Türk dış politikasının AKP zamanında ABD yörüngesinden hızla uzaklaşarak bağımsız bir çizgiye doğru yöneldiği tezi en güçlü şekilde CIA Türkiye masasının eski şeflerinden ve şimdilerde Fethullah Gülen’in en yakın adamlarından biri olan Graham Fuller tarafından dile getirildi. Fuller’in bu tezinin merkezinde durduğu “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitap da, cemaatin yayınevlerinden biri olan Timaş Yayınları tarafından […]
Türk dış politikasının AKP zamanında ABD yörüngesinden hızla uzaklaşarak bağımsız bir çizgiye doğru yöneldiği tezi en güçlü şekilde CIA Türkiye masasının eski şeflerinden ve şimdilerde Fethullah Gülen’in en yakın adamlarından biri olan Graham Fuller tarafından dile getirildi. Fuller’in bu tezinin merkezinde durduğu “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitap da, cemaatin yayınevlerinden biri olan Timaş Yayınları tarafından Türkçeye çevrildi.
AKP iktidarının neo-Osmanlıcı saiklerle özellikle Müslüman coğrafyada diplomatik etkinliğini artırıp, Suriye ile İsrail arasında ya da İran ile ABD arasında arabuluculuk rolüne soyunması gibi girişimleri yandaş medyaya, AKP’nin “güçlü” dış politikasına ilişkin propaganda yapma imkânı verdi. AKP’nin ABD’ye karşı teslimiyetçi bir çizgi izlemediği, bölgede ABD’den bağımsız bir stratejiyi uygulamaya geçirmeye çalıştığı, Türkiye’nin bölgesinin yükselen yeni yıldızı olduğu şeklindeki haber ve köşe yazıları yandaş medyada sıkça yer buldu. Hatta Tamer Korkmaz gibi kimi köşe yazarları Ergenekon Operasyonu’nu Türkiye’nin ABD yörüngesinden çıkışının bir göstergesi olarak dahi yorumlayabildiler.
Oysa AKP, bırakın ABD yörüngesinden çıkmayı, kapatma davasının sonuçlanmasının hemen öncesindeki günlerde yaptığı hamlelerle, Türk dış politikasının rotasını değiştirmişti bile: Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile görüşmelere başlandı, Ermenistan’la ilişkiler konusunda bir ön hazırlık sürecine girildiği ABD ve AB’ye deklare edildi ve birleşik bir Kıbrıs’ın önünde engel olmayacağını zımnen kabul edildi. Bunlar kısa vadede kapatma davasının diyetleriydi belki de ama dava olmasa bile AKP, sermaye ve ordu ile birlikte bu yönelime zaten girecekti. Bu sahiden de yeni bir cumhuriyet anlamına geliyordu. Fakat Fuller’in kastettiği anlamda bağımsızlıkçı değil; bilakis, egemen sınıfın Türkiye’nin bugünkü sınırlarıyla birlikte varlığını bir süre daha devam ettirebilmesinin yolunun küresel kapitalizme kayıtsız şartsız eklemlenmekten ve ona göre dizayn edilmiş bir cumhuriyetten geçtiğini fark etmesi ve ona göre bir stratejiyi devreye sokması anlamında.
Abdullah Gül’ün Ermenistan gezisini de bu bağlamda okumamız gerekiyor. Liberal-muhafazakâr ittifakın “barış, diyalog, sınırsız kardeşlik” gibi kavramları kullanarak desteklediği ve Rusya Gürcistan savaşının hemen sonrasına denk gelen bu gezi Türkiye ile Ermenistan halklarının kardeşleşmesini sağlamayı değil, Ermenistan’ı emperyalist egemenlik savaşların bir cephesi haline getirmeyi amaçlıyor.
