Tarihte ve Osmanlı İmparatorluğunda İşçi Hareketlerinin Evrimi Medeniyet tarihine bakıldığında, sendikal organizasyonların ve modern anlamıyla demokrasilerin oluşumundan çok önce kitlesel işçi hareketleri var olmuştur. Yapı itibariyle bugünkü işçi eylemlerine benzemese de, tarihte bilinen ilk işçi hareketi MÖ 2100 yılında Mısır’da Thebai kentinde gerçekleşmiştir. Firavun mezarlarında çalışan işçilerin iş bırakma eylemidir. Bundan sonra Roma İmparatorluğu’nda da […]
Tarihte ve Osmanlı İmparatorluğunda İşçi Hareketlerinin Evrimi
Medeniyet tarihine bakıldığında, sendikal organizasyonların ve modern anlamıyla demokrasilerin oluşumundan çok önce kitlesel işçi hareketleri var olmuştur. Yapı itibariyle bugünkü işçi eylemlerine benzemese de, tarihte bilinen ilk işçi hareketi MÖ 2100 yılında Mısır’da Thebai kentinde gerçekleşmiştir. Firavun mezarlarında çalışan işçilerin iş bırakma eylemidir. Bundan sonra Roma İmparatorluğu’nda da çeşitli iş bırakma eylemlerinin varlığına dair kaynaklar ve bu eylemlerin yasaklanışında dair hukuki metinler günümüze ulaşmıştır. Fakat bugünkü anlamıyla grev, ilk kez 19. yüzyılda Avrupa’da çalışma hayatının bir parçası olmuştur.(1) Bunun sebebi büyük ölçüde, gelişmeye başlayan sanayileşme ve kapitalizm ile birlikte, işçilerin sorunlarına bireysel mücadelelerle çözüm bulamayacaklarını anlayıp, kitlesel hareketlere yönelmiş olmalarıdır. Fakat, tarihsel süreçte çalışma koşullarını geliştirmek adına yapılan bu eylemler çoğu zaman egemen toplum kesimleri tarafından baskı ve yasaklamalar ile karşılaşmıştır. Dünyada demokrasiler ortaya çıkıp geliştikçe, bu gelişmelere paralel olarak işçilerin örgütsel hareketleri de demokratik ve hukuki anlamda meşruluk kazanmıştır ve sendikalar kurulmaya başlanmıştır.
Bu makalede işçi örgütlenmeleri ve sendikal hareketler, Türkiye Cumhuriyeti’nin tek parti ile idare edildiği 1923-1946 yılları arasındaki dönem içerisinde incelenecektir. Önce kısaca Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gelişmelere değinilecektir, daha sonra da detaylı olarak Türkiye’de Cumhuriyet’in ilk onyıllarındaki gelişmeler işlenecektir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki örgütsel hareketleri ve sendikalaşmayı anlamak adına, tarihsel anlamda biraz daha geriye gidip, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki işçi hareketlerini incelemek faydalı olacaktır. Bilindiği gibi, Avrupa kapitalistleşme sürecine girdiği dönemlerde, Osmanlı bu tip bir gelişmeden son derece uzaktı. Feodal kırsal üretim tarzı özellikle Anadolu’da olmak üzere tüm imparatorluğa hakimdi. Her ne kadar bugünkü anlamıyla bir “grev” organizasyonundan uzak ve ilkel gibi gözükse de, Osmanlı bünyesindeki ilk işçi hareketi 1587 yılında II. Murat hükümdarlığı sırasında olan, yevmiyelerin arttırılmasına yönelik iş bırakma eylemidir, ve sonunda padişah tarafından bir ferman ile bastırılmıştır. İmparatorlukta bu tip işçi eylemlerine tatil-i mesalih ve tatil-i eşgal gibi isimler verilmiştir.(2)
