“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” (Albert Einstein) SEKA direnişi başından beri en geniş sol kamuoyunda değişen düzeylerde bir inançsızlıkla karşılandı. Sermaye sınıfı ve onun sözcüleri direnişi başından itibaren gözden düşürmek ve değersizleştirmek için mesai harcarken, solun önemli bir kesiminde de hakim olan yaklaşım, SEKA direnişinin “çaresizliği” üzerineydi. Bu yaklaşımın en veciz örneklerinden biri 16 Şubat’ta […]
“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” (Albert Einstein) SEKA direnişi başından beri en geniş sol kamuoyunda değişen düzeylerde bir inançsızlıkla karşılandı. Sermaye sınıfı ve onun sözcüleri direnişi başından itibaren gözden düşürmek ve değersizleştirmek için mesai harcarken, solun önemli bir kesiminde de hakim olan yaklaşım, SEKA direnişinin “çaresizliği” üzerineydi. Bu yaklaşımın en veciz örneklerinden biri 16 Şubat’ta Birgün Gazetesi’nde yayınlanan Ahmet Çakmak’ın yazısıydı. “O fabrikanın içinde daha ne kadar duracaksınız? 5 ay, 1 yıl, 2 yıl? Bunun sonunda ne olacağını sanıyorsunuz?” “Sizin sorununuz sınıf dayanışmasıyla filan çözülebilecek bir sorun değil.” “O zaman bir alternatif olacak, o zaman çaresiz bir direniş olmaktan çıkacak.”
Direniş “kazanacağız” inancı ile başlar. Aksi bir “inanç”la hiçbir direniş olmaz. SEKA işçileri de herşeye rağmen kazanmak inancı ve ümidiyle direnişe başladılar. Bu inanç ve ümit olmasa zaten başlamazlardı.
O zaman bu inanç ve ümidi paylaşıyorsanız direnişçilerle beraber olacak, beraber davranacaksınız. Ama bu inanç ve ümidi taşımadan direnişçilerin “yanında” iseniz, biliniz ki siz kollektif bilince ümitsizlik tohumları ekmekten başka hiçbir işe yaramazsınız.
“Çaresiz bir direniş”! Çakmak’ın bu tanımlaması, direnen işçinin kollektif aklına ümitsizlik tohumu ekmekten başka ne işe yarar? Alternatif olarak sunduğu “işçilerin fabrikayı devralması” önerisi, kaydadeğer bir öneri olmakla birlikte, önerinin sunumundaki akıl (!) en hafif deyimle berbattır.
“Sorunun sınıf dayanışmasıyla filan çözülemeyeceği” vecizesine ne demeli.. Bu ne kadar derin bir inançsızlıktır. Devrimciler kapitalizm sorununun çözüleceği yerin sınıf dayanışması olduğunu bilirler. Buna çalışırlar, buna çalışmışlardır.
Eğer güçler dengesi biraz daha leyhte ve irade kuvveti biraz daha yüksek olabilseydi, 7 Mart Pazartesi’nin hafta sonu olan 12-13 Mart da, ’12-13 Mart’ olacaktı. Olmadı. 10 Mart oldu. Ama, mücadelenin yükseltilmesi anlamında olan her şey, sınıf dayanışmasıyla oldu. 10 gün öncesinde yüzlerce Cevizli Tekel işçisinin tam vardiya olarak ve ondan bir hafta öncesinde Aliağa işçisinin 450 kişiyle SEKA’ya gelmesine kadar her şey sınıf dayanışmasıydı ve zaten sermayeyi titreten de buydu. Titrediler ve oyunlarını oynadılar. 10 Mart’ta bir sandık kepazeliğini SEKA işçisine dayatabildiler. Hal bu iken “sorun sınıf dayanışması ile cözülmez” demek, en hafif deyim ile sınıf dayanışmasından hiç anlamamak demektir.
SEKA’da yükselen direniş, 7 Mart günü Emek Platformu’nun Ankara Başkanlar Toplantısı’nda Türk-İş Merkezi’nin açık ihaneti ile sınıf dayanışmasından koparılmasına izin verilmemiş olsa idi bugün başka bir Türkiye’de yaşıyor olabilirdik.
Direnişin Kronolojisi
1 Mart’ta Türk-İş Başkanlar Kurulu, İzmit’te Selülöz İş eğitim merkezinde toplandı. Orada toplanmasının nedeni İstanbul’daki 17 şubenin ortak açıklamayla yaptığı basınçtır. ’17 şube’ diye anılan bu oluşumun açıklamasına konfederasyonun İstanbul’daki 64 şubesinden 33’ü imza atmıştır.
Başkanlar Kurulu’nun büyük çoğunluğu (33 kişiden 28’i ) toplantıda SEKA’ya dair hiçbir dayanışma kararı almadan oradan savuşup gitme niyetindeydi. Ama azınlıktaki 5 sendika başkanının Selülöz İş’in iki önerisi doğrultusunda sergiledikleri tutum galip gelmiş, toplantıdan ‘4 Mart’ta SEKA ile dayanışma için, bir gün işyerlerini terk etmeme eylemi’ kararı çıkmıştır. Bu kararın çıkabilmesinin yegane sebebi, 40 günden beri SEKA’dan yükselen “kaderini eline alarak belirleme” iradesinin, Türkiye genelinde sınıf kardeşlerinde yankı bulmuş olması idi. Ayrıca dışarıda bekleyen, SEKA İşçileriyle Dayanışma Platformu’nun sloganları toplantı salonundan duyuluyor, dinleniyordu.
