Marx, Manifesto’nun başında, Avrupa’da dolaşan bir ‘hayalet’ten söz eder. Bunun Türkçe’ye ‘hayalet’ kelimesiyle çevrilmesi talihsizlik oldu, çünkü Marx’ın kullandığı kelime, ‘spectre’, ‘hayalet’ gibi, ‘ölmüş birinin hayali’ değildir, o anlamda kullanıldığı da olur ama öncelikle elle tutulmaz bir ‘görüntü’ demektir. Bir ‘ruh’ da denebilir. Ama sonuç olarak ‘ürkütücü’dür. Marx, kömünizmi anlatmak üzere kullandığı ‘spectre’ imgesiyle, komünizmin […]
Marx, Manifesto’nun başında, Avrupa’da dolaşan bir ‘hayalet’ten söz eder. Bunun Türkçe’ye ‘hayalet’ kelimesiyle çevrilmesi talihsizlik oldu, çünkü Marx’ın kullandığı kelime, ‘spectre’, ‘hayalet’ gibi, ‘ölmüş birinin hayali’ değildir, o anlamda kullanıldığı da olur ama öncelikle elle tutulmaz bir ‘görüntü’ demektir. Bir ‘ruh’ da denebilir. Ama sonuç olarak ‘ürkütücü’dür. Marx, kömünizmi anlatmak üzere kullandığı ‘spectre’ imgesiyle, komünizmin Avrupa kurulu düzeni için ne kadar korkutucu olduğunu anlatmak istemiştir.
Marx’a göre, bu komünizm ‘hayal’i, dünyanın geleceğini temsil ediyordu. Öyle olunca, ‘ölüm’le çok sıkı ilişkisi olan ‘hayalet’in bu bağlama uymayacağı bellidir. İyi de, o zamanlardan bu zamanlara, dünya üstünde olup bitenlerden sonra, komünizmin şimdi sahiden ‘hayaleti’nin arada bir görünüp kaybolduğu söylenebilir.
Dünyada öyleyse, Türkiye’de, yalnız komünizmin değil bütün solun hayaleti dolaşıyor. Temmuz seçimlerinde de bu hayalet gene görüldü, bazı hortlak hikâyelerinde olduğu gibi, yerine ve zamanına göre, değişik kılıklara
bürünerek göründü.
Örneğin CHP… Bu gibi hikâyelerde bazan bir dönüşüm anlatılır, hani Dr. Jekyll’in Mr. Hyde’a dönüşmesi ya da -çok daha ‘sexy’ olduğu için bizim örneğe uymayabilir- bir filmde Nastassia Kinski’nin pantere dönüşmesi gibi. Bu varoluştan ayrılan ‘yaratık’, yeni varoluşunu son girdiği kılıkta sürdürebilir. Yeni Meclis’te eskiden tanıdığımız Bozkurtların yanında yeni ‘Kurt Adam’ kimliğiyle CHP de yerini aldı. Dolayısıyla şimdiki muhalefet ‘işinin kurdu’.
Ama dediğim gibi, ‘hayalet’in görünmesinin biçimleri farklı farklı. Örneğin Ertuğrul Günay’la Zafer Üskül’ün AKP listelerinden Meclis’e girmelerini de bu tezahürlerden biri olarak yorumluyorum. Böyle olmasını normal karşılıyorum, çünkü bu seçime kendisi ‘sol’ olan ve aynı zamanda tanınan, güvenilen (görece dar bir çevrede dahi olsa) bir örgüt girmedi. Onun için, girebilen, girebildiği kadarıyla, başka yapılar içinden girdi. Ertuğrul Günay, Haluk Özdalga ve Zafer Üskül (belki tanımadığımız başkaları da vardır) AKP tarikini seçtiler. Ama öbür yandan, bağımsız ama DTP’li bağımsız tarikinden geçerek gelen solcular da var. Ahmet Türk derken, Akın Birdal derken, herhalde onların da birer ‘sosyalist’ olduğunu unutmayacağız.
Ve tabii girmeyi başaran Ufuk Uras’la başka bağımsız rakip çıktığı için giremeyen Baskın Oran var. Onlar doğrudan doğruya solcu kimlikleriyle öne çıktılar. Onlara (azımsanmayacak sayıda) oy verenler de, bunun için oy verdiler.
Zaten vaktinden biraz önceye alınan seçimde, sosyalistlerin bu ‘bağımsız aday’ stratejisini geliştirmeye fazla zamanları olmadı. Genel olarak hazırlıksızdık. Ama çok daha iyi hazırlık yapılsa da, bu yöntemle spektaküler sonuçlar almak mümkün değildi -ancak simgesel bir başarı kazanılabilirdi ve bence bu kadarı kazanıldı.
Bu konuda, üstünde durulması gereken bir ‘bireysellik’ olgusu öne çıkıyor ki, burada yer kalmadı ama üzerinde biraz kafa yormanın yararlı olacağını sanıyorum.
Sonuçta, ‘spectre’ mı diyeceğiz, ‘hortlak’ mı, her şeye rağmen, ‘bir sol’ vardı, seçim meydanlarında gezinen. ‘Her şeye rağmen’ demeli, çünkü böyle bir ‘her şey’ etkeni söz konusu. Bunu bir ‘hayalet’ten başka bir şeye dönüştürebilecek miyiz?