Turuncu devrimler aracılığıyla bölgede Batı yanlısı rejimlerin iktidara getirilmesi şeklindeki emperyalist strateji neticesinde Rusya’nın etrafındaki ülkelerden Ukrayna ve Gürcistan’da Amerikancı yönetimler işbaşına geçmişti, Azerbaycan’da oğul Aliyev ve Türkiye’de de Erdoğan bu süreçte iktidara geldi. Ermenistan’da da 2004 yılında bir renkli devrim girişimi oldu fakat bunda başarılı olunamadı. Dolayısıyla Ermenistan Rusya yörüngesinden çıkarılamadı ve ülke bugün de hala büyük ölçüde Rusya’ya bağlı bir görünüm arz ediyor, dolayısıyla Ermenistan emperyalizmin ajandasında “düşürülmesi gereken”, yani Batı yanlısı bir rejimle yönetilmesi ve NATO üyesi olması gereken ülkelerden biri olarak görünüyor. Ayrıca olası bir Rusya-Ermenistan-İran ekseni, Hazar enerji havzasındaki ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının kontrolüne bir set çekeceği için ABD tarafından büyük tehlike olarak addediliyor. İran’a yapılacak bir askeri operasyon olasılığı dâhilinde de Ermenistan’ın “hür dünya” kampında yerini alması gerekiyor.
Böyle bir konjonktür içerisinde gerçekleşen Ermenistan açılımının açıkça Rusya ve İran’a karşı bölgedeki Amerikan çıkarları adına ve eklemlenme stratejisi bağlamında gündeme getirildiği açık bir şekilde görünüyor. Taraf yazarlarından Amberin Zaman’ın 5 Eylül tarihli yazısındaki şu coşkulu satırlarına bakmak bile yeterli bunun için: “Ermenistan ile Kuzey Irak’la ilişkilerini düzeltmiş bir Türkiye’yi artık kimse durduramaz. Haritaya bir göz atmak yeterli. Kuzey Irak’ın zengin doğalgaz kaynakları bizi bugünlerde sıkıştıran Rusya’ya en fizıbıl alternatif olarak önümüzde duruyor. Ermenistan üzerinden de Orta Asya pazarlarına İran’ın TIR’larımıza yaşattığı sıkıntılarından kurtulmak üzere daha da çabuk ulaşabiliriz. Diplomatik düzeyde, Batı’yla entegrasyonumuzu da, müttefikliğimizi de hem ekonomik hem de siyasi anlamda güçlendirir.”
Enerji ihtiyacı ve ticaret Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bir keskin politika izlenmesini engellese de Türk dış politikası batının ileri karakolu olma vazifesini sürdürmeye devam ediyor. Hükümet, bir yandan Kafkas İttifakı gibi ütopik öneriler gündeme getirirken, bir yandan da “yardım malzemesi” taşıyan savaş gemilerinin boğazlardan geçişine izin veriyor, Ermenistan’ı Rusya’dan koparmak için gereken adımları atıyor, Azerbaycan ve Gürcistan’la arasındaki müttefiklik ilişkisini güçlendirmeye çalışıyor. Kısacası, AKP hükümeti Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı sıfatını taşıyan başbakanı ile birlikte yola devam ediyor.
Bizim ise liberal muhafazakâr hegemonyanın dışarısında durmamız ve emperyalizmin gölgesinde halkların kardeşleşeceği masalına inanmamamız gerekiyor. Ermenistan Türkiye’den toprak talebinden vazgeçse, Türkiye sınır kapısını açsa ve diplomatik ilişkiler normalleşse bile bu iki halkın birbirlerine olan kin ve düşmanlıklarının sona ereceği anlamına gelmiyor çünkü. Geçmişte emperyalist tezgâhlarla birbirine düşürülmüş Türkiye ve Ermenistan halklarının birbiriyle konuşması, birbirini dinlemesi ve kardeşleşmesi gerekiyor elbette; ancak emperyalist planların ve küresel egemenlik savaşlarının bir parçası haline getirilen kardeşleşme projelerinin bir işe yaramayacağını, bunların karşısına anti-emperyalizm perspektifli bir karşı-proje ile çıkılması gerektiğini unutmamak gerekiyor.
Genç Siviller’in Ermenistan-Türkiye milli maçında tribünde açtıkları “sınırsız kardeşlik” pankartı olan biteni özetliyor aslında. Soros sponsorluğunda Amerikan demokrasisi pazarlayanların kardeşlik talebiyle, emperyalizmin kardeşlik talebi örtüşüyor çünkü.