karalarımız ve aklarımız bir duvarı yıkmaktır, anlatılır* biz, çılgın bir yürüyüşün en tetik yolcusuyuz eririz tükeniriz, toplanır yaratırız. bu bize aşktır biz belki de en uzun yaşamalı bir su’yuz * Turgut Uyar – Su Yorumcularına-II Ülkemizde su hakkı mücadelesi bu sene ivme kazandı. Kocaeli ve Ankara’da yaşanan su sıkıntısı üzerine örülmeye çalışılan halk muhalefeti sürecinin […]
karalarımız ve aklarımız bir duvarı yıkmaktır, anlatılır*
biz, çılgın bir yürüyüşün en tetik yolcusuyuz
eririz tükeniriz, toplanır yaratırız. bu bize aşktır
biz belki de en uzun yaşamalı bir su’yuz
* Turgut Uyar – Su Yorumcularına-II
Ülkemizde su hakkı mücadelesi bu sene ivme kazandı. Kocaeli ve Ankara’da yaşanan su sıkıntısı üzerine örülmeye çalışılan halk muhalefeti sürecinin devamının, kritik bir öneme sahip olduğu gözükmekte. Yaşananları basit bir su sıkıntısı olarak görmeyip bir hak mücadelesi olarak kavramak, bu mücadeleyi örenleri ise “sudan işlerle uğraşan” insanlar değil, “su yorumcusu” olarak görmek – nitelemek gerekiyor. Çünkü su, her yeni yaşamın kaynağı ve adı. Oysa çokuluslu tekeller suya artık “mavi altın” diyorlar. Su kaynaklarını hakimiyetleri altına almak, denetlemek ve suyu piyasalaştırmak onların önemli amaçlarından birisi ve buradan gelen karlar milyarlarca doları buluyor. (Temel güdüsü “kar” olan kapitalizmin, yaşamın kaynağını metalaştırarak ona “mavi altın” demesi kapitalist sistemin meta delisi – altına tapan karakterini gözler önüne seriyor. Tam da burada Lenin’in, dünyanın bütün altınlarını toplayıp bir kenef yaptırma hikayesi aklıma geliyor ve gülüyorum.)
Su kaynaklarımız ve hayatımıza göz koyanlar
Dünyamızda 1.4 milyar km3 su vardır ve sadece % 2.5’i tatlı su kaynağıdır. Bunun da çok küçük bir kısmı içilebilir durumdadır. Buna karşın yaklaşık 1.5 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun, 2 milyarı aşkın insan sağlıklı suya ulaşamamaktadır. Bu yüzden her yıl 7 milyon kişi ölmektedir. Su ile ilgili sorunlar dünyanın her yerinde görülmektedir. Ama özellikle yeni sömürge ülkelerde büyük yıkımlara yol açmaktadır. Çünkü Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Bolivya gibi yeni sömürge ülkeler oldukça zengin su kaynaklarına sahiptirler ve bu noktada tekellerin hedefi halindedirler.
Peki halkların düşmanları kimlerdir? Tabi ki küresel sermaye ve onların her düzeydeki kurumları. Son otuz yıldır yeni sömürge ülkelerde toptan altüst oluşun bir sonucu olan şehirleşmeye paralel olarak, su metalaştırılmaktadır. IMF, Dünya Bankası ve GATS cenderesinde, su kaynaklarına hakimiyet ve denetim, hızla çokuluslu tekeller lehine değişmektedir. Bu noktada yerli halklar yerlerinden edilmekte, yoksullar salgınlara ve ölüme terk edilmektedir. Bu yüzden su hakkı mücadelesi, çokuluslu tekeller ve onların işbirlikçileriyle halk arasında geçen bir temel çatışma sürecine dönmektedir. (Richard Mokolo ve Vandana Shiva bu saldırıları ırkçılık olarak nitelemektedir.)
