Asker ölümlerinin ardından sınır ötesi harekat çığırtkanlığı ile yükselen şoven dalga, giderek saldırgan bir linç kampanyasına dönüşüyor. İnsanların beyni milliyetçi propaganda ve yalan haberlerle bombardımana tutularak başka bir şey düşünmelerine fırsat tanınmıyor. Savaş, harekat, şehit haberleri ile yatıp kalkan toplum, kendi yaşamsal sorunlarını bile unutmuş, bir öfke sarhoşluğu içinde kinini ve düşmanlığını kusacak hedef arar […]
Asker ölümlerinin ardından sınır ötesi harekat çığırtkanlığı ile yükselen şoven dalga, giderek saldırgan bir linç kampanyasına dönüşüyor. İnsanların beyni milliyetçi propaganda ve yalan haberlerle bombardımana tutularak başka bir şey düşünmelerine fırsat tanınmıyor. Savaş, harekat, şehit haberleri ile yatıp kalkan toplum, kendi yaşamsal sorunlarını bile unutmuş, bir öfke sarhoşluğu içinde kinini ve düşmanlığını kusacak hedef arar hale getirilmiştir. Bu toz-duman içinde elektrik, doğal gaz, akaryakıt ve başka mallara yapılan zamlar, özelleştirmeler, hiç bir tepki çekmeden uygulamaya konulmuştur. Telekom çalışanlarının kararlı direnişi de her türden saldırı ve provokasyona karşın sürerken (*) neredeyse bu eylem de terör edebiyatı içinde karalanmaya, unutturulmaya çalışılmaktadır.
Unutanlara anımsatmakta yarar var.Telekom Lübnanlı Hariri şirketine bir yıllık geliri karşılığında satılmıştır. Diğer kamu kuruluşlarının iç borçları ödemek için satılması gibi elden çıkarılmıştır. Yabancı bir tekele karşı haklarını savunan Türk-Kürt emekçilerine karşı her türden alçakça saldırılar tezgahlanırken milliyetçi güruhtan herhangi bir ses çıkmamıştır. Savaş, operasyon, çatışma sözcükleri dışında hiçbir duruş anlamlı ve önemli gözükmemektedir.
Şoven-milliyetçi dalganın yaydığı zehir kitleleri uyuşturup felç ediyor.Bu gelişmelere karşı emekçi cephesinden ciddi bir karşı duruş sergilendiğini söylemek ise zor. “Barışçıl çözüm…” diye ağzını açanların hain ilan edilip, linç edilmek istendiği koşullarda bunu zor olduğunu kabullenmek gerek. Ancak bilmeliyiz ki çatışma, savaş, kan üzerine inşa edilmiş bu dalga ancak emekçilerin örgütlü mücadelesi ile geriletilebilir. Çünkü savaş ve çatışma sermayenin çıkarına; barış ve kardeşlik emekçilerin çıkarındadır. Ölenler emekçi çocukları, savaşanlar emekçi çocuklarıdır. “Şehitler” arasında paşa çocukları, holding patronlarının çocukları ya da bakan çocukları yoktur (Maliye bakanının akıllı (!) çocukları özelleştirilen Mersin limanından milyon dolarlık ihale almakla meşguldür). Yoksul ve çaresizlerin çocukları vardır. Havalanan her uçak, atılan her bomba, hareket eden her tank emekçilerin gelirlerinin biraz daha kırpılması anlamına gelmektedir. Eğitimden, sağlıktan, işçi ve memur ücretlerinden kesilen kaynaklar savaşa, bombaya silaha aktarılmaktadır. Ekonomiden sorumlu bakanlar “sınır ötesi için kaynak sıkıntısı yok.Harekat için kaç milyar gerekli ise buluruz” türünden bol keseden açıklamalar yapıyorlar. Ancak nereden bulacaklarını söylemiyorlar. Memura % 2+2 yi yeterli gören, “kaynak yok” diyenler savaş için kullanacakları bu kaynağı açıklamak zorundadırlar.
Mevcut koşullarda savaşa karşı barış, linç kültürüne karşı kardeşlik ve dayanışma anlayışını öne çıkaran bir mücadele hattı oluşturulmalıdır. Bu konu tek başına herhangi bir örgütlülüğün üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Emekçilerden başlayıp halkın tüm kesimlerine ulaşan bir bilinçlendirme ve gerçekleri açıklama kampanyası örgütlenmelidir. Savaşla, askerle ilgili, askerin siyasete ve ekonomiye etkisini gösteren gerçekler korkmadan dile getirilmeli, emekçilerin ve halkın bu konulara dair sorular sorması sağlanmalıdır. Örneğin, Türkiye’nin silahlanma yarışında neden ilk on ülke içinde olduğu sorgulanmalıdır. Kullanılmadan eskiyip yıpranan, sonra İsrail ve Amerikan şirketlerince modernize edilen tankların ve uçakların modernizasyonuna ne kadar para harcandığı açıklanmalıdır. Yıllardır PKK dışında bir güçle savaşmayan bir ülkenin neden bu kadar çok savaş harcaması yaptığı sorulmalıdır. TSK’nın harcamalarının neden denetim dışı kaldığı açıklanmalıdır? Emekçilerin vergileri ve birikimleri ile kurulan kamu işletmeleri bir bir yabancılara satıldığı halde ülkenin borçları neden artmaktadır? Türkiye’nin dış borç stoku 2002’den 2007’ye 129 milyar dolardan 213 milyar dolara çıkmıştır.(**) Bu dönemde karayolu yapımı dışında ciddi hiçbir yatırım yapılmamıştır. İç borçlar da aynı oranda arttığı halde bu paralar nereye harcanmıştır?
Yapılan anketlerde Amerikan karşıtlığı % 70’ler vardığı halde bizi yönetenler Amerika’dan izin almadan adım atamamaktadırlar. Başbakanından Genelkurmay başkanına, Dışişlerinden , ekonomiden sorumlu bakanına kadar herkes neden sık sık Amerika’ya gitmekte ısrar etmektedirler?
Filistin’de silahlı mücadele yürüten Hamas yöneticileri ile görüşen; İsrail Filistin barışı için TBMM’de oturum yapan hükümet Kürt sorununda barışçı bir çözüm için çaba göstermek yerine neden patinaj yapmaktadır?
Ortalama memur maaşının 800 YTL olduğu bir ülkede futbol takımlarının çalıştırıcılarına ödenen yüz milyar liralık maaşların kaynağı neresidir? Trilyonlarla transfer parası alan futbolculardan ne kadar vergi toplanmaktadır? Memurlardan vergiyi peşin olarak tahsil eden devlet bu ülkenin kaynaklarını yağmalayarak zenginleşenlerden vergi almakta neden yavaş davranmaktadır? Sorular çoğaltılabilir. En yakınımızdan başlayarak, okullarda, mahallelerde, iş yerlerinde insanlara bu soruları sordurmak ve yanıtlarını düşünmelerini sağlamak gerekiyor. İnsanlara manipüle edilmiş, çarpıtılmış haberler yerine ülke ve dünya gerçekliğini görmelerini sağlayacak sorular sormalı ve düşünmeye sevk etmeliyiz .Ne kadar çok insanla konuşur soru sormasını sağlarsak kendimizi daha iyi anlatmış oluruz. Neden barıştan yana olduğumuz, emekçiler olarak kendi taleplerimizin neden savaştan daha önemli olduğu konusunda inandırıcı olabiliriz.
Eğitim-Sen İst. 2 no’lu şube
(*) Yazı yazıldığı sırada Telekom grevi devam ediyordu
(**) Kaynak , Merkez Bankası verileri