Ancak bir irade de oluşmaya başlıyor. Ben de bu iradeye çağrı yapmak istiyorum. Söz konusu irade, aynı düşmana karşı, aynı araçlarla ve aynı yöntemlerle mücadele ediyorsa (ki 1968-80 arasındaki sosyalist gruplar için bunlar önemli ölçüde farklıydı), neden bir Cephe/Devrimci İnisiyatif Merkezi zemininde (sosyalistleri yan yana getirerek değil, devrimci eylemin birliğini oluşturarak) somut bir forma taşınmasın?
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Sendika.Org tarafından yapılan “Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” başlıklı tartışma çağrısı, yanıt buldu ve epey katkı geldi. “Devrimci alternatifi görünür kılma” gayesiyle başlatılan tartışma, elbette çok değerli ve gerekli. Ancak Mehmet Yeşiltepe’nin Şimdi tek “yumruk” olma zamanı yazısında vurguladığı gibi bu çaba ve çağrının karşılıksız kalma ihtimali, ne yazık ki zayıf değil. Kanımca bunun nedeni, genel geçer doğrulardan ve iyi niyet temennilerinden öteye geçen bir sorgulama ve zorlama içermemesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden de –M. Ender Öndeş’in Başka bir yol yok mu? yazısında aktardığı benzetmeyle söylersek- bir kayanın yarısına kadar tırmanmış bir dağcı gibi halimiz. Yukarıya tırmanacak gücümüz yok, ama aşağıya da inemiyoruz. Kalan bütün gücümüzü olduğumuz yerde tutunmaya harcıyoruz. Bu nedenle, döngüyü -kırmak için olmasa da- tartıştırmak için kimi “kışkırtıcı” değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.
*
Bilindiği gibi Türkiye devrimci hareketinin tarihi, -başka niteliklerinin yanında- bölünerek çoğalmanın (toplam kitledeki değil, örgüt/hareket/parti sayısındaki artıştı kast ediyorum) tarihidir. Ancak 12 Eylül’deki yenilgi, birçok sol grubun “sosyalistlerin birliği” seçeneğine öncelik vermesine yol açtı. Tarihsel olarak çatışmalı süreçler yaşamış sosyalist gruplar bile, bir araya gelerek mevcut yenilginin aşılabileceğine kani oldular. Ancak bu proje(ler), başarıya ulaşamadı. 12 Eylül’deki (ve sonrasındaki her) yenilgi, -sadece- örgütsel bir yenilgi olmadığından, birden fazla sosyalist örgütün bir araya gelerek suni şekilde büyümeye çalışması, “kartopu” etkisi yaratmadığı gibi bu oluşumları politik çekim merkezi haline de getirmedi.
Benzer bir eğilim, 19 Mart sonrasında da dillendirilmeye başlandı. Birçok sol grup, “birlik” mesajı verirken, bunu da -haklı olarak- AKP’nin son hamleleriyle “bir sınırın aşılması, bir eşiğin geçilmesi” şeklinde gerekçelendiriyor. Ancak mantık yine aynı: Birleşip güçlenelim! Oysa ne -tek başına- birleşmek, güçlenmenin garantisidir ne de -tek başına- ayrılmak zayıflanacağının ispatıdır. (İnanmayan, Doğu Perinçek ve Mihri Belli gruplarıyla yollarını ayıran Mahir Çayan ve arkadaşlarının mücadelesine yeniden baksın.) Bu, bütünüyle -Mahir’in ifadesini kullanırsak- objektif ve sübjektif koşullara bağlı.
*
1980’i yılların ortasında, her Pazar sabahı TRT’de Voltran (Voltron: Defender of the Universe) isimli bir çizgi film yayımlanırdı. Kral Zarkon ve Prens Lotor’un kötü güçlerine karşı savaşan ve her biri ayrı yeteneğe sahip beş aslan robot, düşmanı yenemeyince birleşerek dev bir robot olan Voltran’ı oluştururlar ve Voltran’ın en büyük silahı (ışın kılıcı) da bu birleşme sonucunda aktif olurdu.
