Geçen ayın sonlarında (29.12.2006 tarihli Özgür Gündem gazetesinde) Tüm Bel-Sen’ den “anadil” reddi başlığıyla bir haber yayınlandı… Tüm Bel-Sen Diyarbakır Şubesinin dört ilçe belediyesi ile (Sur, Kayapınar,Yenişehir ve Bağlar Belediyeleri) 18 Ekim tarihinde imzaladığı TİS ‘lerin Genel Merkez tarafından onaylanmadığı ifade ediliyordu… “Personele yerel dillerin öğretilmesini” öngören 28. madde nedeniyle Tüm Bel-Sen Genel Merkezince onaylanmamıştı… […]
Geçen ayın sonlarında (29.12.2006 tarihli Özgür Gündem gazetesinde) Tüm Bel-Sen’ den “anadil” reddi başlığıyla bir haber yayınlandı… Tüm Bel-Sen Diyarbakır Şubesinin dört ilçe belediyesi ile (Sur, Kayapınar,Yenişehir ve Bağlar Belediyeleri) 18 Ekim tarihinde imzaladığı TİS ‘lerin Genel Merkez tarafından onaylanmadığı ifade ediliyordu… “Personele yerel dillerin öğretilmesini” öngören 28. madde nedeniyle Tüm Bel-Sen Genel Merkezince onaylanmamıştı…
Habere göre Tüm Bel-Sen Genel Merkezi söz konusu TİS’i onaylamama gerekçesini “yöntem” sorununa bağlıyordu… Şube tarafından imzalanan TİS ‘in, sendikanın TİS formatına uymadığı, görüşmelerde Genel Merkez’den bir temsilcinin bulunmadığı ve Şube’nin kendilerinden habersiz bir değişikliğe gittiği ifade ediyordu… Sendika Genel Başkanı, “Sözleşmelerdeki madde değişikliklerinin örgüt tarafından tartışılmadan, ortaklaştırılmadan, şube ve işveren tarafından imzalanmıştır. Sözleşmedeki maddelerin içeriği önemli değil. Hangi içerikte olursa olsun hep birlikte bu maddeleri tartışmamız gerekiyor” diyordu… Şube Başkanı ise sözleşmenin 28. madde gerekçesiyle onaylanmadığını, sözleşmenin tüzük çerçevesinde, ilke ve amaçlar doğrultusunda imzalandığını, TİS formatının ise üyelerin kendine özgü istem ve talepleri olduğu için uygulamasının zor olduğunu, ifade ediyordu… 27 Ekim tarihinde Diyarbakır B.Şehir Belediyesi ile 28. madde olmadan imzalanan sözleşmede de söz konusu formatın uygulanmadığını, Genel Merkezden bir yöneticinin görüşmeye katılmadığını buna rağmen sözleşmenin onaylandığını söylüyordu…
Haberle ilgili yorum yapmadan önce Sendika Tüzüğünde konuyla ilgili hükümlere bakmakta fayda var… İlgili tüzük maddesi sözleşme yapma yetkisini sendika genel merkezine veriyor : 3. maddede MYK nın görev ve yetkileri sıralanırken “İç hukukla bütünleşerek bağlayıcılık kazanmış uluslar arası sözleşmelerden ve yasalardan doğan hak ve özgürlükler çerçevesinde üyeleri adına görüşmelere katılır, sözleşmeler yapar, gerektiğinde uyuşmazlık çıkarır, yargı organlarına başvurarak davalar açar, takipte bulunur veya kendisine açılacak davalarda taraf olur, uyuşmazlıklarda uyuşmazlığı üyeleri adına sonuçlanmasını sağlamak amacıyla demokratik baskı gücünü kullanmak için her türlü eylem ve etkinlik kararı alır, idare eder, son vererek gelişmelerin takipçisi olur” şeklinde ifade ediliyor. Dolayısıyla sendika Genel Merkezi ilgili tüzük hükmü gereği kendisini haklı görebilir. Yine Şube Yönetiminin kendisine danışmadan yaptığı değişikliği de yöntem hatası olarak niteleme hakkına sahiptir…
