Haziran: Hollandalıların yaklaşık üçte ikisi sandık başına gitti ve neredeyse aynı miktarda seçmen Anayasa önerisine hayır dedi. Referandumların öncesindeki (ve hemen sonrasındaki) günlerde, uzmanlar, politikacılar ve gazeteciler, hayır oyunu gözden düşürmek üzere, aşırı sağın yabancı düşmanlığından yeni ülkelerin AB’ye girişinden duyulan korkuya, “hızlı değişim”den ve Tony Blair’e göre, “küreselleşme ve yeni teknoloji ile mücadele etmenin […]
Haziran: Hollandalıların yaklaşık üçte ikisi sandık başına gitti ve neredeyse aynı miktarda seçmen Anayasa önerisine hayır dedi.
Referandumların öncesindeki (ve hemen sonrasındaki) günlerde, uzmanlar, politikacılar ve gazeteciler, hayır oyunu gözden düşürmek üzere, aşırı sağın yabancı düşmanlığından yeni ülkelerin AB’ye girişinden duyulan korkuya, “hızlı değişim”den ve Tony Blair’e göre, “küreselleşme ve yeni teknoloji ile mücadele etmenin güçlüğü”ne dek uzanan bir dizi neden icat ettiler.
Tüm bu yorumcuların analiz edemedikleri (ya da ifade etmekten kaçındıkları) şey ise, derin yapısal değişimlerin coğrafi ya da politik sınırlara, yaşa veya milliyete bakmaksızın işçilerin, ücretlilerin, köylülerin, ücretli çalışanların ve Avrupalı emeklilerin büyük çoğunluğuna zarar vermiş olduğuydu.
Hayır oyları özelleştirmelere, emeğin uluslar arası taşeronlaştırılmasına, fabrikaların tasfiye edilmesine ve AB’nin “bütünleşmesi”, “rekabet gücü” ve “genişlemesi” adına öne sürülen gerici sosyal yasalara karşı verilmiş bir yanıt oldu. Olumsuz bir geçmiş ve daha da berbat bir gelecek seçmenlerin bu yöndeki kararını pekiştirdi.
Fransa ve Hollanda’nın hayır oyları Brüksel’deki yeni iktidar yoğunlaşması ile tehdit edilmekte olan kamu hizmetlerinin, emek yasalarının, ücretlerle çalışanların yeniden onay görmesi ve savunulması anlamına geliyordu.
Anayasa hayati sosyo ekonomik kararları, (genel grevler, kitlesel protestolar gibi araçlarla) halkın baskı gücünü hisseden yürütmenin ve yerel otoritelerin ellerinden alarak, son sözü söyleme hakkını, AB’ye yeni girecek olan ülkelerdeki gerici bloğun batı Avrupa sağı ile işbirliği içinde olduğu Brüksel’e veren kurumsal bir mekanizma yarattı.
Savunucularının da bizi temin etmekte oldukları üzere Anayasa, hakların “serbest piyasası”ndan değil, sanayicilerin, büyük yatırımcıların, liberal bankerlerin ve iktisatçıların işaret ettiği serbestleştirme önlemlerinin daha yeni ve derin bir dalgası için gerekli olan optimal koşulların yaratılmasına yönelik kurumsal değişimlerden oluşuyordu.
Fransız İşverenler Federasyonu (Fransızcadaki ismiyle Medef) başkanı Ernest-Antoine Seilliere, Anayasanın yenilgisinin AB’nin “Lizbon gündeminin” gerçekleştirilmesini daha da zorlaştırdığını açıkladı (Financial Times, 31 Mayıs 2005, sf. 5). Sözkonusu gündem sosyal hizmetlerin özelleştirilmesini öngörüyor ve işçilerin ücretlerini düşürüp, işten çıkarmalar ve taşeronlaştırmayı hızlandırarak, emekçilerin büyük bir bölümünün çalışma koşullarını değiştirebilmelerini nihai olarak zorlaştırıyordu.
Tüm kıta Avrupasında sermaye sınıfı ve bu sınıfın evcilleştirilmiş iktisatçıları hayır oylarına bu oylar kendi iktidarlarına, kendi önceliklerine ve çalışanları daha fazla sömürme ve sosyal düzenlemeleri ortadan kaldırma planlarına bir darbe indirmiş olduğu ve çalışanların eylem yeteneğini artırdığı için ateş püskürüyorlar.
