Açık ki izleyicisi olduğumuz şey, sadece siyasi bir kargaşa değil, aynı zamanda bir devrimin içine düştüğü çelişkilerle kendi mezarını nasıl kazdığının trajik hikayesidir. Bu bakımdan son söylenmesi gerekeni en başta söylemekte yarar var. Nepal’de izlediğimiz görüntüler Nepal Komünist Partisi’nin (NKP) yıllar önce reformcu bir yola girmesiyle başlayan yozlaşması, halka ihaneti ve ideolojik iflasının, bugünkü sonucudur. İnsanların mevcut düzene isyan etmesinin ardında, işsizlik, yoksulluk, derin bir eşitsizlik ve en çok da büyük bir hayal kırıklığı yatıyor
Himalayalar’ın eteklerinde, Nepal’in sokakları bir kez daha alev alev. 2006’da monarşiyi deviren, 2008’de laik ve federal bir cumhuriyet kuran halkın öfkesi, bu kez farklı biçimler ve değişkenlik gösteren talepleriyle dünyanın gündeminde.
Son gelişmelere göre, hem parlamento hem de başbakanlık konutu ateşe verilirken, sosyal medya bakanlar ve aileleri de dahil olmak üzere üst düzey hükümet yetkililerinin doğrudan saldırıya uğradığını gösteren haberler ve videolarla dolup taşıyor. Daha önce, İçişleri Bakanı ve Sağlık Bakanı da dahil olmak üzere üç bakan yoğun kamuoyu baskısı altında istifa etmişti. Sonunda Başbakan KP Sharma Oli de istifa etmek zorunda kaldı. Oli, bu adımı “anayasal bir çözümün yolunu açmak” için attığını iddia etti.
Açık ki izleyicisi olduğumuz şey, sadece siyasi bir kargaşa değil, aynı zamanda bir devrimin içine düştüğü çelişkilerle kendi mezarını nasıl kazdığının trajik hikayesidir. Bu bakımdan son söylenmesi gerekeni en başta söylemekte yarar var. Nepal’de izlediğimiz görüntüler Nepal Komünist Partisi’nin (NKP) yıllar önce reformcu bir yola girmesiyle başlayan yozlaşması, halka ihaneti ve ideolojik iflasının, bugünkü sonucudur. İnsanların mevcut düzene isyan etmesinin ardında, işsizlik, yoksulluk, derin bir eşitsizlik ve en çok da büyük bir hayal kırıklığı yatıyor.
Nepal’deki bugünkü krizi anlamak için 1996’da başlayan ve on yıl süren Halk Savaşı’na dönmek gerekiyor. Nepal Komünist Partisi-Maoist (NKP-Maoist), feodal monarşiye karşı silahlı bir gerilla mücadelesi başlattı. Dağlarda, köylerde ve şehirlerde örgütlenen bu hareket, yoksul köylülerden, işçilerden ve ezilen etnik gruplardan geniş destek gördü. Hedef yalnızca kraliyeti devirmek değil, aynı zamanda toprak reformu, eşitlik ve sosyalist bir düzen kurmaktı.
2001’deki kraliyet katliamı –veliaht prensin ailesini öldürüp intihar ettiği gizemli olay– ve 2005’te Kral Gyanendra’nın mutlak yönetimi ele geçirmesi halkın öfkesini büyüttü. 2006’da Maoistler, ana akım partilerle birleşerek Loktantra Andolan (Demokrasi Hareketi) adı altında kitlesel bir ayaklanma başlattı. Başkent Kathmandu, halk ayaklanmasının merkezlerinden birisiydi. Uzun süreli halk savaşı ise zaten uzun yıllar boyunca birçok bölgede kızıl siyasi üsler kurmayı başarmış ve başkentin önlerine kadar gelmiş bulunuyordu. Yani iktidar gerçekten de namlunun ucundaydı ve ülkenin yüzde 90’ı komünist partinin elindeydi. Ancak NKP ve o dönemdeki önderi Prachanda, bu tarihsel anda devrimi değil bir uzlaşıya vararak burjuva cumhuriyeti tercih etti.
Hemen ardından burjuva cumhuriyetinin gerektirdiği müesses nizama uygun olarak Prachanda, 2008’de başbakan oldu ve “Devrimi parlamenter sisteme entegre edeceğiz” diyerek silahlı mücadelenin bittiğini ilan etti. Bu, devrimin dönüştürücü gücünü tasfiye etmek anlamına geliyordu. Halk Savaşı’nın ateşli idealleri –toprak reformu, feodalizmin tasfiyesi, eşitlik– terk edildi, devrim parlamenter bir oyuna indirgenmiş oldu. Prachanda ve diğer liderler devletin mevcut kurumlarıyla uzlaşmayı seçti. Bu, monarşiye karşı savaşan kitlelerin beklentilerine ilk büyük darbeydi.