Ancak yöntem hatasının olması Genel Merkezi haklı çıkarmıyor. Soruna yöntem hatası olup olmadığı açısından değil de içerik açısından bakıldığında ise Genel Merkez’in tutumu yine doğru değildir. Burada önemli olan üyelerin istemleridir, ekonomik demokratik haklarıdır.. Sözleşmenin üyelerinin istemleri doğrultusunda imzalanıp -imzalanmadığıdır. Ve bunun tüzüğün amaç ve hedeflerine uygun olup olmadığıdır. Nitekim Sendika tüzüğü böylesi bir yaklaşımı doğru buluyor: “Tüm Bel-Sen, bağımsız, demokratik sınıf ve kitle sendikacılığını temel alır. Üyelerinin söz ve karar sahibi olduğu, işyerlerini temel alan örgütlenme modelini amaçlar. İşleyişte demokratik merkeziyetçilik ilkesini benimser.” Yine “Tüm Bel-Sen, üyelerinin işyeri yönetiminde söz ve karar sahibi olmasını ve hizmetlerin halk yararına verilmesini savunur” hükmü yer alıyor… Bu ve benzeri maddeleri daha fazla sıralamak mümkündür ancak bu kadarı bile tüzüğün ruhu hakkında yeterli bir fikir veriyor sanırım…
Eğer sorun Sendika Genel Merkezinin iddia ettiği gibi sadece yöntem sorunu olsaydı bunun çözümü çok basitti. Sorun eleştiri- öz eleştiri temelinde çözülecek ve basına yansıması da söz konusu olmayacaktı. Söz yetki ve kararın çalışanlara ait olması gerektiğine dair ilkesel bakış açısının gereğidir bu. Kamu emekçilerinin mücadele ruhuna uygun tutum böyle olmalıydı. Söz konusu işyerinin talepleri doğrultusunda sözleşmelerin imzalanması gerekiyordu…
Yine de “TİS formatından” söz edilecekse o zaman bu formatın değiştirilmesi gerekiyor. Çünkü bu yaklaşım tarzı, sınıf sendikacılığını devlet-işveren güdümlü sendikacılıktan ayıran en önemli kıstaslardan biridir. Sözleşmeler ilke olarak bir işyerindeki üyelerin çoğunluğunun yarıdan bir fazlasının onayını alarak imzalanmalıdır. Bu anlayış bağlayıcı olmalıdır. İşçi sendikaları içinde aynı ilke geçerli olmalıdır. TİS’lerde tabanın sesi ancak bu yoldan egemen olabilir. TİS satışlarının önüne bu anlayışla engel olunabilir. Üyelerin istemleri dikkate alınmadan sözleşmelerin imzalanması ise devlet güdümlü, işveren güdümlü sendikacılıktan öte bir şey olmaz. Bu anlamda Tüm Bel-Sen’in ilgili Tüzük maddesi gerekirse daha anlaşılır hale getirilebilir… Söz gelişi MYK’ yetkisi daha net tarif edilebilir: ” üyeleri adına görüşmelere katılır, sözleşmeler yapar” yerine “üyeleri adına görüşmelere katılır, üye çoğunluğunun onayını alarak sözleşmeler yapar” şeklinde değiştirilebilir. Böylece işyerindeki iradeyi hesaba katan bir noktada durulacağı, hareket edileceği daha net anlaşılabilir. Ne kanun maddelerinin nede tüzük maddelerinin üyelerin iradesini gölgelemesine izin verilmemeli… Kamu emekçileri hareketine de yakışan budur.
Öte yandan Tüm Bel-Sen in şimdiye kadar yaptığı sözleşmelerin hemen hemen tümünün esas olarak işveren’in “iyi niyeti” veya farklı hesapları temelinde imzalandığı da bir sır değildir. Bu tespitle Tüm Bel-Sen’e haksızlık yapmış olmayız. Sendikaya bağlı emekçilerin verdiği mücadeleyi de küçümsemiş olmayız. Şüphesiz ki büyük bedeller ödenmiştir. Kamu emekçilerinin genel mücadelesinin bir parçası olarak yapılan direnişler verilen mücadeleler önemlidir. Ancak yerel yönetimler alanında verilen mücadelenin yeterli olduğunu söylemek doğru değil… Bu mücadelelerin zorlayıcı olmakla birlikte belirleyici olabilecek bir momenti hiçbir dönem yakalayamadığı biliniyor.