Osmanlı’da üretim süreci, yapı ve işleyiş itibariyle lonca teşkilatı ve usta-çırak ilişkisine dayalıydı. Mehmet Şehmus Güzel, Osmanlı İmparatorluğunda işçi hareketlerini anlatırken sendikalaşmanın gecikmesini özellikle bu yapılanmaya bağlamaktadır. Yazara göre, Osmanlı’daki dinsel yönleri de bulunan ataerkil kültürel yapı, usta ve çıraklar arasında çıkar çatışmaları çıkmasını engellemiştir. (ki zaten usta-çırak ilişkisi, “patron”-işçi arasındaki ilişkiden son derece uzaktır) Ayrıca, üreticiler ya da işçiler arasında çıkan anlaşmazlıklar lonca teşkilatları bünyesinde çözümlendiği için kitlesel hareketlere de gerek duyulmamıştır. Fakat padişahların loncalara yönelik baskılarına karşı, usta ve çırakların çok sık olmasa da birarada iş bırakma eylemine gittiği görülmüştür. Bu eylemlere karşı 1845 yılında padişah tarafından bir nizamname çıkarılmıştır. Polis Nizamnamesi adıyla anılan bu yasal düzenleme Osmanlı tarihinde işçi eylemlerine karşı hükümleri olan ilk kanun olarak kabul edilir. Polis Nizamnamesi’nin işçileri ilgilendiren maddelerine göre işçi dernekleri kapatılacaktı ve toplu iş bırakanlar polis tarafından cezalandırılacaktı. (3)
Bu dönemden sonra, II. Meşrutiyet’in ilanına kadar padişah baskısı altında çeşitli işçi eylemleri olmuştur. 1872’ye gelindiğinde ise, bugünkü anlamıyla ilk grev Tersane işçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Kaynaklara göre bu tarihi izleyen yıllarda 1908’e kadar yüze yakın grev olmuştur. (4) Aynı zamanda sendikaların ataları sayılabilecek ilk işçi örgütlenmeleri de yine bu dönemde olmuştur. Ameleperver Cemiyeti (1871) ve Osmanlı Amele Cemiyeti (1895) bunların ilkidir.(5)
20. yüzyıla gelindiğinde ise, 1908 yılındaki II. Meşrutiyet’in beraberinde getirdiği özgürlük ve demokrasi dalgası, işçi örgütlenmelerini de ciddi anlamda etkilemiştir. İmparatorluğun hemen hemen üretim faaliyeti olan tüm şehirlerinde işçi örgütlenmeleri görülmüştür ve grev eylemleri de büyük ölçüde artmıştır. Bunların en büyüğü Anadolu Bağdat Demiryolu işçilerinin eylemidir. Dönemin iktisadi yapısına bakıldığında, kapitalistleşen Avrupa’ya oranla bir hayli geride olan Osmanlı’da sermaye büyük ölçüde yabancıların elindeydi. Bu durum da doğal olarak yabancı sermaye sahipleri ile Türk işçiler arasında sürekli çıkar çatışmalarıyla ve büyük grevlerle sonuçlanıyordu. Yavaş yavaş ekonomik anlamda dışa bağımlı olmaya başlayan Osmanlı Devleti’nin bu çatışmalarda yabancıların tarafını tutması sonucunda, grev hakkına ciddi kısıtlamalar getiren Tatil-i Eşgal Kanunu (1909) yürürlüğe girmiştir. Bu kanunda “Umuma müteallik hidemat ifa eden müessesatta sendika teşkili memnudur” şeklinde bir düzenleme yapılarak işçi örgütlenmeleri bastırılmak istenmiştir. (6)Fakat Tatil-i Eşgal Kanunu ile birlikte yavaşlayan işçi hareketleri tamamen sona ermemiştir ve I. Dünya Savaşı’na dek İzmir, İstanbul ve Selanik’te yine iş bırakma eylemleri ve grevler varlığını sürdürmüştür. (7) Tatili Eşgal Kanunu, sendikal örgütlenme ile ilgili ilk mevzuatlardan biri olarak kabul edilir.
Kurtuluş Savaşı dönemine gelindiğinde ise, işçi örgütlenmelerinin siyasi bir boyut kazandığı görülmektedir. Özellikle Rusya’da gelişen antiemperyalist ve işçi-merkezci düşünce akımları Türk işçilerinin işgal kuvvetlerine karşı örgütlenmesini hızlandırmıştır. Özellikle İzmir ve İstanbul’da işgali protesto eden mitingler ve yürüyüşler yapılmıştır. (8) Bu gösterilerin ardından işçilerin örgütlü bir halde Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na bizzat katıldıkları bilinmektedir.