Almanya Sanayi Federasyonu başkanı Jurgen Thumann, Fransız referandumunun sonuçlarını bu sonucun önünü açan toplumsal çürümeden hiç söz etmeksizin karalarken, politikacılara özelleştirme gündemini onarmak üzere “hızlı ve inandırıcı adımlar” atmalarını tavsiye ediyor.
Öteki Alman iş dünyası liderleri de referandum yenilgisinin ardından kendi sınıflarının geleceği hakkında daha karamsarlar: “Örneğin, AB bütçesi ve özellikle de serbestleştirme ve istihdam alanı ile ilgili kararlar daha da zorlaşacaktır.” (vurgular benim)
Fransız işçilerinin, köylülerinin, ücretli çalışanlarının ve küçük işletmecilerinin zaferi büyük şirketleri, kitle iletişim araçlarını, politik liderleri ve muhafazakar ve sosyal demokrat partileri yenilgiye uğratabilme kapasitesine sahip olan bir çoğunluğun mevcut olduğunu gösterdi. Halkın gücünün bu biçimde onaylanması büyük bir moral destek, aktivizmin güvence altına alınması ve neoliberal siyasetçilerin mağdur ettiği kitlelerin Anayasaya yönelik büyük bir tepkisidir.
Referandum üzerinde kopan politik kapışmanın merkezinde sınıf siyasetinin bulunduğu da bir gerçektir. Fransız analizci Olivier Duhamel, 20 yıllık özelleştirmelerden, işyerlerinin Doğu Avrupa’nın işbirlikçi devletlerinde bulunan ucuz kol emeği bölgelerine doğru kaydırılmasından ve sosyal harcamalardaki kısıntılardan sonra, “Fransız halk sınıflarının işsizlikten ya da ya kendilerinin ya da eşleri ile çocuklarının işsiz kalması korkusundan muzdarip hale geldiklerini” vurgulamaktadır.
Aynı zamanda, en azından Fransa’daki hayır oylarının sınıf karakteri, red kampanyasının başını büyük sendikaların (sol CGT ve merkez sağ Fuerza Obrera) çekmesi ile; kampanya aktivistlerinin büyük bir çoğunluğunun (seçmenlerin yüzde 10’unu temsil eden) Sosyal Parti ve ana troçkist partilerin mensupları olması ile de kendisini ifade etmektedir. Aşırı sağ Ulusal Cephe’nin de bir katkısı olduğu doğru ise de, bu sadece solun bu durum karşısındaki hoşnutsuzluğuna rağmen gerçekleşmiştir.
Burjuvazi, stratejik öneme sahip olan herhangi bir konuda yapılan demokratik bir seçimi kaybettiği her keresinde olduğu gibi, hemen çeşitli mekanizmalarla sonuçları etkisizleştirmeye koyuldu. Bazı Avrupa Komisyonu üyeleri karar alma sürecini referanduma gerek bırakmayacak biçimde merkezileştirecek bir dizi “mini revizyon” önermeye başladılar. Birliğin dış siyaset temsilcisi Javier Solana Fransız ve Hollandalı seçmenlerin reddetmiş oldukları şeyin tam da bu olmasına karşın, yeni bir diplomatik servis başlatmayı öngören düzenlemeleri takip edeceklerini açıkladı.
Neoliberalizmin öteki savunucuları ise “reform yanlısı” ülkelerin Fransa ve Hollanda’ya değişim dayatmaları gerektiğini ileri sürüyorlar. Avrupa Komisyonu’nun hızlı serbest pazar yanlısı başkanı Jose Manuel Barroso, Fransa ve Hollanda halk oylarının reddedilmesi anlamına gelen bir öneriyle, neo liberal bir gündemin (hükümetleri temsil eden) Avrupa Konseyinin onayına sunulmasında ısrarcı.
Fransız halkının zaferinden korkan çoğu AB lideri referandumları durdurmaya yönelik adımlar atıyorlar. “Seçimi kazanamayacaksan, yandan dolaş” felsefesini izleyerek, kararların alınmasını parlamentolara havale etme stratejisini benimsiyorlar.
Nihayet, gelecek Temmuz ayında Birliğin başına Tony Blair’in geçecek olması ile birlikte, “sosyal Avrupa’ya” karşı topyekun bir savaş ilan edildi. Fransız, Alman, İspanyol, Belçikalı ve Lüksemburglu işçilerin, gündelikçilerin ve çalışanların kararları bir yana bırakılarak, sosyal hizmetlerin (Avrupa ekonomisinin yüzde 70’i) serbestleştirilmesi ve özelleştirilmesi, Avrupa Komisyonunun zorda kalan şirketlere yönelik hükümet yardımlarının (garantilerin) durdurulması planlarının desteklenmesi ve bir serbest ticaret gündeminin dayatılması söz konusu.
