TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın şehirlerimizi ve planlama etkinliğini tartışmak amacıyla her yıl Dünya Şehircilik Günü etkinlikleri kapsamında düzenlediği Kolokyum, geçtiğimiz günlerde ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Anabilim Dalı işbirliği ile Ankara’da gerçekleştirildi. Üç gün süren toplantıların bu seneki teması, içinde bulunduğumuz dönemde planlamanın bölge/kent ölçeğinden noktasal dönüşüm alanlarına kadar çok çeşitli düzeylerde geçmişte […]
TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın şehirlerimizi ve planlama etkinliğini tartışmak amacıyla her yıl Dünya Şehircilik Günü etkinlikleri kapsamında düzenlediği Kolokyum, geçtiğimiz günlerde ODTÜ Kentsel Politika Planlaması ve Yerel Yönetimler Anabilim Dalı işbirliği ile Ankara’da gerçekleştirildi. Üç gün süren toplantıların bu seneki teması, içinde bulunduğumuz dönemde planlamanın bölge/kent ölçeğinden noktasal dönüşüm alanlarına kadar çok çeşitli düzeylerde geçmişte olmadığı kadar merkezi bir yer edinmesine karşın kentlerin giderek artan biçimde mekansal eşitsizliklerin yoğunlaştığı, toplumsal dışlanmanın arttığı ve rant baskılarının şekillendirdiği alanlar haline gelmesi ile ortaya çıkan ‘paradoksal’ durumdan hareketle, “Planlama Meslek Alanı: Geçmişten Geleceğe” olarak belirlenmişti. Şehircilik mesleğinin farklı noktalarında (özel büro, kamu, üniversite) yer alan plancılar bu tema altında biraraya gelerek, hem meslek alanının kamu yararını gözeten tarihsel birikimine işaret ettiler hem de giderek sermaye için rant dağıtım aracına dönüştürülen planlama anlayışına karşı meslek alanı içerisinden geliştirilebilecek yanıtlar üzerine tartışma yürüttüler.
Kolokyum boyunca tartışmanın odağında “meslek ahlakı” kavramı yer aldı. Çerçeve sunuşların önemli bir kısmı planlama alanında yaşanan süreci meslek ahlakı bağlamında ele aldı ve ciddi ahlaki problemlerin varlığına işaret etti. Bu nedenle, plancıların kendi meslek alanlarını sağlıklı bir zemine oturtmaları, etik/ahlaki ilkelerini belirlemeleri ve meslek örgütünü bu yönde daha etkin denetim yapar hale getirmeleri gerektiği dile getirildi. Oturumların ardından yapılan forumda bir katılımcının “sarı sendikacılık” olgusuna benzer biçimde günümüzde planlama meslek alanında “sarı plancıların” varlığından söz etmesi, meslek ahlakı çerçevesindeki kaygıları somut olarak ifade etmenin yanısıra, kentsel rant yaratımı ve özelleştirilmesi üzerine kurulu neoliberal şehirciliğe karşı plancıların dolaysız ve açık bir mücadelenin eşiğine geldiğini anlatıyordu. Kolokyum, kamu yararını gözeten bir meslek alanı olarak planlamanın ciddi bir tehdit altında olduğunu tescil ederken, neoliberal şehirciliğin baskısı altında ezilmemek için plancıların “yeni bir dile, yeni mücadele araçlarına ve yeni mücadele biçimlerine” ihtiyacını ortaya koydu. Bu çerçevede “eskinin ölmekte” olduğu ortak kabul olmasına karşın, “yeni olanın doğumuna” yönelik değerlendirmeler önümüzdeki günlere bırakıldı.
Planlama Meslek Alanı
Eleştirel-coğrafyacı David Harvey “Planlama İdeolojisini Planlamak Üzerine” başlıklı makalesinde, şehir planlama mesleğinin nesnelerin mekanda varoluşlarını düzenlerken toplumsal ilişkilere çatışma, ayrışma ve parçalanma yerine uyum, denge ve bütünlük kazandırmayı hedeflediğini ve plancının şeylere müdahale etme gücü ve meşruiyetinin de toplumsal uyum ve düzen mefhumundan aldığını belirtir. Bu çerçevede şehir planlama mesleği toplumsal yeniden üretimi sağlama işlevini üstlenirken, Harvey’e göre, bu plancıyı doğrudan statüko savunucusu haline getirmez. Aksine “yanlışları düzeltme”, “dengesizlikleri doğrulama” ve “toplumsal/kamusal olanı savunma” rolüyle plancıyı, kapitalist ilişkilerin özel çıkar temelli anarşik dinamikleri ile sürekli olarak çatışmak durumunda bırakır. Bu nedenle, planlama meslek alanı kapitalist toplum içerisinde oldukça çelişkili bir konum edinir: gücünü ve meşruiyetini kapitalist ilişkilerin anarşik doğasının yol açtığı olumsuz sonuçlardan alırken, rehber edindiği “kamu yararı” ilkesi ile pratikte sözkonusu ilişkilerin kendisi ile çatışır. Dolayısıyla kamusal olanı gözeten niteliği ile planlama mesleğinin kapitalist ilişkiler içerisinde edindiği ilerici duruş, bizatihi toplumsal yeniden üretim işlevi ile sınırlandırılır. Bu çerçevede sermaye birikiminin krize girdiği dönemlerinde sözkonusu ilerici duruşun etkinlik alanı daralır ve plancının teknik rasyonaliteye dayanan gücü azalırken, kapitalist yeniden yapılanmaya uygun, düzenleyici hedeflere, araçlara ve rasyonaliteye sahip bir planlama mesleği gündeme gelir.