Suyun çokuluslu tekellerin eline geçmesi; özelleştirme, yap-işlet-devret modeli ve yerelleştirme- demokratikleştirme-katılımcılık biçimleriyle gerçekleşmektedir. “Özel sektörün önünün açılması ülke menfaatlerinedir” “Gelişmek için büyümek gereklidir” söylemleriyle ise suyun metalaştırılması dayatılmaktadır. El Salvador’a ve Türkiye’ye verilecek IMF kredilerinin suyun – akarsuların özelleştirilmesi şartına bağlanması; yine Polonya ve Macaristan’da AB’ye giriş vizesi için bazı şehirlerdeki su dağıtımlarının özelleştirilmesinin istenmesi, “suyun başını tutmak isteyenlerin kim olduklarını” gözler önüne seriyor.
Şimdi bu çokuluslu tekellerin adlarını zikredelim ve bu adları duyduğumuz vakit hemen tetikte olmaya bakalım. Suez Lyonnaise (III. Napolyon döneminde su ticareti amacıyla kurulan en büyük tekel-Fransa), Vivendi (Fransa), Thames Water (İngiltere) ve ortağı RWE (Almanya), Bechtel (ABD), Bouyges, AWG, Nuon vs.. Suez ve Vivendi özel su sektörünün %70’ini ellerinde bulunduruyor. Suez 130, Vivendi ise 90 ülkede faaliyette. Saydığım ilk 3 şirketin 2002 ciroları toplamı ise 160 milyar dolar. GATS sonrası faaliyetleri hızlanan bu şirketlere, şişeleme su işine giren Coca Cola, Nestle, Pepsi Cola, Danone vs.. eklemek gerekiyor.
Bu tekeller ve Dünya Bankası, (1 Ocak 1995 GATS kararları ertesinde) 1996’da Dünya Su Konseyi denilen oluşumu kurdular. Suyun gelecekte önemli bir ihtiyaç (buna kar kaynağı diyelim) olduğunu belirtip, suyun yerel idarelere değil tekellere bırakılması kararını aldılar. Böylece halkların suyuna saldırı, yeni bir ivme kazandı..
Dünya halkları “su hakkı”nı talep ediyor
Sermaye suyu metalaştırmak için anlaşmalar yapıyor ve yeni saldırılar düzenliyor. Ancak halklarımız da boş durmuyor. Su hakkını, yeni bir dünya kurmanın temel çatışma dinamiklerinden birisi olarak görüyor ve yorumluyor. Şimdi kısaca birçok ülkedeki özelleştirme uygulamalarının sonuçlarına ve örülen mücadelelere değinelim:
G. Afrika’da 1990’ların sonunda su kaynakları özelleştirildi ve aslan payını Suez şirketi aldı. Suya yapılan yüksek zamlar ve suya ulaşmak için ön ödemeli – kontörlü su sayaçlarının takılması sonucunda binlerce yoksul insan suya ulaşamadı ve sularını nehirlerden sağlamaya yöneldi. Kwa-Zulu Natal’da bu yüzden kolera salgını baş gösterdi, 140 bin insan etkilendi ve 250 insan hayatını kaybetti. Kolera salgınının nedeni ise 17 yıldır parasız su sağlayan kanalın kapatılmasıydı. Yine Suez’e ait olan Johannesburg Su Şirketi, sağlığa aykırı biçimde hendek tuvaletler açtı ve böylece yoksulların tuvaletlerine su dökmelerini önledi! Buna karşılık belediye teknisyenleri (gerilla teknisyenler), su sayaçlarını bozarak halka “kaçak” su bağladı.
Yine benzer nedenlerden dolayı Durban’da da 2000 insan kolera ve tifüs salgınından öldü. Bihar bölgesinde Sheonath nehri satıldı ve nehirden balık avlayan, çamaşır yıkayan ya da yüzen insanlar hırsızlıkla suçlandı. Bunun üzerine binlerce insanın katıldığı protesto gösterileri oldu. Bu mücadelelerin ardından G. Afrika’da 2001 yılından beri su özelleştirmeleri yapılamadı. Özelleştirme Karşıtı Forum gibi halk örgütlenmeleri; suyun özelleştirilmesine, yoksulların aleyhine olan tarifelere ve çokuluslu tekellere karşı parasız su hakkı mücadelesini sürdürüyor.
