Almanya’daki seçim sonuçları üzerine en doğru saptamayı ”Almanya kendi seçimlerini kaybetti” diyerek, Der Spiegel’den Charles Hawley yaptı. Daha mükemmel bir saptamaya ulaşmak için ”Almanya” kavramının içini doldurmak, sonuçları daha uzun dönemli bir trende oturtarak anlamlandırmak gerekiyor. ‘Çılgınlığın’ arkasındaki mantık Westfalya eyalet seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti (SPD) hezimete uğrayınca, Schröder ‘in erken seçime gitmeye karar vermesi, […]
Almanya’daki seçim sonuçları üzerine en doğru saptamayı ”Almanya kendi seçimlerini kaybetti” diyerek, Der Spiegel’den Charles Hawley yaptı. Daha mükemmel bir saptamaya ulaşmak için ”Almanya” kavramının içini doldurmak, sonuçları daha uzun dönemli bir trende oturtarak anlamlandırmak gerekiyor.
‘Çılgınlığın’ arkasındaki mantık
Westfalya eyalet seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti (SPD) hezimete uğrayınca, Schröder ‘in erken seçime gitmeye karar vermesi, kendi partisi SPD’de bile şaşkınlık yarattı: Tüm kamuoyu yoklamaları ilk genel seçimleri, Hıristiyan Demokratik Birlik (CDU)/Hıristiyan Toplumsal Birlik (CSU) koalisyonunun ortak adayı, CDU lideri Angela Merkel ‘in ezici bir çoğunlukla kazanacağını gösteriyordu. Buna karşılık üyeleri SPD’yi terk ediyor, yeni bir sol parti şekilleniyordu.
Seçim sonuçları, SPD’nin Westfalya yenilgisini yalnızca Schröder’in doğru okuyabildiğini gösteriyor. Seçmen, Westfalya seçimlerinde SPD’yi, yeterince ekonomik reform (neo-liberalizm) gerçekleştirmediği için değil, aksine, refah devletine, işsizlik ödeneklerine saldırdığı, işsizliği azaltamadığı için cezalandırdı. Diğer taraftan seçmen hâlâ Schröder’in savaş karşıtı tavrını destekliyordu. Öyleyse bu seçmenin Merkel’in Thatcher ‘ci neo-liberal politikalarına, açıkça ABD yanlısı tutumuna çok fazla itibar etmesi beklenemezdi. Schröder, seçim kampanyası boyunca Merkel’in reform programını ”halk düşmanı” , kendisininkiniyse ”yumuşak reform” olarak sunan bir çizgi izledi. Bu arada savaş karşıtı tutumunu da vurgulamayı ihmal etmedi. Bunlara Schröder’in karizması, ”gösteri toplumunu” kullanma becerisi eklenince bugünkü sonuçlar oluştu. Bu sonuçlar bize siyasette, konjonktürü doğru okumanın, siyasi cesaretin ne kadar önemli olduğunu da gösterdi.
Daha uzun dönemli bir trend
”İyi sıçramak için gerilemek gerekir” derler. Biz de Almanya seçimlerini daha iyi çözümleyebilmek için biraz geri gidelim, ta 1830’lara! 1830’lar vahşi (denetimsiz) bir kapitalist gelişme döneminin ardından ”toplumsal sorun” denen olgunun ilk kez gündeme geldiği yıllardır. Kapitalizm toplumdan dışlanmış, giderek kapitalizmi tehdit eden bir yoksullar kitlesi üretmeye başlamıştır. Kapitalizme karşı ilk muhalefet dalgası böyle başlar. Bu dalga, sosyal demokrasiyi, komünizmi, 1848, 1871, 1917 devrimlerini, 1919-1922 ”konseyleri” vb. yaratarak yoluna devam eder.
”Refah Devleti” olgusunun arkasında da bu dalganın basıncı vardır. Bu dalga 1930’larda (Stalinizm, İspanya İç Savaşı, İtalyan, Alman Faşizmi vb.) yavaşlamaya başlar, 1950’lerde Bad Godesberg Konferansı’nda sosyal demokratların karşı kampa geçmesiyle duraklar, 1968’den sonra da gerilemeye başlar. 1984’te İngiltere madencilerinin yenilgisi, 1989’da duvarın çökmesi, bu dalganın geri çekilişini hızlandırır. Ancak, neo-liberalizm, küreselleşme vb. adıyla zincirlerinden boşalan kapitalizmin etkileri, kısa sürede yeni bir dalganın enerjisini yaratmaya başladı. 1998-2000 dönemindeki MAI’nın püskürtülmesi, küreselleşme karşıtı hareketler yeni bir dalganın başladığını haber veriyordu.
ABD’nin imparatorluk atılımını, neredeyse tüm muhalefet hareketlerini ”terorizm” kavramı altına sokma çabaları, devletlerin bu bahaneyle iç güvenlik yasalarını, toplum denetleme araçlarını güçlendirmeleri, bu dalgaya karşı reaksiyonlar olarak da okunabilir. Latin Amerika’da, Avrupa’da, neo-liberalizme karşı direniş, AB anayasasına tepkiler, referandum sonuçlarıysa bu dalgaya ait biçimlerdir. Irkçılık, milliyetçilik ise bu dalganın, yine ”şeytani” ikiziyle birlikte yükselmekte olduğunu gösteriyor.
Almanya seçim sonuçları işte bu dalgaya ait bir gelişme olarak okunabilir. Seçmenin, sağda da olsa, ”toplumsal soruna” ait bölümü Merkel’in neo-liberalizmini reddetti. Aynı toplumsal kesimin sol kanadı, SPD’ye güvensizliğini göstererek kısmen, SPD’den ayrılanlarla, eski komünistlerin birlikte kurduğu Sol Parti’ye yöneldi. Sol Parti seçimde yüzde 8’e yakın bir oy aldı. Eğer bu oy SPD’de kalsaydı Schröder yine kazanmıştı.
Sonuç olarak, evet Almanya (bunu iş çevreleri, uluslararası sermaye olarak okursak), kendi seçimlerini kaybetti. Bu yüzden Almanya seçim sonuçları, Blair, Barroso gibi sermayenin bu kesiminin çıkarlarını dile getiren neo-liberal siyasetçilerde büyük düş kırıklığı yarattı, ”Avrupa Projesine” bir darbe olarak yorumlandı. Diğer taraftan Sol Parti’nin meclise girmesi yükselmekte olan dalganın bir dışavurumu olarak görülebilir.
Ancak, tecrübeli zamparaların deyimiyle ”night is young” (gece henüz başladı). Schröder, neo-liberal, FDP’yi, CDU/CSU’dan kopmaya ikna edebilirse, neo-liberalizm arka kapıdan iktidara gelebilir. Üstelik koalisyon içinde Schröder, kendi partisinin sol kanadını, FDP’yle dengeleyerek Almanya kapitalizmine daha iyi hizmet edebilir.
ergin.yildizoglu@gmail.com
Cumhuriyet 21.09.2005