İranlılar, 2500 yılı aşkın tarih ve kültürleriyle gurur duyan bir halktır. Bir çok icat ve keşfin kendileri tarafından yapıldığını ve dünyaya yayıldığını söylerler. Örneğin, bugün kullandığımız takvimi, halıyı, şarabı, tütünü, fıstığı vs. kendilerinin bulduğunu ve insanlığın hizmetine sunduklarını söylerler. Gerçekten de İranlılar Mezopotamya uygarlığının en önemli mirasçılarından biridir. Antik Çağın en büyük imparatorluğu İranlılar tarafından […]
İranlılar, 2500 yılı aşkın tarih ve kültürleriyle gurur duyan bir halktır. Bir çok icat ve keşfin kendileri tarafından yapıldığını ve dünyaya yayıldığını söylerler. Örneğin, bugün kullandığımız takvimi, halıyı, şarabı, tütünü, fıstığı vs. kendilerinin bulduğunu ve insanlığın hizmetine sunduklarını söylerler. Gerçekten de İranlılar Mezopotamya uygarlığının en önemli mirasçılarından biridir. Antik Çağın en büyük imparatorluğu İranlılar tarafından kurulmuştur.
İran coğrafi konumundan dolayı her zaman dikkatleri üzerine çekmiş, Ortadoğu ve Asya’nın köprü başı işlevini gören stratejik bir ülkedir. Ayrıca İran toplumu, Ortadoğu’nun ve Batı Asya’nın en dinamik toplumlarından biridir; gerici ve totaliter rejimlere karşı mücadele etmiştir.
Ancak son 50 yıldır hep arayış içinde olan İran halkı, 1979’da Mollaların iktidarı ele geçirmesiyle birlikte zor bir süreçle karşılaştı. İran’ın son yüz yıllık tarihinin, 1921’deki Rıza Şah’ın iktidarı sayılmazsa Ortadoğu’nun tepeden inmeci (iktidara el koyma) geleneğinin tersine, ezilen emekçi halkların muhalefetinin etkisi altında şekillendiği görülür.
İran’da geleneksel Bazar esnafı ve tüccar kesimi ile aydınlardan oluşan 1890 siyasal muhalefeti, Nadir Şah’ın İran tütününün üretim, satış ve ihracının elli yılığına Britanyalı Major Talbot’a vermesi karşısında ülkedeki belki de ilk siyasal protesto hareketini yaratmıştı. 1906 Anayasa Hareketi olarak bilinen muhalefet dalgası, Şah’ın yetkilerinin sınırlanmasını ve Anayasal sistem ile temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını amaçlıyordu.
Rıza Şah 21 Şubat 1921’de Kazaklardan oluşturulan İran alayı ile darbe yaparak yeni iktidarını kurdu ve 1925’te kendisini kral ilan ederek İran’da modern siyasetin ilk adımını atmış oldu. Sovyetler Birliği ve Britanya, 1941’de, Almanya’nın etkisini kırmak amacıyla İran’ı işgal ettiler.
Bu dönemde Rıza Şah, iktidarını oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevi’ye devretti. Bu süreçte ülkenin işgali İran’da milliyetçiliği güçlendirdi ve Musaddık’ın Ulusal Cephe Partisi 1951’de iktidara geldi. Musaddık hükümetinin yönetimi altında petrollerin millileştirilmesi ve yabancı petrol şirketleriyle yapılmış antlaşmaların iptali gibi politikaların izlendiği “İran’ın özgürlük” yılları olarak bilinen dönem, 1953’te ABD ve diğer emperyalist güçlerin desteklediği bir askeri darbe ile Musaddık’ın iktidardan uzaklaştırılmasıyla son buldu.
