BÜYÜKLERE MASALLAR: Okullar açıldı; ancak toplumsal eşitsizliklerin en görünür alanı olan eğitimdeki sorunlar bitmek bir yana, daha da büyüyor. Toplumsal eşitsizliklerin giderek daha fazla alanda hissedildiği, mülksüzleşme ve yıkım olgusunun AKP iktidarıyla apaçık görünür hale geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik gelir dilimine dahil olan seçkinlerle, en yoksul yüzde 20’lik gelir dilimine […]
BÜYÜKLERE MASALLAR:
Okullar açıldı; ancak toplumsal eşitsizliklerin en görünür alanı olan eğitimdeki sorunlar bitmek bir yana, daha da büyüyor. Toplumsal eşitsizliklerin giderek daha fazla alanda hissedildiği, mülksüzleşme ve yıkım olgusunun AKP iktidarıyla apaçık görünür hale geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik gelir dilimine dahil olan seçkinlerle, en yoksul yüzde 20’lik gelir dilimine dahil yoksul halkın, tüketim harcamaları bakımından aralarındaki en büyük farkın eğitim harcamaları alanında oluştuğunun DİE’nin son Tüketim Harcamaları Araştırması ile ortaya konması da, varolan çarpık ve eşitsiz yapının sürdürülemezliğini bir kere daha açıklıkla gözler önüne serdi.
Türkiye’de zenginlerle yoksullar arasındaki eşitsizliğin en açık biçimde eğitim alanında kendisini hissettirdiği bu şekilde ortaya konulduğunda, akla elbette her kayıt döneminde gündemimize yerleşen kayıt parası ya da zorunlu bağış uygulaması gelmekte. Kabaca özetlersek; yıllardır her kayıt döneminde iki farklı sesin yükseldiğine tanık olduk: Biri ilgili Bakanlık yetkililerinin diğeri ise yurttaşların sesi. Biri zorunlu kayıt parası alınmasının suç olduğunu, bunun Anayasa’nın 42. maddesinde öngörüldüğü haliyle eğitim hakkının ihlali anlamına geldiğini söylerken siyasi iradenin elinde bulunduğu gerçeğini ya unuttu ya da unutturmaya çalıştı, denetim mekanizmalarını çalıştırmak yerine kameralar önünde asil pozlar vererek bu uygulamaları kesinlikle onaylamadığını belirtti; yoksul halk ise çocuklarının eğitim olanaklarından yararlanması için açıkça önüne çıkarılan “zorunlu bağış” koşulunu neredeyse semt semt, okul okul ifşa etti. Okullardaki zorunlu bağış uygulamalarını kanıtlayan örneklerin özellikle kayıt dönemlerinde yansımadığı gazete, televizyon kanalı kalmadı.
Bu hazin tablo, şimdi daha da katlanılmaz bir hal aldı. Geçtiğimiz günlerde bazı gazetelere yansıyan “Bağışsız kayıt yok” başlıklı haberler, okullarda kayıt parası alınmasının önüne geçilemediğini ve bağış adı altında toplanan para miktarının okulun bulunduğu semte ve başka bazı ölçütlere göre, 30 milyon ile 3 milyar TL arasında değişiklik gösterdiğini gözler önüne serdi. Ancak bu uygulamaların geçtiğimiz yılki uygulamalara oranla daha farklı değerlendirilmesini gerektiren bir yasa değişikliği gözden kaçırıldı ve Milli Eğitim Bakanı da, bağış uygulamasını yasa kapsamına alan değişiklikten habersizmiş gibi davranmayı sürdürdü. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, zorunlu bağış uygulaması hakkında yaptığı açıklamalarda, genel olarak geçmişte aynı koltukta oturan siyasilerin tavrını paylaşmayı tercih etti ve kayıt parası alınmaması gerektiğini söyledi. Sayın Bakan haklıydı. Zira okullarda kendisinin anladığı şekilde “kayıt parası” talep edilmiyordu. Çünkü çocuğunu zor koşullarda okutmak isteyen yoksul halkın okullarda karşılaştığı talep zorunlu kayıt parası değil, zorunlu bağış uygulamasıydı.
