Faşizmin “anadilde eğitim hakkını” savunmakta ısrar etmesi halinde kapatmakla tehdit ettiği Eğitim-Sen, tüzük değişikliğini görüşmek üzere 3 Temmuz’da Olağanüstü Genel Kurul’unu topladı. Genel Kurul sonucunda, “oy çoğunluğuyla” faşizmin dayatmasına boyun eğilerek tüzük değiştirildi. İlgili maddedeki “Eğitim-Sen… bireylerin anadillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerinin geliştirilmesini savunur” bölümü çıkarıldı. Eğitim-Sen yönetimi, “bireylerin anadillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerinin geliştirilmesini” […]
Faşizmin “anadilde eğitim hakkını” savunmakta ısrar etmesi halinde kapatmakla tehdit ettiği Eğitim-Sen, tüzük değişikliğini görüşmek üzere 3 Temmuz’da Olağanüstü Genel Kurul’unu topladı.
Genel Kurul sonucunda, “oy çoğunluğuyla” faşizmin dayatmasına boyun eğilerek tüzük değiştirildi. İlgili maddedeki “Eğitim-Sen… bireylerin anadillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerinin geliştirilmesini savunur” bölümü çıkarıldı.
Eğitim-Sen yönetimi, “bireylerin anadillerinde öğrenim görmesini ve kültürlerinin geliştirilmesini” savunamadı. Eğitim-Sen’e hakim olan reformist cephe, faşizmin tehdit ve dayatmalarına direnemedi.
Reformizmin karşısında devrimci memurlar vardı
Sabah saat 09.00’dan itibaren, tüzük değişikliğine karşı çıkan devrimci, ilerici eğitim emekçileri, Eğitim-Sen 1 No’lu Şube önünde toplanarak, Kocatepe’deki Genel Kurul Salonu önüne kadar “Eğitim-Sen’i Teslim Etmeyeceğiz” pankartıyla yürüdüler.
Delegeler ve konuklar, salonun önüne geldiklerinde engellerle karşılaştılar. Genel Kurul salonu çok küçüktü. Öyle ki, oturma yeri, delegelerin sayısından daha azdı. Bu tabii bilinçli bir seçimdi; kısa süre içerisinde, “ben yaptım oldu” tavrıyla tüzüğü değiştirmeyi planlayan bir merkez yönetimi vardı.
Eğitim-Sen Genel Başkanı’nın açılış konuşması sonrası, divan seçildi. Gündem üzerine önergelerden sonra konuşmalara geçilince, yoğun protestolar, ıslıklar, sloganlar oldu. Bunun üzerine Genel Kurul’a bir saat ara verilmek zorunda kalındı. Genel Kurul yeniden toplandığında konuşmaların ardından değişikliğin oylanmasına geçildi.
Oligarşinin dayatmasına kim ‘kabul’, kim ‘ret’dedi?
“Anadilde eğitim hakkı”nın tüzükten çıkarılması önerisine, 381 kabul, 115 ret oyu verildi.
Çoğunluğunu CHP’li, İP’li memurların oluşturduğu Devrimci Sendikal Birlik, ÖDP’lilerin yönlendirdiği Devrimci Sendikal Dayanışma grubu ve DEHAP çizgisindeki “Yurtsever emekçiler”, tüzüğün oligarşinin istediği biçimde değiştirilmesi yönünde oy kullandılar.
Başta Devrimci Memur Hareketi olmak üzere, bu kesimlerin dışında kalan kesimler ise, oylarını faşizmin dayatmasını reddetmek yönünde kullandılar.
Dinçer’in konuşması, bir sendika başkanı için utanç konuşmasıdır
Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer Genel Kurul’da yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“Yargıtay’ın aldığı bu karar ile davanın hukuki değil siyasi olduğu net bir bir şekilde ortaya çıktı.”
Peki durum buysa, yapılması gereken de açık değil miydi! Ama Dinçer yönetimi ne yaptı? Siyasi karara karşı “hukuki” düzenlemelerle bugünü kurtarmaya çalıştı.
Dinçer konuşmasının devamında da şu sözleri sarfetti: “Biliyorsunuz ki, AİHM’de bir dava en erken 6 ay ile 1,5 yıl arasında sonuçlanabilir. AİHM’in başvurumuz sonucu lehimize vereceği karardan sonra anadilde eğitim hakkı daha katı bir şekilde bu tüzükte yeralacaktır. Bunun için size söz veriyorum”
Reformist sendikacılığın aczi! Reformizmin, devlet sendikacılığının gerçek yüzü. AB’ciliğin utanç sahnesi… Bu sözlerin dile getirdiği zihniyet için ne söylense azdır.
AB’yi arkasına alınca tüzüğe bu maddeyi koyacakmış! Bir de bunun için “söz” veriyor, “daha katı bir şekilde koyacağız” diye “keskinlik” yapıyor. Sırtını AB’ye yaslayan keskinlik, utanç verici bir teslimiyetçiliği örtmeye çalışıyor, ama örtemiyor. Diyelim ki, “türban” konusunda olduğu gibi, AİHM farklı bir karar verdi, o zaman ne yapacak AİHM’ci Dinçer? O zaman ne yapacak AB’ci ÖDP’liler?.. Tabii şimdi ne yaptılarsa onu. “Anadilde eğitim hakkını”, sendikalarının meşruluğunu savunma cüretini gösteremeyecekler.