Böylece emperyalistlerin iktidara getirdiği Şah’ın monarşik katı diktatörlüğü başlamış oldu. Şah Pehlevi iktidarı 1953’ten sonra ülkede katı baskıcı politikalara hız verdi. Şah iktidarı ile Mollalar (ulema) arasındaki ilk çatışmalar 1959’da toprak reformu olarak bilinen yasa geçerken yaşandı. ( Toprak reformu yasasının amacı toprakların büyük toprak sahiplerinden alınıp topraksız yoksul köylüye dağıtılması değildi. Tersine kırsal kesimde kapitalist tarım işletmeleri kurabilecek toprak ağalarının çıkarlarını gözeten bir yasaydı. Yani tarım ve sanayi arasındaki ilişkiyi tarım aleyhine etkileyerek kırın sermayesini sanayi sermayesine dönüştürmek amacındaydı.) Çıkarılmak istenen toprak reformu yasası her şeyden önce ulemanın bir kısmını direkt etkilediği gibi, toprak sahipleri tarafından parasal olarak desteklenen ve ulemanın yönetimi altındaki toprak vakıflarının geleceğini de tehlike altına sokuyordu. Mollalar 1963 olaylarına kadar geçen süre zarfında siyasal iktidarın karşısında olmaktan çok yanında yer almaktaydılar. Ulemanın neden 63 olaylarına katıldığı sorusunun cevabı ise, Şah’ın ülkede uygulamak istediği reformları hazmedemeyip karşı çıkmaları diye bilinir. Ancak, 1963 olayları sadece dini çevrelerin düzenlediği bir protesto hareketi değildi. 1960’lı yılların başında dünyada hızla gelişen siyasal mücadeleler İran toplumunda da genel bir huzursuzluğun başlangıcıyla kendisini göstermişti. 1960’lı yılların başında gelişen bu huzursuzluk ortamında aydınların başını çektiği “Ulusal Cephe” hareketi Şah rejimine karşı başkaldırı noktasına gelmişti. Burada Mollalar (ulema) ile aydınların bu protesto hareketini ayırmamız gerekiyor. Mollaların muhalefeti her ne kadar reform ve modernleşmeye bir tepki olarak nitelendirilse de bu bakış açışı meseleyi basite indirgemektir. Onların derdi ne demokrasi ne de hak ve özgürlüklerdir. 63 olayları sırasında Mollaların (ulema) muhalefetinin temelinde bir bütün olarak alternatif bir “siyasi İslam program’ının oluşturulması çabası yatmaktaydı. Böyle de oldu. Aydınların ve ilerici güçlerin başını çektiği “Ulusal Cephe” “reformlara evet diktatörlüğe hayır” babında muhalefet ederken bu taleplerin Mollalar tarafından desteklendiğini belirten bir hareket söz konusu değildi.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu toplumlarında sol güçlere karşı yerel gericiliği destekleyen Batı ve ABD, İran’da da siyasal İslam’ın 1960’lardan sonra gelişimine Sovyetlerin sıcak denizlere (Akdeniz Ülkelerine) inmesini önleme politikası olarak göz yumdular. Ve 1979 İran İslam Devrimi’ne giden yolda emperyalistlerin derin müttefiki olan ve Ortadoğu’da en güçlü ve istikrarlı devletler arasında görülen İran devletinin çöküşü ve yerine İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulması muğlak kalmış bir olaydır. Sırtını bir yandan ABD desteğine ve petrol sermayesine, diğer yandan dünyanın en büyük ordularından birine ve Savak gibi güçlü bir gizli polis teşkilatına dayamış olan İran Şah’ı iktidarının bir yıl gibi kısa bir süre içerisinde devrilmesi ilginçtir. Emperyalist güçler tarafından Afganistan’da, İran’da, Irak’ta vs. sosyalist kampa karşı yaratılan bu gericilik şimdilerde uluslararası terörizmin etkin bir kutbuna ve Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinin bir ayağına dönüştü.
İran Demagojisi
İran’da tarih boyunca Batılı değerler karşısında geleneksel dini değerlerin savunucusu olan; Bazar ekonomisi olarak bilinen tüccar, tefeci gibi ihracatçı orta sınıfların sözcülüğünü yapan Mollalar 1979’da Humeyni öncülüğünde iktidara geldiler. Böylece İranlıların yayılmacı Fars İmparatorluğu dönemine duydukları özlem gerçekleşmiş oluyordu.
Bugünün İslam Cumhuriyeti, bunun geçmişte tekrarlanamamasının “yabancı uluslararası şeytani güçlerden” kaynaklandığını düşünüyor. Bu kavramı teorik boyutlara yükselten Ayetullah Humeyni, “ne Doğu ne Batı, sadece İslam” söylemini geliştirip siyaset sahnesine yerleştirdi. Ortadoğu coğrafyasında anti-emperyalist ve anti-komünist söylemin destek bulması, günlük siyasete Humeyni’nin “ABD ve Sovyetler Birliği birer büyük şeytandır” sözleriyle yansıdı.
Ancak İran başta olmak üzere siyasal İslamcıların anti-emperyalist mücadele kavramlarının içi boştur ve demagojik bir propagandadan başka bir şey değildir. Yani bir yandan emperyalist devletler ve uluslararası gericilikle diplomatik, ekonomik ve askeri ilişkileri sürdüreceksin, öte yandan da anti-emperyalist olduğunu söyleyeceksin. Bu, içi boş demagojik bir propaganda olduğu gibi yalnızca siyasal İslam’ın halkı zinde tutma taktiğinden ibarettir.
Her ne kadar şu an İran muhalefeti sessizliğini korusa da bunda ABD’nin bölge üzerinde izlediği işgalci politikaların büyük etkisi olduğu ortadadır.
Amerika ve müttefiklerinin bölgede uygulamak istedikleri egemenlik stratejisinin sultacı bir yaşamı dayattığı, İran muhalefeti tarafından da görülüyor. Bu bilinçle hareket eden İran muhalefeti, Molla rejimine karşı muhalefeti, İran-Irak savaşında oldu