Cumhuriyet Dönemi (1923-1946) İşçi Hareketleri ve Sendikalaşmanın Geçirdiği Evreler
Kurtuluş Savaşı bitip Cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye’de iktisadi anlamda bir belirsizlik hakimdi. Ülkenin sınırlarının daralmasıyla birlikte sanayi anlamında gelişmiş bölgelerin çoğu sınırların dışında kalmıştı. Üretme yönelik herhangi bir faaliyet yapabilmek gereken sermaye birikimi de zaten savaşın etkilerinden dolayı son derece düşük bir düzeydeydi. Tüm bunların yanında bir de Osmanlı’dan miras kalan Duyunu Umumiye ekonomik anlamda devletin üzerine binen ayrı bir yüktü. İşsizlik ve yoksulluk da tabi ki bu durumun doğal sonucu olarak 1923 Türkiyesi’nde varlığını sürdürmekteydi.
Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda Türkiye’de işçi nüfusu sanayinin nispeten gelişmiş olduğu bölgelerde toplanmış idi. 1923 yılı ile ilgili tahmini verilere göre, İstanbul’da 35.500 İzmir’de 10.000, kömür ve maden ocaklarındaki faaliyetlerin yoğun olduğu Zonguldak ve Ereğli’de ise 15.000 işçi bulunmaktaydı. Ülke çapındaki toplam işçi sayısı ise 110.000 civarındaydı. (9) İşçilerin durumunu sendikal hak ve özgürlükler anlamında incelediğimizde, Türkiye’de daha önce belirttiğim Tatil-i Eşgal Kanunu ile sınırları belirlenmiş bir ortamda varlığını sürdüren bir sendikal yaşam ve işçi kitlesi bulunmaktaydı. Fakat 1924 yılında yürürlüğe giren yeni Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Teşk
ilat-ı Esasiye Kanunu) bu bağlamda işçilere dernek kurma, toplanma ve sendika kurma hakkı vererek nispeten daha demokratik bir ortam yaratmıştır.(10) Daha sonra yeni anayasayı izleyen yıllarda, 1925’e kadar işçi örgütlenmeleri anlamında hızlı bir gelişme gözlenmektedir. Hatta 1923 yılında İzmir’de toplanan 1. İktisat Kongresi’nde, çeşitli toplumsal kesimlerin yanında işçilerin de temsil edilmiş ve seslerini duyurmuş oldukları bilinmektedir. İzmir İktisat Kongresi bu açıdan Türk sendikalaşma tarihinde önemli bir ilerleme olarak kabul edilmektedir. Bu kongre sonunda çalışma şartlarının iyileştirmesiyle ilgili çeşitli yasaların çıkartılmasına, sendika hakkının geliştirilmesine, 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak kutlanmasına ve işçilerin kendilerine yakışmadığına inandığı “amele” kelimesi yerine “işçi” sözcüğünün kullanılmasına karar verilmiştir. (11) Bu hukuki gelişmelerin yanında aynı zamanda, Cumhuriyet öncesinde zaten varlığını sürdürmekte olan işçi örgütlerine ek olarak; Adana, Bursa, Edirne, Eskişehir, İstanbul, Konya ve Zonguldak’ta 20 kadar yeni işçi örgütü kurulmuştur.(12)
Bu gelişmelerin yanında bir de 1922 yılında ekonomi anlamında gelişmeye yönelik atılan bir adım olarak Ahmet Hamdi Başar tarafından İstanbul’da Milli Türk Ticaret Birliği kurulmuştur. Siyasi bağımsızlığın yanında iktisadi anlamda da tam bağımsız bir Türkiye hedefiyle yola çıkan ve kurucularının tamamına yakını aynı zamanda siyasetçi olan birlik Türkiye’de yabancı sermayeye karşı Türk burjuva sınıfını oturtmaya ve güçlendirmeye çalışırken biryandan da İstanbul’daki işçileri İstanbul Umum Amele Birliği adı altında örgütlemiş, (13) devlet desteğini de yanına alarak, özellikle yabancı sermayeli şirketlere karşı grevler düzenlemiştir. Diğer taraftan aynı dönemde, hükümet ile uyum içinde faaliyet gösteren İstanbul Amele Birliği’nden farklı olarak, siyasi iktidardan bağımsız, hatta zaman zaman muhalif ve radikal tutumlar sergileyen iki önemli örgütsel oluşum daha kendisini göstermekteydi. Türkiye İşçi ve Sosyalist Fırkası bünyesinde kurulan Türkiye İşçi Derneği ve komünist Aydınlık Dergisi çevresindekiler tarafından kurulan Amele Teali Cemiyeti.