Aslanların “Kolları ve gövdeyi oluşturun. Ayakları ve bacakları oluşturun. Ben de başını oluşturacağım.” çağrısıyla birleşerek, parçalarının toplamından daha büyük bir güce ulaşması, “Voltran’ı oluşturmak” deyiminin literatüre girmesine yol açtı. Özellikle iş dünyasında, “farklı yetenekleri/uzmanlıkları olan insanların ortak bir amaç doğrultusunda birleşmesi” anlamında yaygın bir kullanım yaşandı.
Peki, 12 Eylül’den sonra birleşerek Voltran’ı oluşturmaya çalışan sosyalistler neden bunu başaramadılar?
Çünkü Voltran, her biri hasar görmüş başka robotların birleşmesiyle değil, her biri ayrı yetenekte olan uzuvların bir araya gelmesiyle oluşuyordu. Amaç ise düşmanı yok etmekti, birleşmede yer alan robotların ışın kılıcına sahip olması değil.
*
Somutlaştırarak ilerleyeyim.
Bir süredir Türkiye siyaseti, merkezinde DEM’in olduğu “barış süreci” ile merkezinde CHP’nin olduğu “savaş süreci” arasında sıkışıp kaldı. M. Ender Öndeş’in haklı olarak sorduğu gibi “Türkiyeli herhangi bir devrimci ya da devrimci örgüt, her sabah kalktığında Özgür Özel’in akşam ne dediğini ya da Kürt hareketinin nasıl bir yeni adım attığını merak etmeden, kendi bağımsız yolunda yürüyemez mi?”
Elbette yürüyebilir. Yürümek de zorundadır. Bence bunun için Mahir adımlar atmanın tam zamanıdır.
Mahir’in Cephe olarak dile getirdiği (bunu Devrimci İnisiyatif Merkezi olarak da adlandırabiliriz) örgütlenme fikri için kolları sıvamak, yatay olarak mücadelenin volan kayışlarını oluşturacaktır. (Örnek olarak, 1 Mayıs’ta oluşan Taksim iradesi gösterilebilir.) Bu Cephe’nin/Devrimci İnisiyatif Merkezi’nin koordine edeceği mücadele (kendiliğindencilik eleştirisini göze alarak söylüyorum), dikey örgütlenme formuna (bunu Direniş Fraksiyonu olarak da adlandırabiliriz) da ulaşmayı sağlayacaktır. Metin Özuğurlu’nun birçok yazısında ve söyleşinde dile getirdiği Kongre Hareketi de bunun güncel/somut formu olarak işletilebilir.
Elbette mücadele araçları ve yöntemleri birbirinden çok farklı olan gruplar var. Kentin işlek bir alanında toplanıp basın açıklaması yaptıktan sonra dağılan, 1 Mayıs’ta Taksim yerine Kadıköy’ü tercih eden, emek örgütlerinde sınıf mücadelesi yerine sarı sendikacılık yapan Emek ve Demokrasi Güçleri tarzı siyaseti benimseyenler, hâlâ bu ülkede ağırlıkta. Ancak bir irade de oluşmaya başlıyor. Ben de bu iradeye çağrı yapmak istiyorum.
Söz konusu irade, aynı düşmana karşı, aynı araçlarla ve aynı yöntemlerle mücadele ediyorsa (ki 1968-80 arasındaki sosyalist gruplar için bunlar önemli ölçüde farklıydı), neden bir Cephe/Devrimci İnisiyatif Merkezi zemininde (sosyalistleri yan yana getirerek değil, devrimci eylemin birliğini oluşturarak) somut bir forma taşınmasın?
Yani yine Mahir’e referansla söylersek, neden “aynılar aynı yere” gitmesin?
Mücadelenin çeşitli alanlarındaki çalışmaları belli bir olgunluğa ulaşanlar, yani farklı alanlardaki yetenekler, bir araya gelerek Voltran’ı oluşturamaz mı?
Bunun ilk adımı olarak da hem merkezi düzeyde hem de yerellerde kongreler kuramaz mı?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.