Bir ulusal mücadelenin dönemsel ve bölgesel yaygınlaşması, müttefiklerini çoğaltması, yeni koşullara daha uygun olacağını düşündükleri ‘genişleme’ çabası için işlevli olabilir. Ama bu işlev, sosyalist stratejinin en temel bilimsel-politik araçlarının terk edilmesine dayalı ‘yenilik’ önerilerini reddetmeyi engellemez. Bu ret, kolayına kaçarak söylendiği gibi ‘kibir’ değildir

Önceki gün yayımlanan ve Abdullah Öcalan’ın İstanbul’daki “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı” için yazdığı mesajdaki yeni sosyalizm temalı yaklaşımı tartışan yazıda, benzer nitelikteki argümanların, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren Batı akademisi ve aydın çevrelerinden başlayarak üretildiğini, bunların tartışıldığını ve modern toplumun —ki halen o toplumun içindeyiz— temel çelişkisi olmaya devam eden emek-sermaye ile bu zemindeki sınıf mücadelesini dışarıda ya da ikincil planda bırakan bir stratejinin, Marksizm açısından teorik olarak aşıldığını söylemeye çalıştım.
Doğrudan ve iştahla girişilmiş hakaretleri dikkate almaya gerek yok. Ama —kimi durumlarda bir tabu anlayışına dayalı olan— köktenci itirazları da dışarıda bırakacak olursak, esas reaksiyon şu biçimlerde geldi: Siz [eski tip sosyalistler] neyi başardınız ki, ‘eski sosyalizm’ yıkılıp gitti, bunlar hâlâ aynı dogmaların peşinde, elinizi tutan mı var gidin işçileri örgütleyin vs..vs..
“Yahu sizin bir dikili ağacınız mı var” diye çerçevelenebilecek bu kolaycılığı, bu hazin vasatı Öcalan’ın da reddedeceğini söylemekte sakınca olmamalı. Zira siyasetin yalnızca ‘güç’le; ölçülebilir, aritmetik, fizik bir güçle; sayıyla, kelleyle yapılabileceği sanrısı, her şeyden önce PKK ve Kürt hareketinin tarihi tarafından çürütülmektedir. Bu yanıyla da söz konusu itirazları belki fazlaca dikkate almamak gerekir… Ama geçen yazının sonunda bulunan ve bu yazının konusu olan, “Bu ‘yeni sosyalizm’ yönelimi bugün hangi maddi/nesnel ihtiyaca dayanıyor” sorusunun yanıtı açısından da yardımcı nitelikte olduğu için değinmekte yarar vardı.
Şöyle ki, bir soru apaçık ortada duruyor: Peki bu ‘yeni sosyalizmler’, bu ‘demokratik sosyalizmler’ neyi başarmıştır, hangi pratik başarıya sahiptir? 60’lardan beri benzer tonlarla tekrarlanan bu stratejilerin ortak özellikleri sınıf mücadelesinden başka bir itici güce yaslanarak ‘genişlemeyi’ ve kapitalist devlet alanını daraltmayı, onu ‘demokratikleştirmeyi’ hayal etmekti. Bu hiçbir yerde gerçekleşmedi. En belirgini, 3. Enternasyonal komünist partilerinin özellikle Batı Avrupa’daki mutasyonları tarafından temsil edilen avro-komünizm olmak üzere, bu kapsamdaki pek çok ‘sosyalizmler’, tarihin en ağır yenilgileriyle toza karıştılar, yok oldular. Şimdi o tezleri, yeniden ve sanki sınanmamış gibi teoriye almayı reddetmek neden ‘bağnazlık’ oluyor? Marksizm, sosyalizm elbette geliştirilmeye, güncel sorun ve olgulara doğru genişletilmeye, yeni sorulara yeni yanıtlar üretmeye açıktır, öyle olagelmiştir. Ama bütün bir sistematiğin temelini oluşturan politik ekonomiyi dışlamak, sosyalizmin, bir sınıfın tarihsel eylemi değil, başka başka sınıflardan insanların ittifakıyla erişilecek daha iyi bir yaşam ideali olması gerektiğini söylemek sosyalizmi ‘geliştirmek’ değildir.
Tam da emeğe karşı sınıf savaşının gemi azıya aldığı, tüm dünyada bu savaşın pek çok yönden daha görünür hale geldiği ve yine tam da işçi sınıfı sosyalizmi yaygın şekilde terk edildiği için bu durumun ‘aşırı sağ’ gibi isimlerle anılan neo-faşist hareketlerin semirmesine yaradığı koşullarda, sınıfı sosyalist stratejinin merkezinden uzaklaştırmaya neden itiraz etmeyecekmişiz?