Amele Teali Cemiyeti aslında, yukarıda adı geçen İstanbul Amele Birliği’ne alternatif bir cemiyet olarak kurulan Türkiye Amele Birliği kapanınca onun yerine 1922 yılında kurulan bir cemiyettir. İstanbul Amele Birliği’nin hükümet yanlısı çizgisinden farklı bir doğrultuda faaliyet gösteren Türkiye Amele birliği, özellikle Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra daha sık denetlenmeye başlamıştı. 1923 yılında 5 ay içerisinde üye sayısı 19.000 den 7.000’e düşünce, cemiyeti feshedip, yeni bir dernek kurmaya karar verildi. 12 Ağustos 1924 günü, İstanbul’un belli başlı işçi örgütleri bir araya gelip Amele Teali Cemiyeti’ni kurdular. (14) Bu cemiyet, öncekilere oranla çok daha örgütlü ve faal olmasıyla dikkat çekiyordu. Emekçi adında bir gazete çıkaran Amele Teali Cemiyeti aynı zamanda bünyesindeki sanatçıları da örgütleyerek Amele Sahnesi adı altında tiyatro gösterileri de sergilemeye başladı. 1925 yılında cemiyet tarafından düzenlenen “ulusal sendikalar zirvesi” niteliğindeki toplantıya Türkiye’nin dört bir yanından çeşitli sendika ve derneklerden temsilciler katıldı. Bu toplantı sonunda kurulan komisyon mesai saatleri ile ilgili bir yasa tasarısı hazırladı ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sundu. (15) Bu gelişmeler yaşanırken, aynı dönemde Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Bu isyan beraberinde getirdiği Takrir-i Sükun Yasası itibariyle, Türk örgütlenme ve sendikacılık tarihinde bir dönüm noktasıdır. Amele Teali Cemiyeti, ideoloji itibariyle cumhuriyetçiydi ve bu doğrultuda doğudaki bu rejim karşıtı isyanı protesto etti. Fakat, her ne kadar rejim taraftarı olsa da, Amele Teali Cemiyeti de tüm diğer işçi örgütleri gibi 1925 yılında çıkan Takrir-i Sükun yasasının baskıcı uygulamalarından nasibini almaktan geri kalmadı. Tüm işçi hareketlerinin ve örgütlenmelerinin ortadan kalkmasıyla birlikte, Amele Teali Cemiyeti de 1928 yılında kapatılmıştır. Fakat bu cemiyetin önderleri, daha sonra tek partili dönemin sona ermesiyle birlikte yeni kurulan birçok sendikanın kurucusu olmuşlardır.
Takrir-i Sükun Yasası, her ne kadar Şeyh Sait İsyanı’na karşı alınan bir önlem gibi gözükse de, yapısı ve uygulamaları itibariyle Türk soluna ve doğal olarak aynı zamanda Türk işçisine vurulan bir darbedir. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, tüm muhalefet örgütleri ve basını kapatılır, İstiklal Mahkemeleri kurulur, tutuklamalar ve idamlar başlar. Böyle bir ortamda tabi ki işçi örgütlerinin ve sendikaların varlığını sürdürmesine izin verilmesi olanaksızdır. Kemal Sülker, Cumhuriyet Dönemi İşçi Hareketleri adlı makalesinde, Takrir-i Sükun Yasası’nın ortaya çıkışında etkisi olan faktörler arasında CHP yi eleştiren Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ve fikirlerinin popülerleşmesi, ve sol kanattaki Aydınlık dergisinin ve Orak Çekiç adlı haftalık gazetenin etkilerini vurgular. Bu tarihten itibaren yürürlüğe giren yasaklara rağmen işçilerin çalışma ve yaşam koşullarında bir gelişme olmadığı için, grevler yine devam eder. İstatistiklere göre, 1925 yılından 1933’e kadar 35 grev yaşanmıştır. Bu grevler sırasında ulaşım ve iletişim gibi stratejik kurumlarda çalışan işçiler,
İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılanıp ağır cezalara çarptırılmıştır. (16)
