Akbelen Direnişi’nin Zehra Ninesinden, memleketteki toprak sevdasına yeni bir öneri… toprakların sınırlar ötesi önemine, sermayeye karşı işgal politikasının genişliğine dair bir memleket meselesi. Cansu Erginkoç yazdı, Cansu Gürsu resmetti
Zehra Nine. Akbelen’de uluslararası şirketlerin keskin dişli iş makinelerinin karşısına bedenini ağacın önüne koyup siper eden bir İkizköylü, bir direnişçi. Zehra Nineler, Havva Analar ve daha nice adını bilmesek de mücadelesini bildiğimiz köylü kadınlar, analar, dedeler ne kadar da çoğaldı ya da görünür hale geldi artık değil mi?
Artık eylemlere “gitmen guzum” diyerek endişe edebilecekleri bir gelecek umudunu kıranlara karşı, evinin kapısını kırıp, kendi sofrasını ayağının tersiyle yerle bir edenlerin karşısına kendi dikilmek zorunda kalan “aktivist nineler” belki onlar artık… Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’lü direnişçilerden Zehra Nine, 90 yaşında son nefesine kadar koruduğu toprağına uğurlandı. Devri daim, toprağı bol, mücadelesi kalanlara güç olsun…
Muğlak bir kavram “Memleket sevdası” meselesi. Hızla herhangi bir siyasi partinin ideolojisine, politikasına işaret edebilir, en çok onun meselesi haline gelebilir. İronik bir şekilde o partiye muhalefet eden başka bir partinin, sonra ona da muhalefet eden bir partinin meselesi haline gelir. Memleketten ne anladığımıza göre değişiyor muhakkak. Enikonu diyelim biz, hayali sınırlara indirgenemeyecek, üstünde yaşayan ya da ölen/öldürülenlerin sayılarına sığdırılamayacak, yaşamların kutsallık atfedilen kavramlarla yitmesiyle değil aksine ne kadar çoğumuzun yaşayabildiğiyle ilişkili bir çokluk hali “memleket”. Yani hangi insana ait olduğuyla tanımlanabilir değil; gözünü burada açmış, köklerini burada salmış insandan, hayvandan, ağaçtan muktedir yaşamların bir aradalığı hali söz gelimi.
Gel gelelim ne kadar ütopik oldu şimdi bu giriş de değil mi… “Olur mu öyle şey yahu”lar havada uçuşur şimdi. Biz ki şu devlet erkânından, şu bilmem nesine yedi düvelden falan filana… Uzatarak yüreğimizi yormayacağım. Çünkü martavala karnımız doydu artık. Hatta karnımızı açlık sınırının altındaki asgari ücretle doyuramadıkça devletin martavallar da arttı da arttı. Artık hırsız da biliyor çaldığını, katil de biliyor öldürdüğünü*
Böyle olunca memleket sevdası, memleket meselesi de “üç beş ağaç meselesi” oluyor, oldu, olacak haliyle. Gezi’den bugüne, bugünden yarına bir arada yaşadığımız her canlının yaşam hakkını savunmanın bizzat kendisi bir memleket meselesi… Yitirdiklerimizi bir envanter gibi altyazı geçmek sizin olsun, yaşamı savunmakta ısrar edenlerin; hayvanların, insanların, ağaçların, ormanların derdini dert edinenlerin direngenliğiyle ülkenin dört bir yanında dört koldan mücadele ve dayanışma tarihe not düşülürken bu sefer, tahtaya da tüm bunlar olurken susanların adı yazılıyor…
Türkiye’de insan hakları ihlalleri ne yazık ki yeni değil; hükümetler değişse de, bu alanda adeta bir gelenek sürüyor. Ancak son yıllarda, küresel krizlerin ve neoliberal politikaların etkisiyle ihlallerin biçimi dönüşüyor. Sermaye, artık yalnızca kentlerde değil, köylerde, ormanlarda, meralarda da kök salıyor; ormanların birbirine sıkı sıkıya bağlı kökleri bile “fazla” görülüyor. Maden yasaları, orman yangınları, hayvan katliamları… Yaşam savunucularının yıllardır uyardığı hak gaspları artık kentlerin ve kırların ortak gündeminde. Aslında hep öyleydi ya, neyse…
Madenler değerli, maden şirketleri kıymetli, topraklar; “üstünde yaşadığına ait olamayacak bir lüks mülkiyet” olarak devlete bırakıldığı ölçüde, sayılabilir, satılabilir olduğu kadar kıymetli. Ama madenci kıymetsiz, ölüm fıtratında var. Maden şirketlerinin bir avuç zengini daha da zengin edecek olması, bundan her kimler (kim ola acaba onlar) nemalanıyorsa onların elde ettikleri kıymetli. Zeytin ağaçları kıymetli değil, taşırız… (Söktüler). Toprak, “Eyyy uğrunda mücadeleler verilen kanlar dökülen düşmana karşı hoşafla bir lokma ekmekle kazandığımız topraklarımız! Bizim topraklarımız! Kimse bu ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit etmeyi aklından bile geçirmesin!!! Topraklarımız çok kıymetli!” Satalım Kanadalı şirketlere, uluslararası sermayeye, toprakta yaşayan, topraktan yaşamını kuranlar, kıymetsiz… Aman ha! Vatanın birliği, toprak bütünlüğü, çok hassas, sakın! Gönderin iş makinelerini, jandarmayı, polisi. Karşı çıkan marjinaller, Zehra Nine mi, Havva Ana mı, Reşit Kibar mı, Metin Lokumcu mu, Ali Ulvi – Ayşin Büyüknohutçu mu, kıymetsiz… dövün isterseniz, isterseniz gözaltına alın emir kulları, elinizden geleni ardınıza koymayın o ‘kutsal’ topraklara hayatı pahasına korumaya çalışanlara karşı.
