Kaybedilen insanlarımız, farklı yaşlardan, farklı kültürlerden, farklı dinlerden, farklı eğilimlerden… kurşunla, bombayla, bıçakla vurulup öldürülen; milliyetçiliğe, dine, mezhebe, töreye kurban edilen insanlarımız; arkasından gözyaşı döktüğümüz, kimi zaman isyan ettiğimiz kimi zaman yasımızı içimiz gömdüğümüz dostlarımız; bugün bizi görüyorlar mı uzaklardan? Hala ders almadığımızı hissediyorlar mı sizce? İnsan sevgisini, dost kıymetini, kardeş türküsünü, yaşamın tüm güzelliklerini […]
Kaybedilen insanlarımız, farklı yaşlardan, farklı kültürlerden, farklı dinlerden, farklı eğilimlerden… kurşunla, bombayla, bıçakla vurulup öldürülen; milliyetçiliğe, dine, mezhebe, töreye kurban edilen insanlarımız; arkasından gözyaşı döktüğümüz, kimi zaman isyan ettiğimiz kimi zaman yasımızı içimiz gömdüğümüz dostlarımız; bugün bizi görüyorlar mı uzaklardan? Hala ders almadığımızı hissediyorlar mı sizce? İnsan sevgisini, dost kıymetini, kardeş türküsünü, yaşamın tüm güzelliklerini nasıl heba ettiğimize şaşırıyor; birlikte özgürce yaşamayı neden başaramadığımızı anlamakta zorlanıyorlar mı acaba?
Belki tüm bu soruların cevapları yanıtsız; fakat bir gerçek var ki; bugün bu topraklarda yaşayan insanlar içinde avazı çıktığı kadar barış perdesinden bağırmak isteyenler, her şeye rağmen umutlarını kaybeden didinip çalışmaya, çabalamaya devam edecek…
Türkiye’de tıpkı birçok coğrafyada olduğu gibi milliyetçilik ve din adına çok kan döküldü. Özellikle Türk sağı içinde şiddetten uzak duran, ‘hümanitaryan’ bir hassasiyet, birkaç ufak istisna dışında, hiçbir zaman ne düşünce dünyasına ne de pratik siyasete hakim oldu. İnsanı, yaşamı merkeze alan hümanizmin evrenselciliği, hep çekinilen, korkulan bir söylem oldu. Barış, adalet ve kardeşlikten söz açanlar, en hafifinden hayalperestlikle itham edildi. Bireysel ya da toplu şiddeti kınama kararlılığı ve azmi, hep “yüce değerler”e tosladı. Bireyin özgürce sorgulamasından, yeni gerçekler aramasından, resmi olanın dışına çıkmasından sürekli kaygı duyuldu. “İnsani olan”ın ortak paydası yerine kâh “milletin/ırkın yüceliği”, kâh İslâm’ın “din kardeşliği” tercih edildi. Çoğunlukla da İslâm’ın Sünni yorumuyla Türklük ortaklaşa bir ‘milli hakikât rejimi’ yarattı ve bu rejim, dışlayıcı/baskıcı karakterini muhafaza ederek de devam ediyor. Her sıkıştığında “bekçilerini”, “kahramanlarını” göreve çağırmakta da hiç tereddüt göstermiyor. İçselleştirilmiş “meşru şiddet”, artık kendini kahraman olarak görmek isteyenlerin tetiklerdeki parmaklarında.
En az bunlar kadar vahim olan bir başka mesele, yaşamdan taraf olmak yerine ölümü kutsamayı yeğleyen bir bakış açısının, teoride ve pratikte kendini yeniden üretmesi. Vatan için yapılabilecek en büyük fedakârlık olarak takdim edilen ölme ve öldürme, hem resmi dilden hem de popüler kanaldan çocukların zihinlerine kazınmaya devam ediyor. Şehitlik ve kahramanlık, kol kola, gencecik yaşamların yitişini örtüyor; çocuklar bu manzaraya baka baka büyüyor. Sonuçta insan hayatı yeniden önemsizleştirilirken, ‘düşman’ olarak yaftalananlar mütemadiyen insandışılaştırılıyor. Fakat “milli hakikât rejimi”nin sahipleri, modern tahtlarını koruyor; ölmeyi ve öldürmeyi, şan ve şeref konusu yapmanın yarattığı acıları, insanlık onuruna verdiği zararları halen görmezden geliyor.
Hrant Dink’i kaybedeli tam bir yıl oldu. Şiddetten uzak durmayı, insanlığın ortak dilinde buluşmayı öğütleyen bir dosttan mahrum kalınan bir yıl. Geçen bir yıl içersinde daha neler görmedik ki; öldürülen, bıçaklanan, tehdit edilen rahiplerden Malatya’daki toplu kıyıma, şiddetin ve vahşetin her türlüsü… Demek ki hiç ders alınmamış; Hrant’ın arkasından yürüyenlerin çığlığı duyulmamış. Demek ki ‘öldürmenin şanı’, yaşatmanın yüceliğine yine ağır basmış. Daha da acısı, Hrant’ı anlamaya çalışan, onun mirasını yaşatmak isteyenlere zor ve baskı da durdurak bilinmemiş. Katillerine methiyeler düzülmüş; şarkılar söylenmiş. İşte tam da bu yüzden bugün sesimizin daha gür çıkmasının, ele ele verip haykırmanın zamanıdır. Bu yüzden “milli hakikât rejimi”ni yıkmanın ve “kahramanları”ndan kurtulmanın tam sırasıdır. Hrant’ı ve nice kaybettiklerimizi anmanın en güzel yolu budur.