17 Kasım Cumartesi günü Ankara Hilton’da, Ankara Barosu üyesi bir kısım ‘genç avukat’ tarafından TBB’nin desteğiyle “Mesleğe Yeni Başlayan Avukatların Sorunları ve Çözüm Yolları” konulu bir forum düzenlendi. Sabah saatlerinde kıdemli avukatlar sayıca daha fazlaydılar; salonda çok fazla genç avukatın bulunduğu söylenemezdi. Ancak foruma katılım ilerleyen saatlerde arttı. Forumdaki tartışma başlıkları ise şunlardı: * Meslek […]
17 Kasım Cumartesi günü Ankara Hilton’da, Ankara Barosu üyesi bir kısım ‘genç avukat’ tarafından TBB’nin desteğiyle “Mesleğe Yeni Başlayan Avukatların Sorunları ve Çözüm Yolları” konulu bir forum düzenlendi. Sabah saatlerinde kıdemli avukatlar sayıca daha fazlaydılar; salonda çok fazla genç avukatın bulunduğu söylenemezdi. Ancak foruma katılım ilerleyen saatlerde arttı.
Forumdaki tartışma başlıkları ise şunlardı:
* Meslek Örgütüne İlişkin Sorunlar
* Mesleki Bağımsızlığa İlişkin Sorunlar
* Ekonomik Sorunlar
* Eğitim sorunları
Divanda yer alan genç avukatlar, bu başlıklara ilişkin kısa ve çok kapsamlı olmayan sunumlar yapıyorlar; ardından da serbest tartışmaya geçiliyordu. Düzenleyiciler, toplantıdaki katılımın düşüklüğü nedeniyle üzüntülerini belirterek, genç avukatların çalıştıkları yerlerden izin alamadıkları için gelemediklerini, bu durumun bağımlı çalışmanın somut göstergesi olduğunu söylediler. Bana kalırsa, sözü geçen sorunların gerçek sahiplerinin, foruma beklenilen düzeyin altında katılım göstermesinin başka nedenleri de vardı. Örneğin forum için hazırlanan duyuru ve afişlerde TBB’nin imzası dışında başka bir açıklamaya yer verilmemiş; forumun ‘gençler’ tarafından düzenlendiği tam olarak açıklanmamıştı. Birçok sorunla boğuşmasına rağmen, yıllardır kendi meslek örgütünden herhangi bir destek, biraz olsun ilgi dahi göremeyen avukatlar, TBB’nin duyurusunu inandırıcı bulmamışlardı belki de.
Avukatın Kılığı ve Mesleğin Saygınlığı
Forumda en çok söz edilen kavramlardan biri ‘mesleğin saygınlığı’, diğeri de ‘meslekte kalite’ idi. Saygınlık, adalet sistemindeki sav-savunma-yargı üçlüsü içinde, savunmayı temsil eden avukatların, üçlünün diğer parçaları olan hakim ve savcılar karşısındaki konumu ve kılık-kıyafet üzerinden tartışıldı. Stajyer avukatlardan biri, meslektaşların kılık-kıyafete dikkat etmediğini, mesleğin saygınlığının bu nedenle zedelendiğini söylerken; diğer bir stajyer ise mesleğin saygınlığına uygun kıyafeti alacak parasının olmadığını söyledi. Avukatlar ve savcılar arasında kağıt üzerinde var olan eşitliğin, savcıların halen yargıçlarla birlikte avukatlardan yukarıda oturması nedeniyle, mahkeme salonlarına yansımadığından söz edildi.
Mesleğin saygınlığına ilişkin tartışmada, halkın gözündeki avukat imajının zedelendiğinden bahsedilir gibi oldu; fakat kimsenin aklına adliyelerdeki, özellikle icra dairelerindeki rüşvet ve iltimas sorununa değinmek gelmedi. Avukatın toplum gözünde değer kaybetmesinin asıl nedenlerinden biri olan tüccarlaşma yerine, kılık-kıyafet ve mahkemede alınan pozisyon gibi sembolik meseleler gündemdeydi.
Mesleki Bağımsızlık ve Zorunlu Müdafilik
Adalet Bakanlığı ve yargının diğer unsurları karşısında ve avukatlar arası bağımsızlıktan söz edilirken; TBB’nin geçen aylarda gündeme getirdiği yasa tasarısı eleştirildi. Ücretli avukatların haklarını koruma amacıyla hazırlandığı söylenen tasarıda, ücretli avukatların baro seçimlerinde oy kullanamamasına dair bir düzenleme yer alıyordu ki; eleştirmemek mümkün değildi. Bu düzenlemenin kabulü, TBB tarafından ücretli avukatın, avukat olarak görülmediği anlamına geliyordu. Söz konusu taslak, Ankara Barosu’nda yapılan forumlarda büyük tepki toplayınca, TBB’nin sitesinden kaldırılmıştı.
