3 Nisan 2007 saat 10.30 suları… Yer: Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Nöroşirurji Kliniği bekleme salonu. Salonda öğretim görevlilerine paralı muayene olmak ya da daha önce oldukları muayenenin tahlil, tetkik vs sonuçlarını göstermek için bekleşen insanlar var. Ben ve eşim, MR sonucunu göstermek için bize daha önce verilen saat uyarınca saat 10’da salondaydık. […]
3 Nisan 2007 saat 10.30 suları…
Yer: Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Nöroşirurji Kliniği bekleme salonu. Salonda öğretim görevlilerine paralı muayene olmak ya da daha önce oldukları muayenenin tahlil, tetkik vs sonuçlarını göstermek için bekleşen insanlar var.
Ben ve eşim, MR sonucunu göstermek için bize daha önce verilen saat uyarınca saat 10’da salondaydık. Tahmini 30-40 kişi vardı salonda. Oturacak yerler yetmediği için ayakta bekleşenler de vardı. Klinik sekreteri sırası gelenleri çağırarak ilgili doktora gönderiyordu.
Saat 10.30 doğru Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Sayın Emin Alıcı, yanında birisi bayan iki kişiyle salona girerek, öğretim üyelerinin bulunduğu koridora yönlendiler. Ben, Sayın Rektör’ü birkaç ay önce kendisine paralı muayene olduğum için tanıyordum. Yanındakiler de Tıp Fakültesi Dekanı ile hastane başhekimi imiş. Sayın Rektör ve yanındakiler salondaki hastaların içinden geçip giderlerken kimseye ne selam verdiler ne de geçmiş olsun türünden bir şey söylediler. Hatta benim gülümseyerek verdiğim selamı sayın Rektör görmedi. Sanki çevresindeki hiçbir şey onları ilgilendirmiyormuşçasına öylesine yürüyüp gittiler.
Onların geçmesiyle muayeneler bir anda durdu. Klinik sekreteri hocaların Rektörle birlikte toplantı yaptıklarını söyledi. Beklemeye başladık. Saat 12’ye geldiğinde sabırsızlığımız yavaş yavaş öfkeye dönüşmeye başladı. Kendi aramızda konuşuyorduk: Eğer bu gün bir toplantı yapılacak idiyse bize niçin başka bir gün veya saate randevu vermemişlerdi. Eğer toplantı sonradan kararlaştırıldıysa bize yeni bir randevu verebilirlerdi; zira randevu verirken telefon numaralarımızı almışlardı. Toplantı bize haber vermeye fırsat olmadan aniden geliştiyse, ki acil bir toplantı demektir bu, böyle bir toplantı uzun sürmezdi. Hiçbir şey yapılamasa bile sekreterler aracılığıyla, toplantının saat 12’ye kadar süreceği bize bildirilebilirdi. O zaman biz salonda beklemek zorunda kalmazdık.
Hayır, hayır! Bize hiçbir bilgi verilmeden bekliyoruz. İçimizde ayakta duramayanlar, yerlerinde oturamayanlar, yani acı çeken insanlar var. Kimileri hastane arabasında oturuyor. Kent dışından gelenler var.
Tahmin ettiğimiz gibi üçlü ekip yemek zamanı saat 12.00’yi geçe toplantıdan çıktı. Ben şahsen bekleme salonuna geldiklerinde içlerinden birisinin hastalara geçmiş olsun diyerek özür dileme olmasa bile, bizi istemeden beklettikleri için üzgün olduklarını söyleyeceklerini bekliyordum. Hayır, geldikleri gibi gene salonda kimse yokmuş gibi gidiyorlardı.
Salondakiler ekibi alkışlamaya başladı. Bu arada hasta yakınlarından bir genç Rektör’ün önünde saygı ile eğilerek nazik bir şekilde, “Sayın Rektörüm Bayındır’dan geldik, saat 9.00’dan beri bekliyoruz” dedi, hasta annesini gösterdi. Omurgasına 7 platin takılan, acıdan gözleri yaşlı kadına bile bakmadan Rektör kayıtsızlıkla, “madem hastasınız, bekleyeceksiniz” diye yanıt verdi ve aynı kayıtsızlıkla yürüdü. Bunun üzerine alkışların şiddeti arttı. Rektörün sözünden çok etkilendim, “Hastalar sizinle gurur duyuyor” diye bağırdım. Sayın Rektör aniden durdu, cüssesinden beklenmeyecek bir kuvvetle bileğimden tuttu, tehdit eder gibi, “Burası gösteri yeri değil, gösteri yapacaksanız dışarı çıkın” dedi.
Beni öğrencilerine benzetmiş olmalı.. Oysa Rektörle aynı yaşlardayız. Öğrenci olsam okuldan atılacağım kesin. Kendisiyle grevdeki işçilerle ilgili görüşmek için paralı randevu alan öğretim üyesi arkadaşını bile (İzge Günal) okuldan uzaklaştırmıştı. Bunları düşünürken yüzüne baktım; öfkeden kırmızıya kesmişti. Sorunu büyütmemek için yumuşak bir sesle, ‘biz sadece muayene olmak istiyoruz,’ dedim. Hiç yanıt vermeden çıkıp gitti.
Orada bulunan hastalar ise bir haksızlığa tepki vermekten dolayı acılarını bir an olsun unuttular.
karacafer@hotmail.com