Eğitim-Sen’deki teslimiyet reformizmin aynasıdır
Reformizm, halkların direnişinin meşruluğuna karşı çıkarken, silahtan, illegaliteden uzak durup “akıllı solcu” olmayı ögütlerken, durmadan “demokratik mücadele”den sözeder. Bu da yalan. Bu kafa yapısı, bu siyasi korkaklıkla, icazetçilikle demokratik mücadele de veremez. Demokratik zeminde de hakları savunamaz. Savunamıyor işte.
ÖDP’liler, Kürt milliyetçiliği teslimiyet gerekçesini “Eğitim-Sen’in temel önceliği örgütsel bütünlüğüdür” diyerek açıklamaya çalıştılar… Örgütlenmeler, sendikalar niçin vardır? Hak ve özgürlükleri savunmak, faşizmin baskılarına direnmek için değil mi? Eğer sendika bu amaç için kullanılmıyorsa, zaten o sendika kendi varlık koşulunu ortadan kaldırıyor demektir.
Bütün mesele, “düzenin icazetinde” kalmaktır. Bu siyasi korkaklık çizgisi, emekçilere güvenmeyen bu yönetimler, sendikaları yönettiği sürece, sendikaların emekçilerin haklarını savunamayacağı, saldırılara birakat olamayacağı, Eğitim-Sen Genel Kurulu’nda açıkça görülmüştür.
Kürt milliyetçiliğinin kendini inkarı
Kürt milliyetçiliği, her zamanki pragmatizmi, takiyyeciliği ve adeta içselleşen uzlaşmacılığıyla, teslimiyet politikasının ortağı oldu.
Oysa Kürt milliyetçiliği bu sıralar “anadilde eğitim” kampanyası için çağrı yapıyor. “Anadilde eğitim maddesi”ni savunamayıp tüzükten çıkarılması için oy kullanan Kürt milliyetçiliğinin, “anadilde eğitim” kampanyasını kim ciddiye alır?
Düzeniçileşme politikalarıyla savaşmak zorunluluğu arasındaki paradoks, Kürt milliyetçiliğini genel olarak her konuda politikasızlaştırmakta, ne dediğini belirsiz hale getirmektedir. İki hafta önce aydınlar bildirisi karşısında da birbiriyle çelişkili görüşler açıklanmıştı.
DEHAP çizgisindeki eğitim emekçileri, Genel Kurul’da tüzük değişikliği yönünde oy kullanırlarken, aynı gün Kürt milliyetçi hareketin bir yöneticisi şöyle yazıyordu:
“Eğitim-Sen tüzüğünden anadilde eğitim maddesi çıkarılırsa, bu yalnız Eğitim-Sen için değil, tüm demokrasi güçleri açısından bir intihar olur.” (Mustafa Karasu, 4 Temmuz 2005 politika)
Yazılan doğruydu, oligarşinin dayatmasını kabul etmek bir anlamda “intihar”dı, ama “bu intihar”dır diyenler, Genel Kurul’da intihar kararını verenlerin içindeydi.
Kürt milliyetçiliğinin Eğitim-Sen Genel Kurul’undaki tavrı, Kürt milliyetçi basında bile bazı eleştiri ve sorulara neden oldu; mesela biri, “yurtsever öğretmenlerin tavrını anlamak mümkün değil” diyordu. Hayır, anlaşılmayacak bir şey yok. Eğitim-Sen Kongresi’ndeki tavır karşısında şaşıranlar, hala Kürt milliyetçiliğinin izlediği çizginin düzen içi niteliğini görmeyenlerdir.
PKK’li tutsaklar, 19 Aralık’ta hapishanelerde niye direnmedilerse, Eğitim-Sen Genel Kurulu’nda da bunun için direnmemişlerdir. Bir kez daha devrimcilerden “farklarını” koymuşlardır; oligarşiye denilmiştir ki, “biz senin çizdiğin sınırlar içinde kalacağız, o sınırlar içinde siyaset yapacağız.”
Eğitim emekçileri, oligarşiye ve reformizme rağmen örgütlülüklerini ve geleneklerini sürdürecek!
Eğitim-Sen Genel Kurulu’ndaki mesele, “Anadilde eğitim hakkını” savunup-savunmama meselesi değildi; bu meselenin ortaya çıkış noktasıydı; asıl mesele, oligarşinin dayatmaları karşısında direnilecek mi, teslim mi olunacaktı? ÖDP’siyle, Kürt milliyetçiliğiyle Eğitim-Sen yönetimi bunun kararını vermişlerdir.
Mesele politika meselesidir; bugün Eğitim-Sen, yarın bir başka sendika hedef olur, bugün “anadil” gerekçe yapılır yarın bir başka konu; eğer direnme cüretiniz ve politikanız yoksa, her yerde teslim olacaksınız demektir.
E