Ülkemizde planlama meslek alanına ilişkin plancıların Kolokyum süresince çok çeşitli boyutlarda dile getirdikleri sorunlar, Harvey’in sözünü ettiği yönde bir krizi ve daralmayı anlatmakta: Birikim krizine paralel olarak sermaye Türkiye’de, emek üzerinde el koyma ve özelleştirme pratiğini yoğunlaştırma ile yetin(e)memekte, kentsel mekana ve doğal kaynaklara ilgisini artırmaktadır. Bu çerçevede mekana yönelen sermayenin miktarı ve ölçeği arttıkça, belirlilik ve standardizasyon için planlamaya başvurulmakta, ancak kamu yararını gözeten nitelikleri nedeniyle budanması ve yeniden yapılandırılması gereken bir alan olarak görülmektedir. Son dönemde planlamayı öne çıkaran yasal-kurumsal düzenlemeler de, meslek alanının kamu yararını gözeten araçlarını sınırlandırarak ya da işlevsiz bırakarak, sözkonusu eğilime yasal güç kazandırmaktadır. Böylelikle 1960’lı yıllarda kamusal işlevlere dönük önemli nitelikler ile temelleri atılan şehir planlama mesleği, ıslah imar planları ve mevzii planlar ile gelen 1980 ve 90’lı kriz yılları ardından, günümüzde kamucu/ilerici duruşuna yönelik bir tasfiye dönemine girmektedir. Kuşkusuz bu durum, plancıların ısmarlama iş yapan zanaatkarlara dönüşümünün önünü açmakla birlikte, çalışan sınıflar ve yoksulları yeni eşitsizlik ve dışlanma biçimleri ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Meslek Ahlakı, Sarı Plancılar ya da Piyasa-merkezli Tepki
İstanbul odaklı olmakla birlikte yüksek rant değerlerine sahip bir çok alanda karşılaştığımız planlı imar vurgunu örneklerine bakıldığında, müellif, bilirkişi, danışman, üniversite döner sermaye projesi yürütücüsü rolleriyle bazı plancıların şimdiden sermaye birikim dinamiklerine paralel bir kabuk değişimine yöneldiği görülüyor. Piyasa-merkezli tepki olarak nitelendirebileceğimiz bu yönelim, plancıları kamu yararını gözeten süreçlerinden uzak tuttuğu ölçüde, kentlerimiz için olduğu kadar planlama mesleği için de vahim sonuçlar ortaya çıkarıyor. Bu tür örnekler içerisinde planlama mesleği, Harvey’in yukarıda aktardığımız özel çıkarın toplumu parçalayan dinamiklerini kamu yararı adına törpüleyen işlevinin bile gerisine düşüyor ve sermayenin dolaysız bir aracı haline geliyor.
Toplumsal olanı geride bırakan bir planlama pratiğinin meslek alanına öncelikle bir ahlaki sorun olarak yansıması kaçınılmaz bir durum. Çünkü planlama, çelişkili konumuna rağmen, her şeyden önce toplumun belirli bir ortaklaşma etrafında kuruluşuna yönelik bir faaliyet. Dolayısıyla toplumu parçalayan ve özelleştiren dinamiklere eklemlenen piyasacı tepki, Polanyi’nin toplumsal olanı tahrip eden liberal pazar ekonomisi için kullandığı ahlaksız ekonomi nitelemesine benzer biçimde, ahlaksız planlamayı temsil etmektedir. Karar alma süreçlerinde toplum adına kamusal bir rol alan plancıyı sermayenin özel temsilcisi haline dönüştüren ve uygun bir deyimle sarı plancı yapan bu ahlaksız planlama pratiğiyle, işçilerin sarı sendikacılara karşı geçmişte yürüttüğü mücadelerden ilham alarak, her düzeyde kavgaya tutuşmak gerekmektedir. Kuşkusuz meslek örgütü bu yönde bir ahlaki savunmada denetleyici, yönlendirici, teşvik edici olarak öncü rol oynamalıdır.