Tuhaf bir şey memleket sevdası… Ne hikmetse, fakir fukarayı doğrudan ya da dolaylı ölüme mahkûm ederken, sermaye-iktidar çevrelerini saraylara, lükslere ve servete boğuyor. O zeytin ağacının önünde, o iş makinesinin karşısında duran, bizatihi bedenini artık politik bir uzuv olarak kullanmaya başlayan o halkın, topyekûn bir araya gelse tahayyül edemeyeceği paralar lüks arabaların içinde pudra şekeri tadında harcanıyor.
İllüstrasyon: Zehra Nine, Cansu Gürsu
Gölleri, dereleri ve kanalları kurutan; ormanları yakan; insanları, hayvanları ve doğayı meta haline getirip zenginleri daha zengin, yoksulları daha yoksul kılan ekonomi modelinizi reddediyoruz. Dualar ve hutbelerle kadınların erkekler tarafından neden öldürüldüğünü değil de nasıl giyinmesi gerektiğine ikna etmeye çalışmanızı, çocukları aç olduğu için çaresizce yaşamına son verenleri anmadan açlık sınırında yaşayanları “şükür”e davet etmenizi reddediyoruz.
Sabah akşam demeden çalışsa da ailesine bakamayacak olduğunu bilen, sadece İSİG Meclisi raporlarına göre sadece 2025 yılının ilk sekiz ayında hayatını kaybeden 1359 işçinin yaşamına karşın, sermaye sahiplerinin iki dudağının arasından çıkacak “Bana zenginliğimi allah verdi” sözlerinizi reddediyoruz.
Binlerce çocuk eğitimden mahrum bırakılırken, çocuk işçi gerçekliği, MESEM’lerde tarlalarda, fabrikalarda çocuklar ölürken, yüzbinlerce çocuk okula aç gidip okuldda aç kalırken bakanlarınızın çocuklarını özel okullara göndermesini kabul etmiyoruz. Rabia Naz’dan, Gülistan Doku’ya, Narin’e; kaybettiklerimizden umudumuzu kesmiyoruz — hesapların tek tek sorulacağı güne dek yalanlarınızı dinlemeyi reddediyoruz.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun raporlarına göre sadece 2025 Ağustos’unda 29 kadının öldürülmesi ve 28 kadının şüpheli biçimde hayatını kaybetmesi ile karşı karşıya iken, “Aile Yılı” adı altında kadınları ve LGBTİ+ları yoksulluğa, dışlanmaya ve ölüme terk etmenizi reddediyoruz. Basın ve ifade özgürlüğünü ayaklar altına alan gazeteci ve sanatçı yargılamalarını, ne idüğü belirsiz hastanelerde bebeklerin ölümünden sorumluların yargıdaki uzantılarına karşı ezberlediğiniz “yargımız bağımsızdır”dan öteye gitmeyen hukuk sisteminizi reddediyoruz. İhmaller zincirinin sonucu olarak hayatını kaybeden yüzbinlerce insanın, insanlık onurunu ayaklar altına alan, siyasi polemiklerinizi reddediyoruz.
15 Eylül’de doğum günü vesilesiyle andığımız Burak Özgüner’in reddedişi, neşesi ve öfkesiyle; hayvanları ölüm kamplarına mahkûm eden, canlı canlı toprağa gömen politikaları asla kabul etmiyoruz. Slogan atmıyoruz, ajitasyon peşinde değiliz; küçük oluşlarımızda, birbirinden kilometrelerce uzakta olsa bile birbirinin sesini duyan milyonlar yaratıyoruz. Karanlığa, umutsuzluğa ve sahte gündemlere rağmen umudu büyütmeye, çoğaltmaya ve çoğalmaya devam ediyoruz. Hiçbir partiye, hiçbir lidere, hiçbir başkana ihtiyaç duymayan; birbirinden farklı ama birbirini kuşatan bir “çokluk”la mesih bekler gibi beklemeyi reddediyor, bugün burada birbirimizin sesine ses katarak yaşamı korumaya devam ediyoruz.
Çünkü biliyoruz, yaşamak, size rağmen yaşamak, direnmektir çünkü “İktidar hayatı hedef aldığında, hayat iktidara direniş olur.”**
*Cemal Süreya – Yarımada şiirine atıf.
**Fransız yazar ve filozof Gilles Deleuze’e atfedilir.
Kaynak: muzir.org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.