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması ve Takrir-i Sükun Yasası’nın yürürlüğe girmesi ile birlikte fiyaskoyla sonuçlanan çoksesli demokrasi denemesi, iktidardaki CHP’nin “devlet”e iyice entegre olması ve Türkiye’de “parti-devlet” oluşumunu beraberinde getirmiştir. 1933 yılında Ceza Kanunu’nda değişikliğe gidilmiş ve grev, cezai müeyyideye tabi tutulmuştur. 1936 tarihli İş Kanunu’na da grevi yasaklayan maddeler getirilmiştir. Ve en sonunda 1938 yılında çıkarılan Cemiyetler Kanunu ile birlikte, “sınıf esasına dayalı cemiyet” kurulması yasaklanmıştır. (17) Bu yasaklar ve baskılar esasında, “sınıfsız, imtiyazsız toplum” hedefindeki ve tüm kesimlerini temsil eden bir iktidar partisi olmayı arzulayan CHP açısından ideal bir toplumsal düzen yaratmak adına “gerekli” uygulamalardı. Zira, sınıfsız imtiyazsız toplum ve tüm kitleleri kucaklayan parti ideali, Cumhuriyet daha kurulurken Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat belirlenmiştir. Atatürk, 18 Ocak 1923 yılında İzmit’te halka verdiği demeçte şöyle demektedir: “…Amele bize lâzımdır. Onu himaye edeceğiz. Siyanet edeceğiz ve daha mes’ud bir hale getireceğiz! Diğer taraftan amele ile tarlasında çalışan köylünün farkı mı vardır? Bu zavallılar hemhâldir. Binaenâleyh bunlar da halktır. Başka bir sınıf bulamazsınız. Yanlız Münevverân olsun, ulemâ olsun bunlar başlı başına kendi menfaatlerini düşünür bir sınıf olamaz! Eğer bunlar bir memleket dahilinde birer kitleyiz; bizi mecliste başlı başına temsil edenler bulunsun ve mecliste yanlız bizim menfaatimizi te’min edebilecek kanûnlar yapsın derlerse, bilâkis bütün me’mûl ettikleri menafiden mahrum kalırlar.” Atatürk’ün bu açıklamasından 8 yıl sonra 1931 yılında hazırlanan CHP parti programında, “sınıf” kavramı yerine “işbölümü” vurgulanmıştır. Programda, “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil ve fakat ferdi ve içtimai hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir camia telakki etmek esas prensiplerimizdendir.” (18)şeklinde vurgulanan sınıfsız toplum prensibi, sendikaların kapatılmasının ve işçi örgütlenmelerinin eng
ellenmesinin en büyük nedenidir. Bunun yanında, ayrıca 1930’lardaki millileştirme hareketleriyle birlikte Türk sanayisinde yabancı sermayenin yerini ulusal sermayenin almış olması, iktidar partisini sendikalaşmaya yada greve sebep olabilecek bir ortamın veya herhangi bir çıkar çatışmasının olmayacağına inandırmıştı. Başka bir deyişle, CHP’ye göre 1930’lar Türkiye’sinde işçi örgütlenmelerine veya grevlerine “gerek” yoktu, bu yüzden de engellemek en doğru hareketti. Parti tarafından işçilere uygulanan bu baskı ortamı 1946’da cemiyet kurma yasağı kaldırılana kadar devam etmiştir.
Sendikaların kapatılıp işçilerin bastırıldığı bu dönemde, CHP hükümeti yasaklamalara rağmen işçilerin yasadışı şekillerde organize olabileceklerinden çekinmekteydi. Bunun yanında, aynı dönemde Türkiye sınırları dışında olan gelişmeler partinin ayrıca gözünü korkutmaktaydı. Bu yıllarda dünyadaki yeni siyasi oluşumlara bakacak olursak; vaziyetin Türkiye gibi siyaseti ve ekonomisi henüz tam olarak oturmamış genç bir ülke için tehlikelerle dolu olması kaçınılmazdı. 1918 yılından 1930’lara kadar olan dönemde, Avrupa’da toplam 22 ülkede yasama organları devre dışı bırakılıp yerini otoriter veya totaliter rejimler almıştır. 1944’e gelindiğinde ise dünyadaki 64 ülkenin sadece 12’sinde demokratik anayasal düzenler varlığını sürdürmektedir.