Forumda avukatın avukata olan bağımlılığı yanı sıra, diğer bir bağımlılık türü olarak meslek örgütü ile Adalet Bakanlığı arasındaki vesayet ilişkisinden de söz edildi. Özellikle Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) uyarınca, ceza davalarında zorunlu müdafilik görevi yapan avukatlar, Adalet Bakanlığı’nın yarattığı ödeme krizi nedeniyle, haklarını bir yılı aşkın bir süre sonunda elde edebilmişti. Barolar ise bu süreçte CMK avukatlarını yeterince sahiplenmemiş, bu konudaki girişimler Bakanlıkla ücret pazarlığı yapmakla sınırlı kalmıştı.
Ancak CMK sorunları tartışılırken es geçilen nokta, zorunlu müdafilik kurumunun adalet sisteminde nasıl bir yer kapladığıydı. Zorunlu müdafilik, soruşturma sırasında avukat tutmaya gücü olmayan şüphelilere, barolarda oluşturulan birimler aracılığıyla avukatlık hizmeti sunulmasıydı. Dolayısıyla CMK meselesi, savunma hakkı ile de yakından ilgiliydi.
Avukatlık Sınavı: Sihirli Değnek
2006 Kasım’ında stajyer avukatların muhalefeti sonucu kaldırılan avukatlık sınavı, mesleğin kurtuluşu için çok önemliydi. Tüm dünyada uygulanan sınav mutlaka geri getirilmeliydi; çünkü her geçen gün artan hukuk fakültesi sayısı, mesleğin kalitesini düşürmekteydi. Sınav sihirli bir değnek gibi değecek ve tüm dertler bitecekti. Önceki yıllarda sınava karşı çıkan stajyerler, sınavdan kaçma kaprisleri nedeniyle mesleğe büyük zarar vermişlerdi. Meslekte yarışmanın, rekabet kültürünün bir unsuru olarak sınava sahip çıkılmalıydı; bu nefis görüşleri genç avukatların da paylaşması ne güzeldi (!)
Görülen o ki; sınava karşı kampanyalar yürüten stajyerleri, kıdemli avukatlar arasından doğru anlayan çıkmamıştı. Stajyer avukatlar “Avukatlık Sınavına Hayır” derken, “Dünyanın bütün sınavları kahrolsun!” dememişlerdi ki. Ayrıca Dünyanın bazı yerlerinde sınavın eğitim önündeki asıl büyük engel olduğu savunulduğuna göre, onu da diyebilirlerdi. Kıdemli avukatlar AB ve ABD’yi model almakta özgürdü de, genç avukatların ABD’nin biraz daha aşağısındaki Latin Amerika’yı model göstermesinin garipsenecek tarafı neydi?
Kıdemli avukatların büyük çoğunluğu ‘kamusal hak’ kavramını unutmuş gözüküyordu. Bu nedenle Çukurova Üniversitesi’nde son açılan hukuk fakültesine karşı dava açma yoluna giden Ankara Barosu’nun bu hareketi kutlanıyordu. Davalı Adana Barosu’nun karşı gerekçeleri nedir bilinmez; fakat hukukçuların meslek örgütü olarak Ankara Barosu’nun, Anayasal bir hak olan ‘eğitim hakkı’ karşısında tutum almasının da izah edilebilir yanı bulunmuyordu.