Sözleşme masasına oturan işverenlerin tümünün mücadelenin yanı sıra esas olarak farklı şartların bir araya gelmesiyle masaya oturdukları bir gerçektir. Kim ki özgüç temelinde Tüm Bel-Sen’in sözleşme imzaladığını iddia ederse benzer mücadeleyi veren KESK’e bağlı diğer sendikaların neden sözleşme yapamadıklarını da açıklamak zorundadır… Hukuksal alandaki gelişmelere ve en son AHİM kararına rağmen bu böyledir… O halde Diyarbakır’da dört ilçe belediyesi ile yapılan sözleşme de diğerlerinden hiçbir farkı olmayan bir sözleşmeydi… Burada önemli olan temel özellik imzalanan sözleşmenin Sendikanın hedef ve amaçlarına ters düşmemesidir. Sendika Genel Merkezi bu sözleşmeyi onaylamamakla üyeleri arasında bir çifte standarda yol açmış olmuyor mu? Farklı bölgelerde işvereni ikna etmek için çeşitli hukuksal dokümanlar mahkeme kararları ve kapsamlı dosyalar sunulur ve çaba sarf edilirken Diyarbakır’da ise sözleşmenin onaylanmaması garip değil mi? Keşke sözleşmedeki haklar az görüldüğü için onaylamasalardı… Özgüç temelinde daha büyük taleplerin tarafı olabilseydiler… O zaman kimsenin bir diyeceği de olmazdı… “TİS formatına uyulmadı” gerekçesi gerçekten inandırıcı değil…
Bezer bir durum DİSK Genel İş Sendikası ile Kayapınar Belediyesi arasında imzalanan toplu sözleşmede de yaşanmıştı. Genel-İş Genel merkezi, İşçilerin talebi üzerine sözleşmeye konulan ve (kendisi tarafından yetkilendiri
lmiş Genel-İş Diyarbakır Şubesince imzalanan) yerel dillerin öğrenilmesi konusundaki bir maddeye karşı çıkarak Çalışma Bakanlığı aracılığıyla Kayapınar Belediyesi’nden toplu sözleşmenin feshedilmesini ya da bu maddenin çıkarılmasını talep etmişti. Bu talebe karşılık sözleşmenin yasal olduğunu usulüne uygun imzalandığını savunan Belediye-işveren tarafı ise sözleşmenin geçerli olduğunu savunuyordu. Böylece ilginç ama yaşanan gerçekliğe ayna tutan bir ilişki yansıyordu. Bir tarafta Sendika Genel Merkezi ve çalışma bakanlığı,diğer tarafta ise yerel yöneticiler ve çalışanlar. Garip ama gerçek…
“Anadil “sınavı Eğitim-Sen’i de sınıfta bırakmıştı. Büyük bedel ödeyenlerin örgütü, tarihi bir mücadelenin ve mirasın temsilcisi, eğitimcilerin sendikası, devletin istemi doğrultusunda önce “anadilde eğitim” daha sonra da “anadilde öğretim” hakkını tüzüğünden çıkarmıştı. Ve bu duruma Yurtsever Emekçiler de onay vermişti…
KESK ve DİSK’e bağlı söz konusu sendikaların tutumları nasıl değerlendirilmelidir.? Bu tutumların söz konusu sendikalarla sınırlı olmadığı çok açıktır. Diğer işçi -memur devlet güdümlü konfederasyonların durumu ise içler acısı. Bazı sendikalar hariç ne yazık ki şovenizm ve devlet güdümlü anlayış temelinde adeta yarışıyorlar… Şüphesizki sendikalardaki savrulmaların nedenlerinden biri de siyasal alanda toplumsal muhalefeti oluşturan güçlerin zaaflarıdır. Yurtsever-demokrat-devrimci-sosyalist güçlerin siyasal alandaki örgütsüzlüğü ve zafiyeti sendikal alana da yansımaktadır… Buradan hareketle bakıldığında sendikal zeminde mücadele yürüten sendikal anlayışların sorumlulukları daha da artıyor. Dolayısıyla “Kürt sorunu siyasi bir sorundur” deyip sendikal alandaki sorumluluklardan sıyrılmaya çalışmak soruna seyirci kalmak sendikal hareketin zayıflamasını daha da hızlandıracaktır.
Özcesi sorun TİS formatı veya başka gerekçeler değil, Kürt sorunudur. Bu soruna hak ettiği değeri verip vermeme sorunudur. Şovenizme karşı sendikal alandan doğru göğüs germe sorunudur…Sorun işyerlerindeki duruşumuzla ilgilidir…Çalışma yaşamında, örgütlenme faaliyetinde bu sorunu hangi düzeyde önemsediğimizle ilgilidir…. Şovenizmle zehirlenen emekçilerin nasıl tedavi edileceği sorunudur. Bu denli önemli bir sorunda sendikaların yan çizme lüksüne sahip olmadığı açıktır.
KESK’e bağlı sendikaların ise geçmiş mücadele ruhuna ve tüzüklerinde yer alan Ulusların kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkına sahip çıkmalıdırlar. “Bunu yapamam, bu yükü taşıyamam ağır geliyor” diyebilirler. Bari üyelerinin anadiline sahip çıksınlar… Sendikalar elini taşın altına koymalı ve Kürt sorununu en insani halkadan “anadil” halkasından yakalayabilmelidir. Bir insanın kendi anadilini öğrenmesinden daha doğal daha insani bir hak olabilir mi? Emekçilere döne döne bu insani duruş anlatmalı, fiili ve meşru mücadele yükseltilmelidir. Fiili ve meşru mücadelenin yükseltilmesi şovenizme karşı mücadeleyi de güçlendirecektir. 16-17 Haziranları 4 -5-6 Mart Kızılay direnişi ve iş bırakma eylemini başaranlar, en zayıf noktaları olan Kürt sorununda güç sahibi olabilirler. Aksi halde kan kaybı devam eder…