Bu düşünceler, ortaya çıktıkları toplumların ve tarihi dönemlerin özgül şartlarıyla biçimlendi. İki temel dönem belirleyici olmuştur: İlki, Birinci Dünya Savaşı sonrası, özel olarak da Macar ve Alman devrimlerinin yenilgiye uğratıldığı koşullar; diğeri, İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı burjuvazisinin korkak cimriliğiyle ortaya çıkan geçici refah döneminin buğulu atmosferi… Direkt ya da dolaylı yenilgi yılları. Ama bu yenilgilerden beslenirken, ‘Ekim’i ve devrim stratejisini reddeden, sosyal demokrasiden başlayıp ‘yeşil sol’a dek tüm ‘alternatif’ stratejiler yenilgiye uğramıştır; “dikili bir ağaçları yoktur”…
Bu dönemler, ezilen ulusların bağımsızlık mücadelelerinde de yapısal ve teorik değişimler yarattı. 70’lerin militan devrimci hareketlerinden, Güney Amerika’daki başarılı asimetrik savaş stratejilerinden esinlenen ulusal kurtuluş mücadeleleri, Batı merkezlerindeki ‘yenilik’ arayışlarından farklı olarak, kendi uluslarının en alttaki sınıflarından beslendiler ve oraya yöneldiler. Gerek fiziki savaşı sürdürecek kadroları oluşturacak, yani askeri yapının sürekliliğini temin edecek, gerekse bu savaşı politik olarak sahiplenecek ve ona (iaşeden lojistik ve istihbarata kadar) fiili destek sağlayacak toplumsal güçler, genellikle yoksul ve topraksız köylülük olmak üzere kır yoksulları oldu.
PKK hareketi de 80’li yıllarda buna benzer bir strateji izleyerek ve bu toplumsal kesimlere dayanarak ortaya çıkmıştı. İşçiler, ırgatlar ve mevsimlik, geçici işçiler, feodal ağaların zulmü altındaki topraksız köylüler, kent ve kasabalardaki işsizler… Buna, savaşın erken dönemlerinde ortaya çıkan ve 4 bine yakın yerleşim birimini yok eden köy boşaltmalarla hem Kürt hem batı kentlerine akan ve buralarda genellikle işçi sınıfının en ağır koşullarına sahip katmanlarını oluşturan köylüleri de eklemek gerekir… Bugün ‘reel sosyalizm’ diye anılan ve aslında o dönemde de sosyalizm olmayan, fakat uluslararası güç dengeleri ve buradaki yüksek cüsseli SSCB varlığında etkin olan yönelim; yalnızca bir uluslararası dayanak değildir. Abdullah Öcalan da PKK için yaptığı fesih çağrısında bir yönüyle bu Sovyetler Birliği faktörüne değinmiştir. Ama bölgesel rekabet ve koşulları belirleyen bir güç faktörünün dışında, dönemin mücadele stratejisinin dayandığı toplumsal kesimlerle ideolojik bağ kurmak açısından da Marksizmin o dönemki ‘geleneksel’ varyantı belirleyici olmuştur.
Bugün ise Ortadoğu’nun, Türkiye’nin ve Kürt ulusunun yaşadığı tüm ülkelerin içinde bulunduğu bambaşka koşullarda, mesele ve çözümü bunca uluslararasılaşmış, pek çok ülkeden farklı sınıf ve kesimlerin ‘önemli aktör’ olarak dahil olduğu bir çeşitliliğe bürünmüşken; ‘yeni tipte bir sosyalizm’ tartışmaları da tam bu çeşitliliğe ilişkin bir işlev arayışında olmalı. PKK ve onun lideri, son tahlilde ulusal nitelikte bir meselenin halli için hareket etmektedir ve bu nitelik, politik olarak homojen bir sınıf bakışını şart koşmaz. Ama doğrudan sınıf savaşımları ve diktatörlüklerine yönelik stratejiler söz konusu edilirken de ulusal nitelik bir mazeret olmaktan çıkar. Tarihin sınıf mücadelesinden ibaret olmadığı yönündeki tez, Batı Avrupa merkezlerinde sınıf işbirlikçisi bir yönelimin sonucu olarak ortaya çıktı. Bir ulusal mücadelenin dönemsel ve bölgesel yaygınlaşması, müttefiklerini çoğaltması, yeni koşullara daha uygun olacağını düşündükleri ‘genişleme’ çabası için işlevli olabilir. Ama bu işlev, sosyalist stratejinin en temel bilimsel-politik araçlarının terk edilmesine dayalı ‘yenilik’ önerilerini reddetmeyi engellemez. Bu ret, kolayına kaçarak söylendiği gibi ‘kibir’ değildir.
Kaynak: Evrensel
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.