Bana kalırsa avukatlık mesleğinde bir nitelik düşüşü varsa, bunun temel nedeni üniversite ve staj döneminde alınan eğitimin yetersizliği, eksikliğiydi. Bunun dışında adalet sisteminin içinde bulunduğu durum pek iç açıcı değildi; siyasal iktidar kamusal bir niteliği olan adalet hizmetine yeterli kaynak ayırmadığı gibi, eğitime de yeterince kaynak ayırmıyordu. Aksine bu alanlardan, yani kamusal hizmetlerden elini çekmeye çalışıyordu. Yeterli akademik kadro ve imkanlara sahip olmayan hukuk fakültelerinde alınan eğitimden sonra, yine yetersiz ve ciddiyetsiz bir stajdan geçen stajyerlerin ‘kalitesini’ sorgulamak, pek samimi bir tavırmış gibi görünmüyordu. Barolar Birliği yöneticileri ise, siyasi iktidarın olumsuz politikalarına müdahale edemeyeceklerini, sorunu meslek içerisinde kendilerinin çözmesi gerektiğini, bu nedenle sınavın bir çözüm olarak öne çıktığını söylüyordu. Kıdemli avukatların hayal gücündeki zayıflamanın da, mesleki sorunların artmasında pay sahibi olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Gayet Meşru Bir Talep: Staj Kredisi Burs Olarak Verilsin
Bir ara kürsüye İstanbul’dan genç bir avukat çıktı. “Çağdaş Genç Avukatlar” adıyla İstanbul’da yürüttükleri imza kampanyasından söz etti. Talepleri oldukça net, oldukça meşruydu. Stajyerlere geri ödeme koşuluyla verilen ekonomik yardımın, karşılıksız şekilde, yani burs olarak verilmesini talep ediyorlardı. Gerekçeleri de sağlamdı; Avukatlık Kanunu’nda staj kredisinin kaynağı olarak, vekaletnamelere yapıştırılan baro pullarından elde edilen
gelir gösteriliyordu. Küçük bir hesap, vekaletname pullarından oluşan gelirin büyük bir çoğunluğunun stajyerler için kullanılmadığını gösteriyordu.
Uzmanlaşma ve Hiyerarşi
Yine kıdemli bir meslektaşımız, herkesin her işi yapamayacağını, avukatlıkta uzmanlaşmanın şart olduğunu, hatta meslek kıdemine göre bir derecelendirmeye gidilmesi gerektiğini belirtiyordu. Benim aklımaysa ister istemez, eğitimcilerin ‘başöğretmen’ tartışmaları ile mühendislerin ‘yetkin mühendislik’ meselesi geliyordu; arada bir bağlantı vardı, hafiften sezer gibiydim.
İşçi Avukat-Patron Avukat
Salonda bir ara ücretli çalışan avukatlar için ‘işçi’ sözcüğü kullanıldı. Sonra ben çıkıp, işçi ve patronlardan söz ettim. “Ne zamandır küreselleşme olarak bildiğiniz şeyi onaylıyorsanız eğer, işçi avukatların kendine yeni bir meslek örgütü bulması gerekecek” sözü kaçıvermiş ağzımdan. Benim gibi düşünen meslektaşlar da vardı, yalnız değildim. Ardından söylediklerimi hakaret kabul eden meslektaşlar kürsüye çıkıp, “patron ve işçi avukat terimleri kabul edilemez, çok çirkin” dediler. Tüm avukatların eşit olduğunu söyledi bir başkası; çok inanmıştı buna, gözlerinden anlamıştım. Bugüne dek yanında 100 avukat çalışmış; ama hepsiyle de abi-kardeş gibiymişler. Avukatların kurumsallaşması, çağın gereklerini yakalamak için işletme mantığıyla çalışmaya başlaması gerektiğini de eklemeden edemiyordu.
Meslek Örgütlerine Rağmen Örgütsüz Bir Meslek
Bir meslektaşımız, geçtiğimiz 1 Mayıs sonrasında PVSK’da yapılan değişikliklerle polisin yetkilerinin arttırılması sonucu, avukatların görev başında maruz kaldığı saldırıların da arttığından söz etti; TBB ve baroların bu konularda yeterince ses yükseltmediği eleştirisini yaptı. Büyük ihtimalle birçok meslektaşın sözü geçen saldırılardan haberi bile yoktu.
Forumdan çıkarttığım ana fikir; ekonomik anlamda eskiye oranla oldukça güçlü, kapı gibi meslek örgütlerinin varlığına rağmen, avukatların kendi haklarını savunmaktan aciz olduğuydu. Aynı anda on derneğe birden üye olmuş bir meslektaşımız vardı; ama avukatlar arasında inanılmaz bir dil farklılığı mevcuttu. Herkes ayrı telden çalıyordu; sanki herkes farklı ülkelerde avukatlık yapıyordu. Asıl ironik durum ise, bu denli örgütsüz, haklarını savunamayan, kendi içinde bu kadar iletişim yoksunu olan bir mesleğin üyelerinin, başka insanların haklarını savunarak para kazanıyor olmasıydı.
Şimdilik Aynı Dili Konuşmasak da…
TBB Başkanı Özdemir Özok, kapanış konuşmasında benzer forumların diğer illerde de düzenleneceğini belirtti. Bu forumlar silsilesi, ülke çapında sayısı 57 bini aşan avukatların, yıllardır içinde bulunduğu örgütsüzlük ve ataletten kurtulmasını sağlar mı, bilinmez. Ancak Ankara’daki forumdan ortaya çıkan bir şey var ki; avukatlar henüz aynı dili konuşamasalar da, birbirleriyle konuşmaya son derece aç görünüyorlar.