Ne var ki sarı plancılık, ahlaki bir sorunun da ötesinde, planlama meslek alanına ilişkin yeni bir gelişmeyi anlatıyor gibi: planlamanın ve plancının toplumsal güç ilişkileri içerisinde değişen kon
umu. Bir dönem teknik bilgisine duyulan ihtiyaç nedeniyle iktidar alanı içerisinde belirli bir konum/temsiliyet/güç edinen planlama mesleği ve plancı, sermaye birikiminin kamusal olanı parçalayıcı ve vasıfsızlaştırıcı çarkları altında ezilmekte ve güç ilişkileri piramidinde gerilemektedir. Bu süreçte devletten aldığı yetki ile sermaye ile belirli bir mesafede ilişki kuran ve toplum adına kamu yararını gözeten plancının gücü oldukça zayıflarken, yeni güç ilişkileri kompozisyona eklemlenmeye çalışan bir plancı tipinin ortaya çıkmaya başladığı açıkça görülüyor. “Fil’e (yatırımcı) züccaciye dükkanında (kent) rehberlik etme” olarak betimlenen bu eklemlenme içerisinde, meslek alanı, sermaye ile mesafesi ile değil, yakınlığıyla; plancı, kamu yararı adına karar verici gücü ile değil, “yatırımcı ile kentli arasında tarafsız hakemlik gücü” ile tanımlanıyor. Piyasa-merkezli tepkiyi yeni bir ‘ahlaki kod’ (hakemlik) altında toplayan bu yönelimin yeni planlama ideolojisi olarak giderek hegemonik hale gelmesi, sarı plancılığın tekil bir ahlaki sorun olmanın ötesinde, meslek alanına ilişkin -deyim yerindeyse- sararma sürecinin parçası olduğu gösteriyor. Dolayısıyla kamu yararına yönelik bir planlama anlayışı, “ahlaksızlık” örnekleri ile birlikte, bunları üreten, teşvik eden ve yoğunlaştıran piyasa-merkezli sararma süreci ile dolaysız bir mücadeleye girişmek zorunda. Bu ise, hem planlama alanına hem de toplumsal alana artık başka bir perspektifle bakmayı gerekli kılmakta.
Teknisist-Kurumcu Plancıyı Aşmak
Bilindiği gibi sarı plancı deyimine kaynaklık eden sarı sendikacılık olgusu, işçilerin ve işçi örgütlerinin mevcut sendikal sınırları aşmaya başladığı bir noktada ortaya çıkmıştı. Kızıl sendikacılık olarak nitelendirilen bu sınır aşımının oluşturduğu canlı ve mücadeleden kaçınmayan örgütlülük karşısında, patronlar kendi elleri ile (sarı) sendikalar kurmuşlardı. Öyleyse plancıların meslek alanının yerleşik sınırlarını zorladığı ve aşmaya başladığı ölçüde, sarı plancı deyimi gerçek anlamını kazanacaktır. Bu sınırı, Harvey, toplumsal çelişkilerin dışında ve üzerinde duran teknisist-kurumcu plancı olarak tanımlıyordu. Sermaye birikiminin parçalayıcı çarkları karşısında plancıların sürekli olarak yaşadığı hayal kırıklıkları, ancak teknisist-kurumcu plancının varoluş alanının ötesine geçildiğinde, yani toplumun yaşayan çatışmaları ile buluşduğunda, ortadan kalkacaktır. Çünkü plancı gücünü, sadece verili koordinatlar içerisindeki sınırlı gerilimlerden değil, aynı zamanda onları üreten çatışmalardan alacak ve böylelikle toplumsal olanı parçalayan dinamiklere karşı mücadelenin güçlü ve öncü bir parçası olacaktır.
Kolokyumda ortaya konulan hayal kırıklıkları ve kaygıların yoğunluğuna bakılırsa, günümüz Türkiye’sinin birikim çarkı plancıları yerleşik teknisist-kurumcu rollerin sınırlı sonuçlar vereceği bir eşiğe getirmiş durumda. Bu durumda kamu yararını gözeten plancılar, sarı plancılar ile mücadele ederken, renklerin diliyle konuşursak, aynı zamanda planlamayı gri bir alan olmaktan çıkarması, canlı bir eyleme dönüştürmesi ve toplumsal güç mücadelesinin bir parçası yapması gerekiyor. Çünkü plan toplumsal gerilimlerin ve mücadelelerin rengine bürünebildiği ölçüde, plancı sermayenin bunaltıcı baskısına direnebilecek ve kamu yararı doğrultusunda kararlar üretebilecektir. Bunun için, plancının teknik gücü ile çalışan sınıflar, yoksullar ve ezilenlerin toplumsal gücü arasında dönüşüm alanlarından kent-bölge ölçeğine kadar her düzeyde yeni ilişki biçimlerin oluşturulması gerekiyor. Meslek örgütüne önemli sorumluluklar yükleyen bu gereklilik, gri kalıplarına alışık plancı için kolay olmamasına karşın, planlama ile toplumsal olan arasında içsel ve canlı bir ilişki kurmak için giderek yakıcı hale geliyor….