En yıkıcı adım ise devrimin belkemiği olan Halkın Kurtuluş Ordusu’nun (PLA) dağıtılmasıydı. PLA, on yıl boyunca dağlarda monarşiye karşı savaşmış, yoksul köylülerden ve ezilenlerden oluşan binlerce gerillayı barındıran bir halk ordusuydu. 2006’daki Kapsamlı Barış Anlaşması’yla bu gerillalar, Birleşmiş Milletler gözetiminde kamplara kapatıldı; silahları kilitlendi, hayatları askıya alındı. Yıllarca kamplarda bekleyen gerillalar ne orduya entegre edildi ne de onlara yeni bir gelecek sunuldu. 2012’de Nepal ordusu, yalnızca küçük bir grup gerillayı –sembolik bir sayı– kabul etti; geri kalanlar ise cüzi bir tazminatla evlerine gönderildi.
PLA’nın dağıtılması sadece askeri bir karar değildi; aynı zamanda halkın mücadele azmini ve devrime olan inancını kırdı. Eski gerillalar “Liderlerimiz bizi sattı” diyerek isyan ederken, kitlelerin öfkesi büyümeye başladı. 2015’te çıkarılan yeni anayasa, özellikle Madhesi gibi etnik azınlıkların özerklik taleplerini görmezden gelince bu hayal kırıklığı daha da derinleşti. NKP-Maoist’in uzlaşmacı çizgisi devrimin kazanımlarını bir bir eritirken, bu durum monarşi yanlıları ve Hindu milliyetçileri gibi gerici güçlerin yükselişine de zemin hazırladı.
Devrimin en büyük vaatlerinden biri, Nepal’i oluşturan çok sayıda etnik grubu (Janajati’ler), dilleri ve kastları (Madhesiler gibi) temsil eden, onlara özerklik ve eşitlik tanıyan gerçekten federal, demokratik ve kapsayıcı bir anayasa yapmaktı. Monarşi, tüm gücü Kathmandu’daki elitlerde topluyordu. Devrim, bu gücü ülkenin farklı bölgelerine ve halklarına dağıtmayı vaat etmişti.
Ancak 20 Eylül 2015’te ilan edilen anayasa, bu vaadi tamamen yerine getiremedi ve büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Süreç, Kathmandu’daki ana siyasi partilerin (o dönemki NKP-Maoist, NKP-UML ve NC) kapalı kapılar ardında hazırladığı, halkın geniş kesimlerini dışlayan bir metin olarak görüldü.
Anayasa, federal eyaletlerin sınırlarını çizerken, ülkenin güneyinde, Hint sınırı boyunca yaşayan ve kültürel olarak Nepal’den çok Kuzey Hindistan’a yakın hisseden Madhesi halkının taleplerini görmezden geldi. Madhesililer, nüfusun yaklaşık yüzde 35’ini oluşturmalarına rağmen, siyasette ve devlet kademelerinde yeterince temsil edilmiyorlardı. Kendi dillerini konuşma, kendi bölgelerini yönetme ve merkezî hükümette eşit temsil edilme talepleri, yeni anayasa taslağında yeterince karşılanmadı.
Ayrıca anayasa, vatandaşlıkla ilgili maddeleri değiştirerek, özellikle kadınlar ve onların yabancı eşlerinden olan çocukları için vatandaşlık hakkını zorlaştırdı.
Federal yapı ise sadece kağıt üzerinde kaldı. Gerçek güç (polis, gelir toplama, önemli atamalar) hâlâ büyük ölçüde merkezî hükümetin elinde toplandı. Eyaletlere verilen yetkiler sembolik düzeydeydi, bu da federalizmin ruhunu öldürdü.
2015 yılında Nepal’de yeni Anayasa’nın yürürlüğe girmesinin ardından, geniş sol cenahta, Nepallilerin sosyal durumunu önemli ölçüde iyileştirebileceğine dair büyük bir umut doğdu. Bu iyimser beklentinin bir sonucu olarak, 2017 genel seçimlerinde çeşitli komünist partiler ulusal parlamentoda sandalyelerin yüzde 75’ini kazanarak ezici bir çoğunluğa ulaştı.