Ünlü tarihçi Eric Hobsbawm’ın “Katastrof Çağı” olarak adlandırdığı birinci ve ikinci dünya savaşları arasında geçen bu dönemde başta Avrupa olmak üzere dünyanın büyük bölümünde ardarda liberal demokrasi ve anayasal sistemden kopuş, daha sonra da sağ veya sol aşırı uçlara yönelmeler gerçekleşmiştir. (19) Bu uluslararası karmaşa ortamı içerisinde CHP, işçilerin “yeraltı” örgütlenmelerini engellemek ve kitlelerin sağ veya sol aşırı uçlara yönelerek iktidar otoritesine karşı tehlike oluşturmalarını önlemek adında, hükümet bünyesinde çalışacak ve sürekli denetim altında olacak bir “işçi cemiyeti” kurmaya karar verir. Bu oluşum için İzmir pilot bölge olarak seçilir. Ardından 11 Aralık 1934 yılında İzmir valisi Kazım Dirlik tarafından İzmir işçi ve Esnaf Cemiyeti adlı derneğin kurulması adına bir bildiri yayınlanır. Bildiriye göre, İzmir’deki tüm işçiler derneğe üye olup kayıt yaptıracaktı ve yaptırmayanlar çalıştığı taktirde cezai işleme tabi tutulacaktı. Birlik, bunun yanında işçilere aynı zamanda sosyal güvence de sağlamakla yükümlüydü. İzmir İşçi Esnaf Birliği kurulduğu yıl, 17.359 işçi 6622 de esnaf birliğe üyeydi. Ayrıca 1936 ve 1938 yılları arasında toplam 114.514 kişiye birlik tarafından sağlık, para ve eşya yardımında bulunulmuştur. (20) 1935 yılında kurulan İzmir İşçi ve Esnaf Cemiyetleri Birliği, 10 Haziran 1946’da sınıf esasına dayalı örgütlenme yasağının kaldırılmasıyla birlikte sendikalar tekrar kurulmaya başlayınca iyice zayıflamış ve sonunda ortadan kalkmıştır. Gazeteci yazar Kemal Sülker, çok partili hayata geçilmesinden sonra yok olan birlik hakkında, Türkiye Sendikacılık Tarihi adlı eserinde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın işçi sınıfını dilediği yöne yöneltmek ve kendisinin bir parçası haline getirmek adına bu şekilde bir örgütlenmeye başvurduğunu belirtmektedir.(21)
SONUÇ
Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarını meşrulaştırmak adına iki temel söyleme başvurmuştur.(22) Birincisi, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temeline dayanma. Bu özelliği, CHP’ye halkın gözünde ciddi bir karizma kazandırmıştır. Partinin ikinci meşruiyet dayanağı ise, tüm toplumsal kesimleri temsil etme iddiasıdır. Çünkü, sınıfsız imtiyazsız bir toplum yaratmak ve bu toplumun tamamını temsil etmek hem Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar ve otorite anlamında işini kolaylaştıracaktı, hem de tüm potansiyel muhalefet oluşumlarını engelleyecekti. Bu bağlamda, partinin politikaları dahilinde işçi örgütlenmelerinin önünü kesmesi çok da mantıksız bir davranış gibi gözükmemektedir. Zira işçilerin büyük rol oynadığı Ekim Devrimi ve diğer taraftan “emek”, “örgütlenme” gibi yükselen değerler karşısında Türk işçi sınıfının etkilenmesi, hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp kitle halinde hareket etmeye başlaması, o dönemde CHP iktidarının otoritesini tehlikeye atacak en büyük tehlikeydi.
