Türkiye siyasetinin yeniden şekillendiği bu dönemde, sosyalist strateji, haklar mücadelesini merkeze alarak, faşizme karşı daha adil, eşitlikçi ve özgür bir toplum için yol gösterici olacaktır. Bu strateji, sadece seçim sandıklarında değil, aynı zamanda sokaklarda, işyerlerinde, okullarda ve mahallelerde de aktif bir şekilde uygulanmalıdır. Toplumsal muhalefetin güçlenmesi, ancak tabandan örgütlenme, katılımcı karar alma süreçleri ve doğrudan demokrasi pratikleriyle mümkün olacaktır
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Dünya ve Türkiye uzun bir süredir çoklu krizler silsilesinin içinden geçiyor. ABD hegemonyasının uzun süredir yaşadığı aşınma, Trump ile birlikte geri dönülemez bir dönemeç geçilerek yeni bir çağın kapısının aralanmasına yol açtı. Bu çoklu krizler içeren küresel dönüşüm, sadece uluslararası ilişkilerde değil, aynı zamanda ulusal siyaset ve toplumsal dinamikler üzerinde de derin etkiler yaratmaktadır. Türkiye, bu çoklu krizler atmosferinin hem aktörü hem de mağduru olarak, siyasi, ekonomik ve toplumsal anlamda çalkantılı bir dönemden geçmektedir.
2008 sonrası (Türkiye’de 2013 Gezi isyanı ile gerçekleşen) uluslararası isyan dalgasının sönümlenmesi, başarısız devrimleri karşıdevrimlerin izlemesi kuralına uygun olarak, dünya çapında büyük bir gerici dalgayı harekete geçirdi. Bunun sonucu olarak uluslararası ölçekte neofaşist hareketler yükselir; piyasaların küreselleşme eğilimi yerini korumacılığa bırakırken; 1990’larla yükselişe geçen “kimlik politikaları” dünya çapında büyük bir proleterleştirme ve güvencesizleştirme politikalarının üzerini örten bir şal işlevini görürken; iklim krizi ve yoksullaştırmaya paralel göç dalgalarının da etkisiyle, toplumlar çözülmeye başladı. Özellikle de Ortadoğu’da tam anlamıyla kaotik bir parçalanmalar zincirine yol açtı. Günümüzde neoliberalizmden devralınan bu tablo, birçok düşünür tarafından “Yeni Orta Çağ” olarak adlandırılıyor.
Çoktandır gittikçe şiddetlenen bir biçimde geleneksel siyasetin araçları ve dili, toplumsal gerçeklikleri açıklamakta ve dönüştürmekte yetersiz kalırken, merkez partilerin erimesi, siyasetin kutuplaşma üzerinden yürütülmesi ve temsili demokrasi mekanizmalarının işlevsizleşmesi gibi olgular, bu krizin somut tezahürleri olarak karşımıza çıkıyordu. Toplumsal muhalefetlerin alternatif politikalar geliştirmekteki yetersizlikleriyle beslenen süreç, büyük kriz dönemlerinin ana aktörü olan faşizme büyük bir alan açtı. Ekonomide ise kronikleşen enflasyon, düşük ücretler, güvencesiz çalışma ve derinleşen gelir eşitsizliği, toplumun büyük bir çoğunluğunu “geçimlik bir varoluş” mücadelesine hapsetti. Ekolojik yıkımın yarattığı varoluşsal tehdit, dijitalleşmenin getirdiği yeni gözetim ve sömürü biçimleri ile toplumsal cinsiyet ve kimlik temelli çatışmaların derinleşmesi, bu tabloyu daha da karmaşık hale getirmektedir.
Bu dünya atmosferinde, Türkiye’de sosyalist mücadelenin geleceği iç içe geçen iki ana eksen üzerinden biçimlenecek. Bu eksenler, sosyalist hareketin güncel koşullarda kendini yeniden konumlandırması ve etkili bir siyasal aktör haline gelmesi için stratejik bir çerçeve sunmaktadır:
Bugünün Türkiye’sinde faşizme karşı mücadele ve sosyalistlerin bu mücadelede ne ölçüde yer alabilecekleri, oynayabilecekleri olası roller, sosyalist hareketin öncelikli gündemini oluşturmaktadır.
Günümüz Türkiye’si, Ortadoğu’nun yeniden dizaynına yönelik bir emperyal projenin uzantısı olacak bir rejim değişikliği girişimine sahne olmaktadır. Bu emperyal proje, ABD Elçisi Tom Barrack’ın ülkenin DNA’sında yer eden “Osmanlı’nın millet sisteminin Türkiye için en uygun model olduğu” ifadesinde karşılık bulmaktadır. Erdoğan’ın ”Türk-Kürt-Arap kardeşliği” sözleri ya da Öcalan’ın “komünalizm” (toplumculuk) vurgusu ya da DEM Parti Eş Başkanı Hatimoğlu’nun “çok hukukluluk” önerisi aynı ortak paydada buluşabilmektedir. Kısacası, Türkiye’nin “Yeni Orta Çağ”a, dini ve etnik kimlikler eksenli bir toplumsal yapıya dönüşmesiyle dahil olması öngörülmektedir.