Bolivya halkının %83’ü Morales iktidarından evvel temiz su kaynaklarına ulaşamamaktaydı. Oysa Bolivya, dünyanın en zengin su kaynaklarına sahip 16. ülkesidir. 1996 yılında başlayan ve IMF şartı olan özelleştirmelerle, örneğin ülkenin 3. büyük kenti olan Cochamamba’da su, Bechtel şirketine 40 yıl süreyle devredildi ve %300 zamlandı. Şirket 2000 yılında yoksul semtlere su götürmedi ve su isyanları ortaya çıktı. Aynı yıl işçiler, işsizler, yerliler ve öğrenciler tarafından Cochamamba Hayatı ve Suyu Savunma Koordinasyonu kuruldu. Koordinasyon bir su bakanlığı oluşturdu. Morales’in iktidara gelmesinde, su hakkı mücadelesi önemli bir katkı sağladı. Su tekelleri kovuldu ve suyun özelleştirilmesine olanak veren yasa değiştirildi.
Hindistan’da kamuya dayalı su ekonomisine Dünya Bankası ve tekeller müdahale etti. Suyun kullanımı, kırsal kesimlerin kullanımından kentsel kesimler ve endüstri lehine değiştirildi. Bu noktada yeni baraj inşaatlarına başlandı. Şu ana kadar 200 milyon insanı yerinden eden bu projeler, yaklaşık 1 milyar insanı da yerinden edecek şekilde planlanıyor.
Tabii yine Suez işbaşında. Suez’in girişini sağlamak için önce Delhi’de su ücretleri 7-10 kat artırıldı. Sonra Suez’e satıldı ve bu kez su ücretleri daha da arttı. Şirket, su ve elektrik ihtiyacını karşılamadı ve bu yükü kamu şirketlerine ödetti.
Yine Kerala Palghat’taki Plachimada köyünde kadınlar su kaynaklarını soyan Coca Cola’ya karşı onurlu bir mücadele verdiler. M
art 2000’de kurulan Cola şirketi, milyonlarca litre temiz suyu yasadışı bir şekilde aldı ve suyun miktarı 2/3 oranında azaldı. (Hatırlarsanız ülkemizde de Turkuaz suyunu ovanın altından pompalayıp sofra içeceği diye pazarlıyorlardı. Ve bunu her Cola bayine satma mecburiyeti getirmeye çalışıyorlardı.) Suyun bol olduğu bölgede su kıtlığı yaşanması üzerine kadınlar, şirketin önünde oturma eylemine başladılar. Böyle başlayan harekete uluslararası desteklerde verildi. Cola’nın rüşvet vb. yöntemlerine rağmen 2004’te fabrikanın kapatılması kararı çıktı. Plachimada Deklarasyonu ile ifadesini bulan su hakkı mücadelesi, Hindistan’ın her yerinde cirit atan Cola ve Pepsi’ye karşı verilen mücadelelerde bir umut oldu.
El Salvador, Orta Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (CAFTA) bağlamında Inter-Amerikan Kalkınma Bankası’ndan alınan kredi koşullarına uymak için, 1998’den itibaren suyun özelleştirilmesi sürecine başladı. Ülkede suyun %90’ı kirli, enfeksiyon ölümlerine bağlı bebek ölümleri açısından Orta Amerika 2. ve sadece yarı nüfusuna boru sistemi ile su taşınabilmekte. Özelleştirme kapsamında suya yapılan 3 kat zamma karşı Su İşçileri Sendikası (SETA), önemli eylemler örgütlüyor. Ancak bu eylemlere katılanlar anti-terör yasası kapsamında yargılanıyorlar.