Şurası açık ki, Türkiye’de yasak olmasına rağmen kayıt parası uygulaması, yıllardır zorunlu bağış uygulamasının himayesinde yaşama şansı buluyor. Ve ne yazık ki, geçtiğimiz yıl sessiz sedasız gerçekleştirilen bir yasa değişikliğiyle bugün yaşadığımız tablonun daha da kötüleşmesine neden olan ve okullarda “bağış” uygulamasını yasa kapsamına alan, böylece bağış adı altında velilerden istenilen kayıt parası uygulamasını meşrulaştıran Hükümet ve ilgili Bakan, yaptığı açıklamalarla kamuoyunu yanlış yönlendiriyor, yanıltıyor.
Sayın Bakan’ın açıklamalarının inandırıcılıktan uzak olmasının nedeni olarak gördüğüm bu yasa değişikliğini açmakta yarar var. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu’nca 5.7.2004 tarihinde TBMM’ye sevkedilmesi kararlaştırılan “Milli Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı”, 11.11.2004 tarihinde kabul edilip kanunlaştı. Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 16. maddesinde değişiklik öngören bu kanunla, “okul aile birlikleri, okulların eğitim ve öğretim hizmetlerine etkinlik ve verimlilik kazandırmak, okulların ve maddi imkanlardan yoksun öğrencilerin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak üzere; ayni ve nakdi bağışları kabul edebilir, maddi katkı sağlamak amacıyla sosyal ve kültürel etkinlikler ve kampanyalar düzenleyebilir, okulların bünyesinde bulunan kantin, açık alan, salon ve benzeri yerleri işlettirebilir ve veya işletebilirler.” hükmü getirildi.
Özetle; okul aile birlikleri, okullarda bağış toplamaya yetkili kılındı ve “bağış” uygulaması yasalaştı. Yapılan yasa değişikliğiyle Hükümet, parasız eğitim hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 42. maddesinde bir değişikliğe giderek eğitimin paralı hale getirildiği hükmünü açıkça ilan etmek yerine, daha kolay bir yol buldu ve bir yasa maddesinde yapılan değişiklikle hem eğitimde özelleştirme mantığına hizmet edecek bir işletmecilik anlayışını okullara dayatmış hem de eğitimde izlenecek politikaların açıkça “kamu”nun değil, “özel”in çıkarına yürütüleceğinin işaretlerini vermiş oldu.
Ne yazık ki Hükümet’in eğitimi neo-liberalizmin ve piyasanın insafına terk eden bu yasa değişikliği, emek yanlısı bazı gazete ve dergiler dışında, tekelci basında yeterince yer bulmamıştı. Bu bağlamda, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in yasa değişikliğine ilişkin yaptığı açıklamada yer alan şu sözleri de gölgede kaldı: “Okul aile birlikleri, bugüne kadar kayıt dışı olarak yapılan işleri yasal bir zeminde yapacak ve kesinlikle zorunlu bağış diye bir şey olmayacaktır.” Kuşkusuz bu dil bize çok tanıdık gelmişti: Yasal olmayanı yasa içine aldığınızda sorun çözülür mantığıydı bu.
Eğitimin kamusal bir hak olmaktan çıkarılarak parası olanların yararlanabileceği bir ayrıcalık konumuna getirilmesi konusundaki kararlılık, elbette sadece bu uygulamayla açığa çıkmadı. Bakan Çelik’in özel okullara uygulanan KDV’nin sıfırlanması talebi, gazetelere şöyle yansıdı: “Eğitime 429 milyon YTL kaynak.” Bakan Çelik’e göre, özel okullara uygulanan KDV sıfırlanırsa, 256 bin öğrenci özel okullara kayacak ve devlet 429 milyon YTL tasarruf sağlayacaktı. Açık biçimde eğitime yapılan harcamaları yük, buradaki kısıntıları da tasarruf olarak değerlendiren ve 256 bin öğrenciyi özel okullara yönlendirmeyi amaçlayan bu öneri, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın onayını bekliyor. Peki ya özel okullara yönelemeyecek yoksul öğrencilerin piyasa sistemine uyumu? Hiç merak etmeyin. O sorunu da mevcut devlet okullarını özel işletmelere benzetecek yeni Okul Aile Birliği Yönetmeliği çözüme kavuşturuyor. Gerek Milli Eğitim Temel Kanunu’nun değişik 16. maddesine, gerekse yeni Okul Aile Birliği Yönetmeliği’ne baktığımızda, kamusallık ve devletin yükümlülükleri dışında aradığımız her şey karşımıza çıkıyor. Böylece yoksul öğrenciler özel okullara gidemiyorsa, devlet okullarına özel okul ve karlılık mantığı transfer ediliyor. Kimse piyasanın dışında bırakılmıyor. Okullara sermayenin dili “iyi yönetişim” kisvesi altında transfer edilirken; aynı zamanda Okul Aile Birlikleri eliyle okulların kendi masraflarını karşılamaları öğütleniyor. Bakanlık ve Hükümet son derece açık biçimde şunu söylüyor: Eğitime ayırdığımız bütçe bize yük gelmektedir; kendi yağınızla kavrulun. IMF böyle istiyor.