Dört buçuk saatlik toplantıdan sonra Başkanlar Kurulu, direnişin merkezi olan SEKA yemekhanesine gelerek 4 Mart eylem kararını açıkladı.
Konfederasyon’un tepesine güvenleri olmayan işçiler, hem kararı yetersiz buldular, hem de bu kararın içi boşaltılmadan “adam gibi” uygulanması için Başkanlar Kurulu’nu sert biçimde uyardılar. Yakınlarıyla beraber yemekhanede sayıları 2000’e yaklaşan işçiler kapıları kapatıp başkanların yüzlerine “Burası SEKA, burdan çıkış yok!” diye haykırdılar. O gün bu 28 kişinin “ya bu toplantıda 4 saattir direndiğimiz kararı almamış olsaydık, bu yemekhaneden nasıl çıkardık acaba” diye düşündükleri, gözlerinden anlaşılıyordu. Nitekim bu iradenin ürkütücülüğü iledir ki, Türk-İş merkezi 4 Mart’ın arkasında durmaya mecbur kalmıştır.
4 Mart eylemi, yüzde yüze yakın bir katılımla ve özellikle Gebze-İzmit hattında, DİSK’in örgütlü olduğu özel sektöre ait işyerlerinin de katılımıyla başarılmıştır.
Ama Türk-İş yönetimi 7 Mart günü Emek Platformu toplantısında uzatılan sınıf dayanışması elini geri çevirmiştir. Salih Kılıç, DİSK’in bir hafta önce önerdiği “İzmit’te yüzbinlerin mitingi” önerisini reddetmiştir. “SEKA’nın lokal bir sorun olduğunu, kimsenin karışmamasını, kendilerinin halledeceğini” belirtmiştir.
Türk-İş Merkezi, bu açık ihanetiyle direnişi “lokal” ilan ederek sınıf dayanışması ile SEKA’nın bağını koparabilmiştir. 8-9 Mart günlerinde Ankara’ya çağırdıkları Selülöz- İş yönetimini sermaye düzeninden aldıkları bütün güç ile ve onun sözcüsü hükümet ile birlikte iki gün boyunca patakladılar. 10 Mart sabahında ise ‘sandık’ kepazeliği ile meseleyi hallettiler!
10 Mart sabahındaki oylama, baştan yanlış kurulan bir soru çerçevesinde geliştirilmiş bir ‘demokrasicilik oyunu’ idi. Oylanan ise SEKA’nın belediyeye devredilip devredilmeyeceğiydi. Söylenense SEKA’nın devir sonrasında üretimine devam edeceği yönündeydi. Oylama sabahı fiziken değil, ama ruhen 50 gündür yorulmuş, sendikaları da iki gün boyunca Ankara’da baskılanmış halde geri dönmüş 720 işçinin önüne konulan ikilem son derece kafa karıştırıcıydı.
“Sabah iyi bir öneri geleceğine” ilişkin haberlerle geceden SEKA işçileri üzerinde telefonlarla yoğun bir kafa karıştırma ve “ikna” faaliyetine başlayan AKP teşkilatının etkisi, sandığın başına yerleştirilen açık-gizli tehdit unsuru bir ekip, sandığa oy atanın oy rengini saptayan bir kameranın varlığı ve buna benzer bir dizi yöntem, zaten yorulmaya başlamış 50 günlük bir iradenin yönlendirilmesinde etken oldu.
Ve devirden sonra işçilerin birlikte yaptıkları değerlendirmelerde şu açıklıkla ortaya çıktı ki; Belediye’ye devire “evet” diyenler de, “hayır” diyenler kadar SEKA’nın üretime devam edeceğine inandı(rıldı)ğı için “evet” demişlerdi. Hayır demek isteyen bir çok işçi ise kaybettikleri takdirde, kendilerinin “evet” diyenlerle kıyaslandığında bir çok imkandan yoksun kalacakları korkusuna kapılmıştır. Bütün bu gelişmelerin açıkça ortaya koyduğu şey söylendiği ve yazılageldiği gibi işçilerin 10 Mart’ta özgürce oylamaya girmediğidir.
Sonuç olarak
SEKA işçilerinin 50 günlük direnişi amacına ulaşamamış olsa da sermaye egemenliği için tehdit unsuru olmuş bir kıvılcımdır. Herşeye rağmen sınıfın “kaderini eline alma ve belirleme” iradesine nasıl sarılabildiği bir kez daha kendini ortaya koymuştur.
Bu dinamiğin devrimci güçler için zaten bilinir, apaçık olması gerekirken, SEKA direnişi sol güçlerin ön
emli bir bölümü tarafından yeterince iyi anlaşılamamıştır.
SEKA işçilerinin direnişi birinci ayını doldurduğunda kurulan SEKA İşçileriyle Dayanışma Platformu bileşenleri, yaşanan tüm sorunlara ve handikaplara rağmen, solun diğer bölümlerinden görece meseleyi daha iyi kavramış ve mücadelenin hakkını vermeye çalışmışlardır. Direnişin son haftasına girilirken, SEKA işçilerinin, dayanışan ülke genelindeki bütün sınıf dinamiklerinin ve Dayanışma Platformu’nun beklentisi, mücadelenin 12-13 Mart’ta İzmit’te düzenlenecek miting ile yükseltilmesi idi. Bunun herhangi bir miting değil, yeni bir evreye sıçrama olacağı açıktı. Sermaye egemenliği bu tehlikeyi, sınıfla birlikte “mevzilenmiş” ve durumu okumakla yükümlü olması gereken ‘sol’dan çok daha iyi ve önceden görmüştür.
Sonucu da bu öngörülerin düzeyi belirlemiştir.
Kaynak: Siyasi Gazete