Gana’da suyun özelleştirilmesi kapsamında fiyatlar %95 oranında arttı. Bu artışın sistematik bir biçimde devam edeceği belirtilirken diğer yandan su şirketi çalışanlarının da sayısının azaltılması ve maliyetlerin düşürülmesi gündeme geldi. Nüfusun sadece yarısının düzenli olarak suya ulaştığı Gana’da, Suyun Özelleştirilmesine Karşı Koordinasyon (CAP) kuruldu ve su hakkı mücadelesi giderek büyüdü.
Arjantin’de Cordova kentinin su şirketi Suez’e satıldı ve fiyatlar 2-3 misli arttı. 1997’de Halk Komisyonu’nda örgütlenen Cordovalılar, “su hakkımız” şiarı üzerinden bir ulusallaştırma kampanyası başlattı.
Fransa’da Grenoble kentinde 1989 yılında su şirketi Suez’e satıldı. Fiyatlarda yaşanan 2 misli artış sonrası, halk politik ve hukuki bir savaşım verdi ve şirket 2000 yılında belediyeye geri verildi. Bunun dışında Fransa’da yapılan su özelleştirmeleri sonucu fiyatlar ortalama %150 arttı. 5 milyon insan temiz suya ulaşamadı ve yer yer kolera salgınları oldu.
Meksika, suyu özelleştiren en eski ülkelerden birisidir. Özelleşen dağıtım şebekesinin %20’si de Suez ile Vivendi’ye aittir. Özelleştirme sonucu fiyatlarda artış oldu ve bağlı olarak halkın suları kesildi. Vaat edilen yatırımlar yapılmadı ve halk temiz suya ulaşamadı. Bu durumu protesto eden bir işçi, 2003’teki Kyoto Su Forumu’nda, Suez tarafından işletilen su şebekesinden aldığı bulanık ve kötü kokulu suyu Suez Başkanı’na vererek içmesini istedi ama başkan suyu içmedi.
İngiltere’de 1990’ların başında su ilk özelleştirildiğinde fiyatlar %150-450 arasında arttı. Yine Birmingham’da ön ödemeli kontör uygulamasına geçilince, insanlar maliyetli olduğu için sifon çekmek yerine saksılara dışkılamaya ve saksıları sokaklara atmaya başladı. Dizanteri vakaları 6 kat arttı. Bu gelişmeler üzerine 1998’de sayaç uygulamasından vazgeçildi.
Londra’da da durum vahim. 1999’da 8 milyon insana su temin eden dağıtım şirketi, RWE’ye satıldı. RWE, eskiyen şebekeye hiçbir yatırım yapmadı. Mesela arıtım yetersizliği yüzünden aşırı yağışlarda yağmur suyu içme suyuna karışmakta. (Örneğin bu yıl). Hepatit A, özelleştirme sonucu 2 kat arttı ve 21 bin evin suyu kesik.
Almanya’nın başkenti Berlin’de 1999’da yapılan özelleştirmeler sonucu, suyun yarısı özelleştirildi. Bu dönemden sonra altyapı yatırımları yapılmadı; maliyet gerekçesiyle çalışanlar işten çıkarıldı ve fiyatlar arttı. Yapılan anlaşmalar yine tekeller lehine. Öyle ki ne kadar kar edileceği bile teminat altına alınıyor. Tabii buradaki aktör yine Suez.
Son olarak diğer bazı uygulamalara değinelim: Avustralya’nın başkenti Sidney’de, su şirketini Suez’in almasından sonra, suda yüksek oranda parazit ve bakteri oluşumları görüldü. Kanada Ontorio Walkerton’da suyun test hizmeti özelleştirildikten sonra 7 kişi E.Coli bakterisi nedeniyle öldü. Filipinler’de Subic Bay kentinde Biwater şirketi suya %400 zam yaptı. Suyun kalitesi düştü. Fas’ın başkenti Kazablanka’da su özelleştirmesi sonucu fiyatlar 3 kat arttı.
Örnekler böyle devam ediyor..
Şimdi “acemi bir su yorumcusu” olmalı ve yola koyulmalı..