2018’de Nepal’in iki büyük komünist partisi, Nepal Komünist Partisi-Maoist ve Nepal Komünist Partisi-Birleşik Marksist-Leninist, birleşerek tek bir çatı altında toplandı. Bu birleşme, halka istikrar ve refah vaat ediyordu. Ancak gerçekte, bu hareket komünizm iddialı iki reformcu parti önderi Prachanda ve K.P. Sharma Oli’nin kişisel iktidar mücadelesine dayanıyordu. Yeni kurulan Nepal Komünist Partisi de zaten çoktan uzaklaşmış olduğu devrimci ideallerine bir daha yaklaşamadı.
Parti, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki büyük altyapı projelerine odaklandı ve büyük rantlar elde edildi. İnşaatlar nedeniyle birçok kişi evlerinden oldu, tarım arazileri yok edildi ve kalıcı iş imkanları yaratılmadı. Halk, “Bu projeler kimin için?” sorusunu sormaya başladı.
Bu dönemde yolsuzluk büyük boyutlara ulaştı. Devrime sırtının dönen yöneticiler lüks içinde yaşarken, halk yoksullukla mücadele ediyordu. Nepal Havayolları’nın uçak alımı skandalı bu yozlaşmanın en çarpıcı örneği oldu. Gereksiz yere pahalı uçaklar alındı ve milyonlarca dolar kayboldu. Devlet ihalelerinde usulsüzlükler yaygınlaştı.
İşsizlik özellikle gençler arasında ciddi boyutlara ulaştı. Binlerce kişi iş bulmak için yurtdışına göç etmek zorunda kaldı. Göçmen işçilerin gönderdiği paralar ülke ekonomisini ayakta tutan önemli bir kaynak haline geldi.
Söz konusu birleşik parti, 2021 yılında iç çekişmeler ve ayrışmalar neticesinde parçalandı ve o tarihten itibaren çeşitli sol partiler iktidara dönüşümlü olarak gelmeye başladı. Halkın gözünde bu durum, hırslı liderlik mücadeleleri, bireycilik ve fırsatçılık olarak algılandı. Örneğin, Maoist Merkez Partisi’nden İçişleri Bakanı Narayan Kaji Shrestha (2023-2024), kendi partisi içindeki yolsuzluk iddialarını dahi soruşturmak için devlet kurumlarını harekete geçirmeye çalıştığında, kısa süre sonra görevinden alınarak bu çabalarının önü kesildi.
2024 yılı itibarıyla Nepal’in iktidar yapısı, solun sağcı bir kanadını (KP Oli liderliğindeki UML) ve geleneksel sağın ana temsilcisi olan Nepal Kongresi’ni bir araya getiren bir koalisyona evrildi; bu da hükümeti fiilen merkez-sağ bir konuma yerleştirdi.
Vaat edilen eşitlik, adalet ve refah yerini yozlaşmış bir düzene bıraktı. Bu hayal kırıklığı ve ideolojik boşluk, monarşi yanlısı ve Hindu milliyetçisi grupların yükselişi için uygun zemin hazırladı. Halkın meşru öfkesi, gerici siyaset tarafından manipüle edilmeye başlandı.
2020’lerin ortasında Nepal’in sokakları öfkeyle dolup taştı. Bu protestolar, halkın haklı talepleriyle alevlendi: İş bulamayan gençlerin, yoksullukla boğuşan ailelerin, yolsuzluktan bıkan kitlelerin ve adil bir yönetim isteyenlerin çığlığıydı. Özellikle 2025’te hükümetin sosyal medyayı yasaklama girişimi, gençleri sokağa döktü.
Ancak geniş yığınlardaki bu samimi öfke, örgütsüz ve hedefsizdi; bu da siyasi bir boşluk yarattı. İşte bu boşluğu, monarşi ve Hindu milliyetçiliği yanlısı Rastriya Prajatantra Partisi (RPP) azımsanmayacak ölçüde doldurdu.
RPP, 1990’da kurulan sağcı ve muhafazakar bir partidir. Eski kraliyet rejimine sadık, Hindu milliyetçisi bir çizgi izler. Partiyi genellikle eski aristokratlar, elitler ve monarşiyle bağları olan muhafazakar kesimler desteklemektedir.
RPP, Nepal’in 2008 öncesi Hindu krallığına dönmesini, laik cumhuriyetin kaldırılmasını ve eski Kral Gyanendra’nın lider olarak geri gelmesini istiyor. Parti, monarşiye özlem duyan kırsal kesimler ve Hindu kimliğini önemseyen muhafazakar kesimlerden destek alıyor.