Özetle, evrensel sağlık sisteminin yerine, tıpkı Büyük Britanya’da olduğu gibi düşük kaliteli bir sistem konulmak isteniyor. Yüksek öğrenim maliyetlerinin düşürülmesi ve demiryollarının özelleştirilerek bu hizmetlerin tıpkı İngiltere’deki gibi belirsiz, pahalı ve bozuk bir sistem haline dönüştürülmesi planlanıyor.
Neoliberal gündemi devam ettirmeye yönelik bu çabaların Fransız örneğinden yola çıkarak direnişle karşılaşması ve büyük bir baskı altında kalan Fransız hükümetinin serbestleştirmelere sırtını dönmesi muhtemel. Avrupa işçi sınıfının, işbirlikçi devletler
i sağın egemenliği altında serbest piyasaya eklemlemekten ibaret olan sağcı “genişleme” stratejisini engellemesi mümkün. Bunun nedenleri ise açık: Doğu Avrupa, Ukrayna ve Balkanlar muazzam bir ucuz ve sendikasız (ya da “Devlet” tarafından kontrol edilen) kol emeği deposu oluşturuyor.
Avrupa Birliğinin “genişlemesi” fabrikaları uluslar arası ölçekte taşeronlaştırmak, sosyal ücretleri, sosyal hakları ve izinleri düşürmek için bu bölgeleri tehdit olarak kullanmak ve batı Avrupa işçilerini Doğulularla rekabete zorlamak isteyen kapitalist sınıfın genişlemesi anlamına gelmektedir. Ek olarak “bütünleşme” sendikalı istihdam merkezlerinin altını oymak ve ücretlerle sosyal hakları düşürmek için düşük ücretli olarak anılan büyük bir işçi ve ücretli çalışan kitlesinin ithal edilerek istihdam edilmesi demektir. Mücadelenin amacı başlı başına “bütünleşme” ya da “genişleme” değil, bunları kullanarak sendikal gücü ortadan kaldırmayı, işsizliği artırmayı ve yaşam standartlarını düşürmeyi amaçlayan kapitalist hedeflerdir.
Batı Avrupanın sınıf bilinçli işçileri ve köylüleri ve onların sendikaları, sendikalarının neoliberal siyasi çizgiler ve seçkinler tarafından pratik olarak esir alınmış olduğu Doğu Avrupa işçi sınıfları arasında çok az sayıda müttefike sahipler. İşçi hareketi, birleşik ya da bölgeler arası ortak bir gündeme sahip olmadığında, bir yandan Doğudan gelebilecek her türlü olanak konusunda hassas ve açık olurken, gücünü ve konumunu temelde ulus devlet içinde güçlendirmek durumundadır.
Sonuç
Çalışan ve ücretli sınıfların Fransa ve Hollanda referandumlarında elde ettikleri zafer geçen on yıllar boyunca tırmanmış olan serbet piyasa siyasetini engellemeye ya da ve geri çevirmeye yönelik yeni olanaklar yaratmıştır. Tüm Avrupa Birliği işçilerinin benzer bir açıklıkla bu örneği takip etmeleri yönünde esin ve etki yaratarak, bu anlamda enternasyonalist sonuçlar da ortaya çıkarmıştır.
Yine de, seferberlik havasının devam etmemesi halinde, Avrupa kapitalist sınıfı elitist kararnamelerin kabul edilmesi ya da önlemlerin tedricen alınması yoluyla anayasayı arka kapıdan içeri sokmaya yönelik önemli adımlar atacaktır.
Fransız işçileri bir kez daha sınıfın örgütlü gücünün servetin ve propagandanın en iyi örgütlenmiş mekanizmalarını bile yenebileceğini gösterdiler. Birleşik Devletler ve Büyük Britanya’dakinin tersine Fransız seçmenleri (Demokratlar ve İşçi Partisi gibi) gerici partilere tabi değiller; onlar açık tartışmalar ile devrimci ve reformcu eğilimler arasındaki rekabetin çeşitli grupların üyelerini günün önemli konuları hakkında eğittiği, kişisel hoşnutsuzluğun kamusal tartışmalara yansıtılabildiği ve bireysel acıların kolektif eylemle olan bağının kurulabildiği bağımsız ve özgür toplumsal hareketler.
La Jornada’dan sendika.org tarafından çevrilmiştir