“Eyvah!” dedim, ta Paris’te, ekranın karşısında. “Eyvah! Orası çocukların geçtiği yol!” Mimarlar Mühendisler Odası’nın tam orası. Diyarbakır Sanat Merkezi’nin tam orası, eyvah! Galeria’nın arkası. Eyvah! Üniversiteden çıkan çocuklar akşam tam o saatlerde oradan geçerler. Orada dershane mi vardı? Eyvah! İnsan kalbinin şehirleri Şehirlere, insanlara, sokaklara dokunmanın bir bedeli vardır. Sevmenin bir bedeli vardır. Her bir […]
“Eyvah!” dedim, ta Paris’te, ekranın karşısında. “Eyvah! Orası çocukların geçtiği yol!”
Mimarlar Mühendisler Odası’nın tam orası. Diyarbakır Sanat Merkezi’nin tam orası, eyvah! Galeria’nın arkası. Eyvah! Üniversiteden çıkan çocuklar akşam tam o saatlerde oradan geçerler. Orada dershane mi vardı? Eyvah!
İnsan kalbinin şehirleri
Şehirlere, insanlara, sokaklara dokunmanın bir bedeli vardır. Sevmenin bir bedeli vardır. Her bir şehir kalbinizde de kurulur hissi bir akis ile. İnsanlar çentik atarlar içinize yüzleri, sesleri ve anlattıkları ile. Beyrut’ta bir bomba patlasın şimdi, ekranda akan hızlı görüntüde seçmeye çalışır gözüm hangi sokak, kimin yaşadığı mahalle.
Caracas’ta eylem olsun, yüzleri ararım çok uzaktan çekilmiş görüntülerde. Mumbai’de insanlar sokağa dökülsün, kerterizlerden çıkarmaya çalışırım geçtiğim sokaklar mı diye.
Şiddetin halkaları
Bir bomba patladığında bildiğiniz bir şehirde, ne kadar uzakta olursanız olsun, artık kalbinizin içinde de patlar bir bomba. Şehrin sizdeki akisinde binalar çöker. Kan akar etlerin etinize değdiği yerden. Şiddetin matematiği ve masalı böyle; suda açılan halkalar gibi çoğalarak, büyüyerek, genişleyerek alır sizi de içine. O bombanın patladığı noktada benim için ne olmuşsa, iyi ya da kötü, onu da yıkıp yıkıntıların altında bırakır patlama. Sizin de tarihiniz eksilir bir yerinden. Kopar gider kalbinizdeki şehirler.
Kimin boğazına yapışmalı?
Neye öfkeleneceksin? Bir de o var. Çocuğun ölmüş. O gün, orada olduğu için ölmüş. Bir nedeni yok başkaca. Ne seninle ilgisi var olanların ne çocuğunla. Senin ilgin olmayan bin bir türlü şeyle ilgisi var olanların, ama çocuğunla hiç ilgisi yok. Kime kızacaksın? Kimin boğazına yapışacaksın?
Hele Diyarbakır’da. Sivil ve resmi polisin bu kadar yoğun kol gezdiği bir şehirde nasıl olup da olabilir böyle bir olay, diye kime soracaksın?
Kaç kişi var böyle? Bu memlekette kaç insan sadece o gün orada olduğu için öldü? Bu konuda yazmak ne garip, bir yere gelip dili tutuluyor insanın. Ne diyeceksin? “Terörü kınıyorum” mu? “Terörü lanetleyelim” mi diyeceksin? Neye yarayacak? Kime söylüyorsun bu sözü? Bir alacakaranlığa doğru bağırmak bu. Hatta bağırmak bile değil, boz bulanık bir gölge karşısında nutkun tutularak duruyorsun, elinde küçük bir tabut. Kaç anne, kaç sevgili, kaç kadın, kaç erkek var böyle elinde bir tabutla nutku tutularak donup kalmış.
“Terör eylemleri olabilir. Dikkatli olmalıyız” diyor birileri televizyonda. Ne demek bu? Neye dikkat edeceğiz? Kime dikkat edeceğiz? Sokağa mı çıkmayalım mesela?
“Korkmayalım. Teröre karşı tek vücut olalım” diyor bir başkası. Peki bu ne demek? Neyi kastediyorlar? Sokağa mı çıkalım hep birlikte?
Bu yüzden ölümün acısının ötesinde, çaresizlikle nutku tutuluyor insanın. Trafik kazasında çocuğunu kaybetmiş bir baba, ajanslarda geçen bir haberdi günler önce, “Hiç Uğruna Yitirilmiş Hayatlar” adlı bir dernek kurmuş. Türkiye’deki en kalabalık dernek olabilir bu pek yakında.
Uğultulu amentü
Yunanistan’da trafik kazalarında ölenler için, öldükleri noktalarda küçük sunaklar yapılır. Yunanistan karayolları bu yüzden sonsuz sunaklarla doludur. Şimdi bir hiç uğruna ölmüş insanlar için her bir noktaya bir ağaç dikilse en büyük orman olurdu Türkiye. Göğe doğru yaprak yaprak ağan bir sonsuz dua. Koyu yeşil, uğultulu bir amentü.
Kalbimizde yeri olan her yeri yıkıyorlar. Belki kalbimiz kalmıyor böylece. Bu memlekette bağlantılı yerlerimizi köprücük kemikleri gibi kırıyorlar. Sonunda yaşayan ölüler gibi, toprağıyla hiç bağlantısı kalmamış yaşayan ölüler gibi olalım diye. Ve ne kadar kolay bunu yapmak. Ne kadar kolay.
ecetem@hotmail.com