Benazir Butto , Batı yanlısı laik, demokratik bir liderdi. Şimdi artık bir demokrasi ve özgürlük şehidi. El Kaide tarafından öldürülmeseydi Pakistan’da demokrasiyi restore edecek, radikal İslamı geriletecek, medreseleri yeniden düzenleyecek, Taliban’ın üslerini temizleyecekti … Şu sıralarda dünya medyasının ürettiği fantezi böyle. Bu, “Kör ölür badem gözlü olur” derler ya, işte biraz öyle bir şey. Hafızamızı […]
Benazir Butto , Batı yanlısı laik, demokratik bir liderdi. Şimdi artık bir demokrasi ve özgürlük şehidi. El Kaide tarafından öldürülmeseydi Pakistan’da demokrasiyi restore edecek, radikal İslamı geriletecek, medreseleri yeniden düzenleyecek, Taliban’ın üslerini temizleyecekti … Şu sıralarda dünya medyasının ürettiği fantezi böyle. Bu, “Kör ölür badem gözlü olur” derler ya, işte biraz öyle bir şey.
Hafızamızı tazeleyelim…
Benazir, Pakistan’ın Sind eyaletinin en büyük feodal ailesinin, Harvard ve Oxford eğitimli kızıydı. Siyasetle ilk ilgilendiğinde Tarık Ali’ nin aktardığına göre sola yakın görüşlere sahipti. Sonra, “tarihin doğru tarafında olma” kaygısıyla ABD’ye yanaşmış, New York Times ‘ ta ayrıntılarıyla anlatıldığı gibi, Washington’da hiçbir yabancı liderin sahip olmadığı düzeyde ilişkiler zinciri oluşturmuş, sonra da bunun yardımıyla Pakistan’da ordunun muhalefetine rağmen başbakan olmayı başarmıştı. Thatcher döneminin Dışişleri Bakanı Portillo , The Times’ taki yorumunda, “İlk karşılaştığımda ne kadar Batı yanlısı olduğunu görünce çok şaşırmıştım” diyordu.
Benazir o kadar Batılıydı ki, Sind eyaletindeki malikânesini gezen The Observer‘ dan bir gazeteci, “Resimlerini görseniz hangi ülkede olduğunu bilemezsiniz” , kolaylıkla “Meksika ya da İspanya’daki çiftliklerden biri sanabilirsiniz” diye yazacaktı. Aynı gazeteciye göre Benazir, Oxford Üniversitesi tartışma kulübünün başkanı olmuştu ama kendi ülkesinin dili Urducayı ve eyaletinin dili Sindiceyi adeta bir yabancı gibi konuşuyordu.
Benazir iki kez başbakan oldu, her ikisinde de yönetimi yolsuzluk iddiaları altında çöktü. Kocası devlet ihalelerinden aldığı komisyonlardan dolayı “bay yüzde 10” lakabıyla anılan Benazir’in hükümetleri demokrasi insan hakları açısından da kötü bir karneye sahipti. Uluslararası Af Örgütü’ ne göre Benazir döneminde Pakistan dünyada, tutuklu ölümleri, işkence ve suikastlar açısından en kötü üç ülkeden biriydi. Benazir o kadar demokrattı ki Pakistan Halk Partisi’nde kendini yaşam boyu başkan ilan etti. Bu kararına direnen kardeşi Murtaza Butto , şüpheli koşullarda vurularak öldürüldü. Murtaza’nın karısı ve kızına göre vur emrini Benazir vermişti. Benazir’in annesi de aynı kanıdaydı.
Ve ders almakta yarar var…
Benazir işte böyle biri, yoksul ülkelerin başına çöreklenmiş, varlıklarıyla demokratik yaşamın ve kalkınma süreçlerinin önünde engel oluşturan feodal ailelerden biri. Onlar için demokrasi, kendilerini hükümete taşıyacak seçimlerden başka bir anlam taşımıyor. Bunu sağlamak için de gereken uluslararası bağımlılık ilişkilerini kabul ediyorlar. Bu sırada, sayelerinde gittikçe derinleşen yoksulluk, umutsuzluk (Pakistan özelinde 1980’lerde Taliban’ı desteklemek için kurulmuş Medrese sistemi) insanları siyasal İslamın kucağına attıkça ülke içinde bir taraftan baskı terör uygulayarak diğer taraftan, akıllarınca ılımlı İslamla uzlaşarak, onu sistem içine çekerek, yükselen dalgayı etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Ama ne baskı ve terör ne de ılımlı İslamla uzlaşma bir çare oluyor…
Gerçekten de Le Monde ‘dan Frederic Bobin ‘in (“Le Pakistan, Crise multiform”, 29/12) altını çizdiği gibi radikal İslam Pakistan’a gökten zembille inmedi, on yıllar boyunca, devlet politikaları, görünüşte seküler politikacılar sayesinde yeşerdi ve güçlendi.
Bu sürecin üç boyutu vardı. Birincisi, Pakistan toplumu, Pencabi, Sindi, Beluci, Peştun etnik gruplarından ve Hindistan’dan gelen göçmenlerden oluşuyor. Pakistan devletini kuranlar, Müslüman dinini bu etnik grup aidiyetlerini bir arada tutacak çimento, bir üst kimlik olarak gördüler. İkincisi, seküler, Batı yanlısı politikacılar, İslamın ılımlı olarak gördükleri kesimleriyle işbirliği yaparak radikal unsurları tecrit etmeyi, gelişmelerini durdurmayı amaçladılar. Ancak bu uzlaşma çabaları, giderek İslami dünya görüşünün devlette yerleşmesine, toplumda meşruiyetinin güçlenmesine, sonunda şeriat yasalarının kabul edilmeye başlanmasına kadar vardı. Ziya ül Hak döneminde orduyu da etkisi altına aldı. Üçüncü boyut da soğuk savaş iklimiyle ilgili. ABD Afganistan’da SSCB işgaline karşı radikal İslamı güçlendirdi ve Taliban’ın oluşmasına yardım ederken Pakistan’ın sınır eyaletlerini üs olarak kullandı, bugünkü medrese sistemi ve radikal İslamın altyapısı o zaman oluştu. Bu politika Pakistan seçkinlerinin Afganistan’da bir ” stratejik derinlik” oluşturma amacına da uygundu. Gerçekten de Benazir’in hükümeti döneminde (1993-1996) İçişleri Bakanı
Nasirullah Babar’ın politikalarından, Taliban büyük ölçüde yararlanarak güçlendi. Bugün Pakistan’ı yıkıma doğru sürükleyen krizin nedenleri arasında, siyasal İslamla uzlaşma çabaları da yatıyor…
Cumhuriyet