Ülkemizde de 234 milyar m3 su vardır ve yarıya yakını tüketilebilir konumdadır. Ancak su kaynaklarının yönetilmesine ve planlamasına dair bir sorun vardır. Suyu biriktirme ve depolama; iletim ve arıtmaya gereken yatırımlar yapılmamaktadır. Yine çarpık sanayileşme sonucu su kaynakları kirletilmekte. Buna, suların kesilip birden verildiğinde 2 kere ana boruları patlatan Ankara Belediyesi’ni ibretlik bir örnek olarak eklemek gerekiyor. (Ankara Belediyesi’nin önerilen projeleri yapmadığını eski DSİ müdürü olan AKP milletvekili de açıklıyor. Yani İ. Melih’in ciddi bir projesi yok, esas sorun bu. Ancak Ankara’da yaşanan su sorunu yüzünden halk, temiz olmayan su kaynaklarına yöneldi ve ciddi bağırsak enfeksiyonları yaşadı.)
Yani son otuz yıldır büyük bir hızla yaşanan kır-kent altüst oluşu “su sorunu”nun kaynağıdır. Buna çözüm olarak bulunan ise, Melen Çayı ve Kızılırmak’ın sularının büyük şehirlere taşınmasıdır: Kırsal yaşama ve ekolojiye darbe vurmak. Ya da köklü çözüm olarak özelleştirme sunulmakta. 22 Temmuz seçimlerinden 9 gün sonra 12 nehir ve göletin özelleştirileceğinin açıklanması ve buna zaten gündemde olan su dağıtım şirketlerinin eklenmesi tekellerin iştahını kabarttı.
Bugün tekeller bu kaynaklara el koymak istiyorlar. Gerçi ülkemizde özel su işletmeciliğinin bir evveliyatı var. Yukarıda uzunca bahsettiğimiz Suez, 19.yy.ın sonunda, Üsküdar-Kadıköy Türk Su Şirketi’nin işletmesini satın aldı ve 1938’de millileştirilene kadar işletti. Yine 1996-2002 arasında Antalya’da su dağıtım ihalesini alan Suez, aylık %7 zamla marifetlerini gösterdi. Bursa’da da Alarko Holding’le ortak girişimde bulundu.
Vivendi ise İzmir’in Çeşme ilçesinde Çalbir şirketi aracılığı ile suyu 3 kat pahalıya sattı. Thames Water’ın rezaletini ise geçen sene Kocaeli Yuvacık Barajı pratiğinden biliyoruz. Bunlar hep halka karşıdır ve sözde zararları, kamu kaynaklarınca finanse edilir.
Tabi şişeleme su işine girenleri ihmal etmeyelim. Danone, Hayat ve Şaşal sularının üreticisi durumunda. Nestle, Erikli’nin %60’ına sahip ve Pure Life’ın sahibi. Coca Cola, Doğazen adıyla pazarlanmakta; Mahmudiye, Damla ve Saneta’nın sahibi.
İşte tam da burada Kocaeli’nde su hakkı mücadelesini örgütleyen kadınların ve İzmit Su Meclisi’nin; Ankara’da su hakkı talebini örgütleyen fakat belediye tarafından “kadrolu eylemci” diye hedef gösterilen Ender Büyükçulha’nın ve Ankaralı “su yorumcuları”nın dilinden konuşmak gerekiyor..
– DTÖ projelerindeki jargonla bir “ihtiyaç” olarak nitelenen yeraltı ve yerüstü suları, haktır ve satılamaz!
– Bütün özel veya özelleştirilmiş baraj, arıtma tesisi, dağıtım şebekesi vb. kamulaştırılmalıdır!
– Ulusal ve yerel düzeyde kamucu bir su politikası oluşturulmalıdır. Kaynak envanteri çıkarılmalı; içme suyu, tarımsal sulama, sanayide kullanım vb.. tüketim planlaması yapılmalıdır!
– Su hakkımızı savunmak ve su çalışanlarının güvencesiz çalıştırılmasına son vermek için işçilerin, halkın ortak örgütlenmelere gitmesi zaruridir!
Halkın su hakkı var..