KAYNAKÇA
Akkaya, Yüksel. (2007), Ortak Örgütlenmede Tarihsel Arka Plan: Dünden Kalan Miras ve Yeniden Düşünmek
Av. Cahit Özkan, Yasal Grevde Amaç
CHF Nizamnamesi ve Programı, Ankara
Devletin İşçi Sınıfı ve Örgütlenme Girişimi: CHP İzmir İşçi ve Esnaf Cemiyetleri Birliği (1935), Tarih ve Toplum, sayı:160, 1997
DİSK Birleşik Metal-iş Sendikası. (2002), Eğitim Dizisi 1: Temel Sendikal Dersler, İstanbul, Birleşik Metal-İş Yayınları
Güzel, Mehmet Şehmus. (1983), ” Cumhuriyet Türkiyesi’nde İşçi Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:7, İstanbul, İletişim Yayınları
Hobsbawm Eric. (1994), The Age of Extremes: A History of the World, 1914-1991, Pantheon
Işıklı, Alpaslan. (1983), ” İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:7, İstanbul, İletişim Yayınları
Ökçün, Gündüz. (1983), “İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:4, İstanbul, İletişim Yayınları,
Toprak, Zafer. (1993), Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt:1, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı
Sülker, Kemal. (1983), ” İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:4, İstanbul, İletişim Yayınları
Sülker, Kemal. (1987), Türkiye Sendikacılık Tarihi, cilt:1, Bilim Kitabevi Yayınları, İstanbul
Uyar, Hakkı. (1999), Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, Boyut Kitapları, İstanbul
Notlar:
1) Mehmet Şehmus Güzel, ” Cumhuriyet Türkiyesi’nde İşçi Hareketleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:7, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983
2)İş hukuku uzmanı Av. Cahit Özkan, Yasal Grevde Amaç Unsuru adlı makalesinden alınmıştır.
3)DİSK Birleşik Metal-iş Sendikası, Eğitim Dizisi 1: Temel Sendikal Dersler, İstanbul, Birleşik Metal-İş Yayınları, 2002
4)Güzel, a.g.m.
5)Zafer Toprak, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, cilt:1, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 1993
6)Yüksel Akkaya, Ortak Örgütlenmede Tarihsel Arka Plan: Dünden Kalan Miras ve Yeniden Düşünmek (2007) adlı makaleden alınmıştır.
7) İlk olarak İzmir’de tütün ve ticarethane işçileri greve gitmiştir. Daha sonra 1911 yılında Selanik’te tütün rejisi grevi, İstanbul-Cibali grevi, Rumeli demiryolu grevi, ve Zonguldak kömür madeni grevi izlemiştir. Ayrıca 1913 yılında İzmir Liman işçileri grevi de dönemin önemli işçi eylemlerindendi. Bkz: Güzel, a.g.m
8)1919’da İzmir’in işgaline karşı ve 1921’de İstanbul’un işgaline karşı Türkiye Sosyalist Fırkası önderliğinde mitingler yapılmıştır. Bkz. Güzel, a.g.m.
9)Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki işçi nüfusuna dair kesin istatistiki bilgiler olmadığı için, Mete Tunçay, Kemal Sülker ve M. Ş. Güzel ‘in değerlendirmeleri sonucu elde ettiği rakamlardır.
10)1924 Anayasası’nın 70. maddesine göre, kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünce, söz, yazı, gezi, sözleşme, çalışma, mülk edinme ve biriktirme, toplantı dernek, şirket kurma hak ve özgürlükleri Türk’lerin doğal haklarındandır.
11) Gündüz Ökçün, ” İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:4, İstanbul, İletişim Yayınları,
1983
12)Güzel, a.g.m.
13)Güzel, a.g.m.
14)Bu örgütlerden bazıları: Mürettibin Cemiyeti, İstanbul Umum Deniz ve Kömür Tahmil ve Tahliye İşçileri Cemiyeti, Cibali Tütün Fabrikası Amele İttihadı Cemiyeti, Anadolu-Bağdat Şimendiferciler Cemiyeti, İstanbul Tramvaycılar Cemiyeti, Haliç Şirketi Amele Cemiyeti. Bkz: Toprak, a.g.m.
15)Toprak, a.g.m.
16)Kemal Sülker, ” İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:4, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983
17)Alpaslan Işıklı, ” İzmir İktisat Kongresi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt:7, İstanbul, İletişim Yayınları, 1983
18)CHF Nizamnamesi ve Programı, Ankara, 1931, s.32
19)Eric Hobsbawm, The Age of Extremes: A History of the World, 1914-1991, Pantheon, 1994.
20)Devletin İşçi Sınıfı ve Örgütlenme Girişimi CHP İzmir İşçi ve Esnaf Cemiyetleri Birliği (1935), Tarih ve Toplum, sayı:160, 1997
21)Kemal Sülker, Türkiye Sendikacılık Tarihi, cilt:1, Bilim Kitabevi Yayınları, İstanbul 1987
22)Hakkı Uyar, Tek Parti Dön