Elbette bu kızgın yağın etrafa sıçrama olasılığı gözden kaçırılıyor. Okul kantinlerini, otoparklarını, salonlarını işlettirme yetkisine kavuşan Okul Aile Birliklerini
n neredeyse “eşitlik yücesi” yekpare kurumlar olarak, bize katılımın ve demokrasinin okul ölçeğinde kapılarını aralayacağı belirtiliyor. Bu durumda akıllara şu sorular geliyor: Okul Aile Birlikleri bağış toplama yetkisine kavuştuğuna göre, kendisinden her daim “yasal” biçimde bağış istenebileceğinin farkında olan yoksul veli, o birliğe üye olmak isteyecek midir gerçekten? Yoksa bu birlik, eğitimdeki eşitsizliklere ayna tutacak bir yönetsel yapıda mı olacaktır? Diğer yandan, kendisinden her fırsatta para istenileceğini bilen yoksul veli, okulun kapısından geçmeyi göze alamazken; kantinler, otoparklar ve spor salonları hangi özel çıkarlar doğrultusunda işlettirilecektir? Bu alanların birer rant kapısına dönüşmesi nasıl engellenecektir? Bu ihaleleri almak isteyen küçük çaplı mafya örgütlenmelerinin Okul Aile Birlikleri yönetimlerine sızmalarının önüne nasıl geçilecektir? Soruları devam ettirmek mümkün. Yanıtların soruların içinde saklı olduğunu görmek de.
Sonuç olarak Bakan Çelik’in “zorunlu bağış uygulaması kesinlikle olmayacaktır” yönündeki açıklaması gerçeklikle örtüşmemektedir. Zira Hükümet yaptığı yasa değişikliğiyle, okul yönetimlerini bağış toplama konusunda açıkça cesaretlendirmiştir. Okul yönetimleri, geçmişte yasadışı olan bağış uygulamasının yasa kapsamına alınmasının verdiği hukuki rahatlıkla, bugün kayıt için gerekli belgeler listesine bağış dekontunu dahil etmekte hiçbir sakınca görmemektedir. Aksi takdirde Anadolu Ajansı’nın geçtiğimiz günlerde geçtiği bir habere göre, Erzincan’da bir Anadolu Lisesi’nde kayıt için istenen belgeler arasında, tüm açıklığıyla 1 top A-4 kağıt, 1 klasör dosya ve okulun Ziraat Bankası’ndaki hesap numarasına 50 YTL’den az olmamak üzere bağış yapıldığını gösterir dekontun talep edildiğinin yer alması nasıl açıklanabilir?
Görüldüğü üzere bu yasa değişikliği, sadece 43 binin üzerindeki okul idarecisini, 15 milyona yakın öğrenci velisini ve 550 bine yakın öğretmeni ilgilendirmiyor. Bu yasa değişikliği, yaşamımızın her aşamasında kendisini hissettiren kamusal alanın tasfiyesi mantığı ekseninde, hepimizi etkileyen ve etkileyecek bir anlayışın ürünüdür. Hal böyle olunca Sayın Bakan’a şu soruyu yöneltmek de kamusal bir sorumluluk oluyor: Sayın Bakan, devlet okullarında kayıt parası almak yasak olduğuna göre, kayıt parası bu yasak nedeniyle yıllardır bağış adı altında toplandığına göre ve sonuçta Hükümetiniz bağış uygulamasını geçtiğimiz yıl yaptığı bir değişiklikle yasalaştırarak okul idarelerini kendi kaderlerine terk ettiğine göre, kayıt parası ya da bağış alınmaması yönünde yaptığınız açıklamalarınızı siz inandırıcı buluyor musunuz?
19.09.2005 Pazartesi günü Evrensel Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Deniz Yıldırım
Eğitim Sen Uluslararası İlişkiler Uzmanı