Basında sendikaların yıldızının parlamadığı biliniyor. Bir kamu kuruluşu olan Anadolu Ajansı dışında sendikalı ve toplu sözleşmeli basın-yayın organı yok. Oysa aynı basın yayın organlarında grev nedeniyle başka ülkelerde gazetelerin çıkmadığını, televizyon yayınlarının aksadığını okuyoruz, izliyoruz. Basında sendika yokluğu yanında ciddi bir sendikal haber yokluğu da yaşanıyor. İstisnaları bir yana koyacak olursak Türkiye’de basın sendikal haber […]
Basında sendikaların yıldızının parlamadığı biliniyor. Bir kamu kuruluşu olan Anadolu Ajansı dışında sendikalı ve toplu sözleşmeli basın-yayın organı yok. Oysa aynı basın yayın organlarında grev nedeniyle başka ülkelerde gazetelerin çıkmadığını, televizyon yayınlarının aksadığını okuyoruz, izliyoruz. Basında sendika yokluğu yanında ciddi bir sendikal haber yokluğu da yaşanıyor. İstisnaları bir yana koyacak olursak Türkiye’de basın sendikal haber fakiridir. Sendikalar ya tek tek sendikacıların olumsuzluklarıyla veya toplu sözleşme ve grev sırasında “piyasaları” tedirgin ettikleri için haber oluyor. İşveren örgütlerinin ve uluslararası sermaye çevrelerinin görüşlerine çarşaf çarşaf yer verilen ekonomi sayfalarında, diğer taraf olan sendikaların görüşlerine rastlanmaz.
Ana akım medyada alışkın olduğumuz bu sendika sevmezlik, şimdilerde yeni-ana akım medya olan AKP yanlısı muhafazakar basın yayın organlarında da yaygınlaşmaya başladı. Yükselen yeni sermaye gruplarının da sözcüsü olan muhafazakar ana akım medya sendika sevmezliğini Hava-İş’in THY uyuşmazlığı ve Haber-İş’in Türk Telekom grevi sırasında iyice açık etti. Tesadüf mü bilinmez ama çalışma hayatıyla ilgili kritik sorunların gündemde olduğu zamanlarda sendikalar görüşleriyle değil de uzun zamandır bilinen olumsuzluklarla tekrar tekrar gündeme gelirler. Özelleştirmeler yoğunlaşırken, sosyal güvenlik tahrip edilirken sendikaların ne dediğinden daha çok sendikal magazin haberleri görünür.
25-26 Aralık 2007 tarihlerinde Zaman gazetesinde yayınlanan “Sendikacılık nereye gidiyor?” başlıklı yazı dizisi bunları düşündürdü. Yazı, başlığındaki iddianın hakkını vermekten hayli uzak bir sendikal magazindi. Birinci günü sendikaların mal varlıkları, ikinci gün ise buna dair sendikacılardan alınan görüşlerle sınırlı kalan yazı dizisinde vahim bilgi yanlışları ve cehalet örnekleri vardı. Dahası yazı dizisi bu yanlış bilgiler üzerine kuruluydu. Dersini öğrenmeden ders vermeye kalkan bir yazı dizisi yayınlamıştı Zaman gazetesi.
Yazıda yer alan iki önemli iddia iki yanlış bilgiye dayanıyordu. İlk iddia, sendikalar üzerindeki devlet denetiminin kaldırılmasının Türk-İş ve DİSK’in 28 Şubat sürecini desteklemelerinin karşılığı olduğu yönündeydi. Gazete, Refahyol hükümetinin 18 Haziran 1997’de istifa ettiğini ve 26 Haziran 1997’de ise sendikalar üzerindeki devlet denetiminin sessiz sedasız kaldırıldığını ve böylece 28 Şubat’ı destekleyen sendikaların ödüllendirildiğini iddia ediyor. İddialı bir başlıkla araştırma hazırlayanlar sağlam bilgilere dayanmalı. Oysa bu iddialar dayanaksız. Sendikalara devlet denetimini öngören kural bir Anayasa hükmüydü (52. madde). Bu madde 1995 Anayasa değişiklikleri sırasında kaldırılmıştı. 1997 Haziran’ında yapılan iş Anayasadan çıkarılan bir hükmün yasadan da çıkarılmasıdır. Öte yandan sendikalara devlet denetimini kaldıran yasa çıktığında Refahyol iş başındadır. Eski Hak-İş Başkanı Necati Çelik Çalışma Bakanıdır ve söz konusu yasa teklifi bütün parti gruplarınca desteklenmiş ve Mecliste hiçbir itirazla karşılaşmadan kabul edilmiştir. Açın TBMM tutanaklarını okuyun lütfen.
Zaman’ın yazı dizisindeki bir diğer iddia ise düpedüz cehalet ve ciddiyetsizlik örneği. İddia şu: 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 42. maddesine göre greve çıkan işçilerin maaşını “grev yevmiyesi” adıyla sendika ödüyormuş. Bu yüzden de sendikalar kasalarından ciddi miktarlarda para çıkacağı için greve sıcak bakmıyormuş ve 1991 yılından bu yana da ciddi bir greve rastlanmamış. Böylece sendikaların kasaları dolmuş. Hangisini düzeltelim? Yazıyı hazırlayanlar 2822 sayılı yasanın 42. maddesini okumamışlar bile. Düpedüz uydurmuşlar. Çünkü değil 42. maddede yasanın hiçbir yerinde böyle bir hüküm yok. “Grev yevmiyesi” değil yevmiye lafı bile yok. Yazıyı hazırlayanlar önce bir hüküm icat etmiş ve sonra da ona dayanarak yorum yapmış. Sendikaların grevci işçiye ödeme yapması yasal bir zorunluluk değil, sendikaların kendi kararlarına bağlı bir uygulama. Gelelim bu yüzden 1991 yılından bu yana ciddi bir grev yaşanmadığı iddiasına: yazıyı hazırlayanlar 1995 Çiller hükümeti tarafından ertelenen ve 65 bine yakın işçiyi kapsayan grevleri hatırlamıyor olsa gerek. Öte yandan 1995 sonrasında her ciddi grevin milli güvenlik ve genel sağlık bahanesiyle ertelendiğini de bilmiyor olmalı yazıyı hazırlayanlar. Grev eğiliminin düşmesinin önde gelen nedeni sendikaların cimriliği değil grev yasak ve ertelemelerinin yaygınlığıdır. Grev yasaklarını görmeyeceksin, sistematik grev ertelemelerini görmeyeceksin ve yalan yanlış bilgilerle sendikalar cimri olduğu için grevden kaçıyor diyeceksin ve bu gazetecilik olacak!
Tıpkı siyasi partiler, tıpkı medya kuruluşları gibi, tıpkı parlamento gibi sendikalarda da büyük olumsuzlukluklar ve yozlaşmalar yaşanıyor. Ciddi bir şeffaflık sorunu, ciddi bir demokrasi sorunu var. Bunların eleştirilmesi, bunların üzerine gidilmesi hiç kuşku yok gazeteciliğin gereğidir. Ama bu yapılırken doğru bilgilere dayanmalı ve resmin bütünü aktarılmalı. Eksik ve yanlış bilgilere ve önyargılara dayalı sendikal magazinle “sendikacılık nereye gidiyor” sorusunun yanıtı bulunamaz.