2025 protestolarında RPP, sosyal medyada ustaca kampanyalar düzenledi. #HinduRashtra ve #RestoreMonarchy gibi etiketlerle Nepal’in tüm sorunlarının laik cumhuriyetten kaynaklandığını, çözümün monarşiye dönmek olduğunu savundu. Parti, önce hükümete destek verirken, protestolar büyüyünce muhalefete geçti ve hükümetin devrilmesini talep etti.
Sokaklardaki kalabalık iki farklı gruptan oluşuyordu: Bir yanda, yozlaşmış düzenden bıkmış, işsizlik ve adaletsizlikten bezmiş gençler; öte yanda, monarşiye ve Hindu kimliğine özlem duyan muhafazakarlar. RPP, elbette ki bu kesimleri tam anlamıyla birleştiremiyor. Ama hareketin içerisinde etkin bir damar olarak varlık alanını genişletiyor. “Kral gel, ülkeyi kurtar!” sloganının yaygınlaşması bu tehlikenin işareti.
Nepal’deki sokak hareketi özellikle Hindistan devleti için önemli bir gelişme. Çünkü Hindistan Nepal üzerinde tarihsel olarak derin bir nüfuz sahibi olmuş ve belirgin karakterde bir egemenlik ilişkisi inşa etmiştir.
Hindistan, Çin’in bölgedeki artan etkisine karşı kendisine daha bağımlı, ideolojik olarak uyumlu ve merkezi bir Nepal yönetimi arzulamaktadır. Bu bağlamda, laik ve federal cumhuriyet modelinden vazgeçilerek Hindu milliyetçiliği temelinde yükselen ve monarşi yanlısı bir siyasi hat, Hindistan’ın stratejik çıkarlarına uygun düşmektedir.
Hindistan’ın iktidar partisi BJP ve ona yakın medya kuruluşları, Nepal’deki monarşi yanlısı hareketi açıkça destekliyor. Hint medyası, Kathmandu’daki gösterileri “Hindu birliği” vurgusuyla öne çıkararak Nepal’in laik cumhuriyet sistemine yönelik sistematik bir algı operasyonu yürütmekte. Protestolarda, Hindistan’ın milliyetçi lideri Yogi Adityanath’ın posterlerinin taşınması, bu durumun sembollerinden bir tanesi.
Ancak bu müdahale boyutu yalnızca Hindistan ile sınırlı değildir. Uluslararası sağ ve muhafazakar çevreler de Nepal’deki anti-komünist söylemi öne çıkartıyorlar. Özellikle Batı merkezli aşırı sağ yayın organları, Nepal’deki protestoları “komünizmin çöküşünün bir kanıtı” olarak sunmakta ve monarşi yanlısı hareketi “özgürlük mücadelesi” olarak romantize etmektedir. Bu durum, Nepal’deki yerel taleplerin küresel bir anti-komünist söylem içinde eritilmesine neden olmaktadır.
Nepal’deki durum, uluslararası sosyalist hareket için acı bir ders niteliğinde. Yıllar önce dünya devrimine yeni bir kapı açma iddiasındaki Nepal, şimdi başka bir konjonktürü yaşıyor. Ve ne yazık ki NKP’nin reformcu politikalarına duyulan öfke halk hareketinin ilerici bir alternatife kanalize olmasını zorlaştırıyor.
Peki Türkiye’de sol ve demokratik kamuoyu Nepal’deki gelişmelere doğru yerden bakıyor mu? Eskiden dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir toplumsal hareket geliştiği zaman önce onun karakterini analiz ederek işe başlanır ve bu işlemin sonucuna göre mevcut harekete nasıl yaklaşılacağı belirlenirdi. Ancak Nepal örneği gösterdi ki, sosyalist solda ideolojik ölçüler önemli ölçüde zayıflamış bulunuyor. Durumu anlamadan sokağa her çıkanı alkışlamak, eylemlere bilmeden methiyeler düzmek bu gerçeğin göstergesi. Bu hal gelecek için ciddi tehlike ve savrulmalara işaret ediyor. Özellikle halk hareketi içerisinde bir dizi farklı eğilimi barındıran Türkiye’de…
Tekrar Nepal’e gelecek olursak sokak hareketi yanlış adreslere kanalize olma yolunda ciddi adımlar atmış durumda. Bu hareketi toptan mahkum etmek ve gerçek dip akıntısını görmemek yanılgıların en büyüğü olur. Ancak yine bu hareketin içerisinde var olan siyasi gericiliğin ve açık anti komünist, milliyetçi ve monarşist söylemlerinin üzerinden atlamak da liberalizmin ta kendisidir.
Elbette Nepal’de neyin nasıl yapılacağına Nepal’in devrimcileri karar verecek. Bize düşen bu deneyimden doğru dersleri çıkarabilmek..
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.