12 yıl evvel Erdal Atabek’in “Kendi Yurdunda Sürgünsün” adlı eserini okumuştum. “Hayattan yalıtılmış, duygulardan yoksun bırakılmış insanlar aslında ‘sürgün’ değil miydi?… Belki de sürgünlük bir yaşama biçimi olmuştu…” diye yazıyordu. Evet, gerçekten de ilk anda, sürgünlük bedeninizi ve halkınızı bir ur gibi saran yalnızlık, korku ve çaresizlik hissidir de. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen şovenist dalgadaki provokasyon […]
12 yıl evvel Erdal Atabek’in “Kendi Yurdunda Sürgünsün” adlı eserini okumuştum. “Hayattan yalıtılmış, duygulardan yoksun bırakılmış insanlar aslında ‘sürgün’ değil miydi?… Belki de sürgünlük bir yaşama biçimi olmuştu…” diye yazıyordu. Evet, gerçekten de ilk anda, sürgünlük bedeninizi ve halkınızı bir ur gibi saran yalnızlık, korku ve çaresizlik hissidir de.
Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen şovenist dalgadaki provokasyon ve linç ortamında, sol kesimin büyük çoğunluğunda oluşan ruh hali budur bence. Hazırlıksızlık ve çaresizlikten ne yapacağını, söyleyeceğini bilememe hali. Oysa bu sonbaharı acilen kardeşliğin mevsimi yapmamız gerekiyor. Kardeşleşme, Kürt ve Türk halkı arasında zayıflayan “barış” bağının yegane tesisidir çünkü.
Tarihte de, kardeşleşme temelinde yürütülen bütünsel bir mücadele hattı ancak ezilenlerin kurtuluşunu sağlayabilmiştir. Karl Liebknecht, batılı devletlerin çokuluslu devletleri sömürgeleştirmeleri temelinden ortaya çıkan 1. Dünya Savaşı’na, 110 milletvekili olan Alman SPD’nin sosyal-şovenizme kaymasına, tek başına karşı çıkabilmiştir. Liebknecht’in dilinden konuşan Lenin ve diğerleri, bu paylaşım savaşını, işçi sınıfı ve bağımlı uluslar için bir yengiye dönüştürebilmiştir. İlerleyen yıllarda sömürgelerde yaşayan ezilen halklar, gerek kendi aralarında gerekse emperyalist ülkelerdeki işçi sınıfıyla kurdukları kardeşlik bağlarıyla çok önemli başarılar sağlamışlardır. Cezayir’de, G. Vietnam’da…
Elbet her dönemin ve her ülkenin kendine özgü koşulları vardır. Günümüz dünyasında, yeni sömürgecilik ilişkilerinin inşası ve derinleştirilmesi sürecini yaşamaktayız. Bu dönemde de; Meksika’da, Türkiye’de, Kolombiya’da vb… bir çok ülkede yerli, ulusal hareketler bulunmaktadır. Bu hareketlerin hepsinin toplumsal desteğini yoksul köylüler oluşturmakta; bu uluslar devlet yönetiminden dışlanmakta ve yaşadıkları bölgeler geri bıraktırılmaktadır. İşte bu yüzden toplumsal devrim talebine yönelmeyen hiçbir ulusal hareketin, gerçekten bağımsız olabilmesi ve mücadelesinin gelişebilmesi mümkün değildir. Bütünsel olarak düşünüldüğünde de, yeni sömürge kapitalizmine karşı bir devrimci hareket yaratmak istiyorsanız, ulusal sorun programınızın önemli bir parçası haline gelmelidir.
İşte burada aynı soruyu yeniden sormamız gerekiyor? Halklarımız arasındaki kardeşleşme, nasıl yeniden güçlendirilebilir? Kardeşleşmenin dili ve programı nasıl olacaktır? Tabii ki, provokasyonların aldatıcılığı sabırla ve dikkatle anlatılacak, ABD ve neo-liberal politikalar arasındaki bağ gözler önüne serilecek ve böylece halklarımızın birlikte özgürleşmesinin gerçekleşebileceği açıklanacaktır. Ama bunun gündelik dili üzerine kafa yormak hepimize düşen bir görevdir.
Yine bu sorunun cevabını verebilmek için en başta değindiğim sıkıntının sokağa çıkarak aşılması gerekmektedir. Evet, Ankara’da 30 bin insan kardeşlik istedi. Ama ruh halinin hala sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. Hala bir korku hali geziniyor. Unutmayalım, korkarak yaşarsan yalnızca hayatı seyredersin, derler.
Kitapta, Hasan Hüseyin’in “acıyı bal eylemek” deyişi, acıyı bilince dönüştürmek olarak yorumlanmıştı. Ve ellerin dikenli tellerle mücadelesi anlatılmıştı. Eli acımayan sürgünlüğü yenemiyor..