürüldü ya da tehdit edilerek ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı. Bu rakamlar ülkenin geleceğinin ne kadar karanlık olacağını da gösteriyor; çünkü yetişmiş, entelektüel altyapı yok ediliyor.
Bugün Irak’ta yetişmiş nitelikli nüfustan söz etmek çok zor. 5 yılın sonunda karşımızda geleceği yok olmuş, altyapısı tamamen çökmüş, komşuların bile birbirine düşman olduğu bir ülke var.
Geçen yılın sonunda Şam’daki “Iraklılar mahallesinde” dolaşırken gözü yaşlı Hıristiyan bir kadın çaresizlik içinde evinin elinden nasıl alındını anlatmıştı. Rehin alınan oğlundan hâlâ haber alamadığını söylemişti. Bağdat’ta hali vakti yerinde olan bu kadın Şam’ın gecekondu mahallesinde bir odaya sığınmıştı.
Şam’daki gece kulüplerinde kendi bedenlerini satmak zorunda kalan Iraklı kadınlara rastlanıyordu. İşgalin bedeli her zamanki gibi çocuklar ve kadınlar üzerinden ödeniyor. Zamanında kadınların daha özgür olduğu ülkelerin başında gelen Irak artık kapanmaya zorlanan, açık gezdiği için kaçırılan, tecavüze uğrayan, kuaför salonlarının kapatıldığı bir ülke haline geldi. Firdevs meydanında kadınlar artık “özgürlük” diye gösteri yapamıyor. Çünkü sokağa çıkan herkes besmele ile sokağa çıkıyor; evine dönüp dönmeyeceğini bilmeden.
Dicle nehrinden hâlâ cesetler toplanıyor. İnsanlar rehin alınıp öldürülmekle kalmıyor. Cesetler bile parayla satılıyor. 2007’in ilk aylarında Bağdat’taki hastanelerin morglarında yer yoktu. Böylesi bir manzaradan nasıl sağlıklı, “demokratik, özgür” bir ülke çıkar, sormak gerekiyor.
KÜRTLER EMNİYETTE AMA
Gazetecilik de işgalle birlikte sona erdi Irak’ta. Rakamlar Irak’ın gazeteciler için en tehlikeli ülkelerden biri olduğunu gösteriyor. Yabancı iseniz zaten her zaman öldürülme potansiyeli taşıyorsunuz. İliştirilmiş gazeteciler dışında kimse dışarı çıkamıyor. Yabancılar, Iraklı ve Amerikalı yöneticiler, Irak’ın kaynaklarından pay kapmak için yarışan şirket yöneticileri ve paralı askerlerse Green Zone’da başka bir hayat yaşıyor. Irak savaşının medya literatürüne kazandırdığı “teras gazeteciliği” kavramı özel korumaları, yüksek kuleli evlerin tepelerinden ya da yeşil bölgedeki otellerin terasından yayın yapmak anlamına geliyor. Gazeteciler haber toplamadan sokakları bilmeden haber yapıyor. Bu haberlere ne kadar güvenilir ki?
Irak’ın tek güvenli yeri Kürt bölgesi. Amerikalı asker ve siviller rahatlıkla dolaşabiliyor bu bölgede. Orasının da “kapıları” Araplara kapalı. Arapsanız Erbil ve Süleymaniye’ye giremiyorsunuz. Araplar Erbil girişindeki kontrol noktasında ayrı bir sıraya giriyor, eğer kefiliniz yoksa geri döndürülüyorsunuz. Fiili bir sınır söz konusu. Kürtlerin haritasına katmaya çalıştığı Kerkük ise yeni bir Bağdat olmaya aday; fitili çekilmiş bir bomba görünümünün. Kent varoşlarına yeni bir hayat vaadiyle yığılan Kürt nüfus patlamak üzere, Türkmenler ve Araplar kenti bırakmaya niyetli değil. 2 yıl öncesine göre Kerkük sokaklarında dolaşamanız çok daha zordur. Ve hemen her kesimin provokasyonuna açık bir kent. Ancak görünmeden çalışıp karanlık olmadan kentten ayrılmak zorundasınız. Çünkü herkesin kaçırılmak için bir fiyatı var. Kontrol noktalarındaki maskeli güvenlik görevlilerinin kime ait olduğunu bile bilmiyorsunuz.
İşgalin 5. yılında Irak’ın geleceği hâlâ belirsizliğini koruyor.
Ama yeni nesilleri olumlu bir gelecek beklemiyor. İşgal belki diktatörlüğü yıktı ama ardında da bir enkaz bıraktı. Şimdi bu enkazın kalkması için işgalin de biran önce sona ermesi gerekiyor.
İşgalin ilk günlerinde bu durumun mimarlarından, neoconların babalarından Paul Wolfowitz’e Irak’taki karmaşa ve otorite boşluğu sorulmuştu. Wolfowitz tüm umursamazlığıyla “demokrasi aynı zamanda suç işleme özgürlüğüdür” yanıtını vermişti. 5. yılda da işgalciler suç işlemeye devam ederken, Iraklılar “özgürlükleri”nin bedelini ödüyor.