Bu projenin sağlam bir önderlik etrafında gelişebilmesi mümkündür, bu nedenle yeniden Erdoğan’ın başkanlığının önü açılırken, anayasal değişikliklerin yanı sıra esas olarak CHP’nin dönüştürülmesi üzerinde mesai harcanmaktadır. DNA’sı bu projeye uygun olmayan CHP’nin, buna uyum sağlayacak bir kıvama getirilmesi, liderliğinin değiştirilmesi, küçültülmesi, bölünmesi, elindeki siyasal enstrümanların (örneğin belediyeler) alınması gibi çok yönlü politikalar içeren bir basınç uygulanması gündemdedir. Dolayısıyla nesnel olarak bugün emperyal projenin ve inşa edilmekte olan yeni faşizm yapılanması karşısındaki en önemli direnç unsurunun CHP olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bugün faşizme karşı mücadelede CHP ile yan yana gelmek bir sorun olmadığı gibi aksine bir zorunluluktur. CHP nesnel olarak ve de seçeneksiz olarak, mücadeleyi zamana yayarak iktidara yönelik bir aşındırma politikası izlemektedir.
CHP’nin bu politikası sosyalistler açısından da uygun bir zemin sunmaktadır. Elbette, CHP’nin mevcut durumunun değişmesi, havlu atması, yenilmesi gibi durumlar bu argümanı tümüyle değiştirebilir. Ancak günümüzde yönünü arayan bir halk hareketliliği mevcuttur ve bugün bu hareketlilik fiili olarak CHP’nin başını çektiği bir yönde kendine kanal bulabilmektedir. Sosyalistler bu olgunun üzerinden atlayarak politika yapamazlar. Burada esas olan CHP’den ziyade, sistemin yeni yönelimlerine ve karşı karşıya kaldığı yaşamsal zorluklara karşı çıkan halk hareketliliğidir. Artık Türkiye toplumunun çoğunluğu, üzerlerine giydirilmek istenen bu deli gömleğine razı olmadığı gibi, buna karşı çıkış kanalları aramaktadır. CHP’nin yürüttüğü çizgi, bu halk kesimleri açısından, mevcuttaki en önemli karşı çıkış kanalı olarak görünmektedir. Öte yandan, sözünü ettiğimiz çoklu krizler karşısında CHP’nin tutarlı politikalar geliştirebildiğini, bunlarla baş edecek halkçı politikalara yöneldiğini söyleyebilmek mümkün değildir. CHP içinde halkın arayışlarına paralel aşağıdan bir dönüşüm basıncı olduğu görülmekle birlikte, CHP’nin yönetim ortamının sistemle iç içe yapısı, neoliberal programdan hala umut besliyor olduğu gerçeği de çıplak biçimde ortadadır.
Bu durumda sosyalist mücadelenin önemi bir kez daha kendini hissettirmektedir. Sosyalistler sadece ana takılmayarak uzun erimde parçalanan toplumsal yapıyı yeniden inşa edecek bir perspektif ışığında güncel mücadeleyi kavramalıdırlar. Çünkü halkın gerçek arayışları anti-kapitalist bir yönelime evrilmeye son derece müsaittir. Sosyalistlerin genel tarihsel kabulleri giderek halkın arayışları ile örtüşür hale gelmektedir. Burada eksik olan sosyalistlerin varlığıdır. Sosyalistler de bu duruma uygun bir pratik geliştirmelidirler.
Faşizm, sadece siyasi bir rejim biçimi olmanın ötesinde, toplumsal yaşamın her alanına nüfuz eden, hakları parçalayan, ayrımcılığı körükleyen ve otoriterleşmeyi derinleştiren bir ideoloji ve pratikler bütünüdür. Bu bağlamda, günümüzde faşizme karşı mücadele, dar anlamıyla anayasal ve yasal hakların talep edilmesinin ötesine geçen, her tür eşitsizliğe karşı çıkan ve her alanda özgürlük talep eden bir mücadeleyi zorunlu kılar. Bu mücadele ekonomik adaletsizliğe, ekolojik yıkıma, cinsiyetçi ve heteroseksist tahakküme, dijital gözetime ve otoriterleşmeye karşı, yaşamın her alanında özyönetim ve öz örgütlenmeyi savunan, karşı-hegemonik bir mücadele olarak kavranmalıdır. Sosyalistlerin bu mücadelede etkin bir rol oynayabilmesi, işçi sınıfının ekonomik talepleri ile Kürt halkının taleplerini, feminist, ekoloji, LGBTİ+, göçmen hakları ve dijital haklar mücadelelerini karşı karşıya getirmeyen, aksine bu mücadele alanları arasındaki organik bağları ve kesişimleri sınıf eksenli bir mücadelenin ayrılmaz parçalarına dönüştürecek bir perspektifi geliştirmelerine bağlıdır.
Bu perspektif sınıf mücadelesini merkeze almakla birlikte kesişimsel bir yaklaşımın benimsenmesini gerektirmektedir. Bu geniş yaklaşım, öncelikle mevcut siyasal baskı ve gericilik karşısında geniş bir toplumsal direniş cephesi halinde hareket etmeyi hedeflemelidir.
Gerek ülke gerekse de uluslararası ölçekte içinden geçilen sosyalizmin “tarihsel bir yeniden oluşum süreci”nde, sosyalist mücadelenin kısa, orta ve uzun vadeli gereklerinin sosyalistler tarafından ne ölçüde karşılanabileceği, ikinci ana ekseni teşkil etmektedir. Bu yeniden oluşum süreci, geleneksel sosyalist paradigmaların günümüzün karmaşık sorunlarına yanıt vermekte yetersiz kaldığı bir döneme işaret etmektedir. Elbette her dönemde ama özellikle de büyük değişimlerin yaşandığı içinden geçtiğimiz tarihsel dönemde sosyalistlerin toplumsal bir güç haline gelmeleri zorunludur. Güç olmadan müdahale olanağı mümkün değildir. Güç olmanın yolu ise yaşanan büyük sorunlar yumağına yönelik olarak adım adım bu çözümsüzlükleri çözmeyi hedefleyen bir fikri bütünlük oluşturup onun etrafında buluşmaktan geçer. Bunun bir süreç olarak kavranması gerekir. Öncelikle çözücü ana halkaya müdahale ve giderek karmaşık sorunlar yumağını adım adım çözmeye yönelmek gerekir. Çünkü, nereye gittiğini bilmeyen, sarf ettiği çabaların hangi yönde, nerede birikeceğini bilmeyenlerin çabaları boşa kürek çekmek anlamına gelir. Bu bağlamda, ideolojik mücadelenin önemi yadsınamaz bir gerçektir. Mücadelenin güç biriktireceği alan, çözücü bir fikri düzlemin giderek kitlelerin hareketinin yönünü bulma çabasıyla iç içe geçmesiyle oluşacaktır.
Bu ideolojik mücadele yukarıda söz edilen konulara yönelik bir program oluşturabilmek için iki yüzyıllık sosyalist mücadelenin, özellikle de “Devrimler Çağı” olarak nitelendirilen 20. yüzyıldaki sosyalist pratik ve kavrayışların köklü bir biçimde gözden geçirilmesi olmazsa olmazdır. Bu tarihsel dersler ile güncel ihtiyaçlar iç içe geçirilerek yoğrulmalı, öncelikle yeni bir sosyalist mücadelenin ana taşıyıcı kolonları tespit edilmelidir. Buna bağlı olarak da hem kısa ve hem de uzun vadeli yönelimler geliştirilmelidir.
Sosyalist hareket, sadece mevcut hakların korunması ve genişletilmesi değil, aynı zamanda değişen toplumsal, ekonomik ve teknolojik koşulların ortaya çıkardığı yeni hak kategorilerinin tanımlanması ve tanınması mücadelesini de yürütmelidir. Dijitalleşmenin getirdiği yeni çalışma biçimleri, platform ekonomisi ve yapay zeka gibi gelişmeler, emek hakları, veri mahremiyeti ve algoritmik ayrımcılık gibi yeni sorun alanlarını beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, dijital haklar, ekolojik haklar, bakım hakkı gibi yeni nesil haklar, sosyalist mücadelenin gündemine alınması gereken önemli alanlardır. Bu hakların tanınması ve güvence altına alınması, geleceğin adil ve eşitlikçi toplumunun ve faşizmden arınmış bir toplumun inşası için vazgeçilmezdir. Bu eksen, sosyalist düşüncenin ve pratiğin güncel koşullara uyarlanması, yeni teorik açılımlar ve stratejik yaklaşımlar geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Yukarıda söz edilen her iki eksen açısından da, hak mücadeleleri günümüzde kritik bir rol oynamaya adaydır. Hak mücadeleleri, sadece belirli bir mağduriyetin giderilmesi talebinin ötesinde, toplumsal muhalefetin farklı kesimlerini bir araya getiren, ortak bir dil ve eylem zemini sunan güçlü bir kaldıraç işlevi görmektedir. Faşizme karşı mücadelede, hak ihlallerinin görünür kılınması ve bu ihlallere karşı ortak direnişin örgütlenmesi, geniş bir anti-faşist cephenin oluşumunu tetikleyebilir. Aynı şekilde, sosyalist mücadelenin yeniden oluşum sürecinde, yeni nesil hakların (dijital haklar, ekolojik haklar, bakım hakkı vb.) savunulması, sosyalist düşüncenin güncel toplumsal sorunlara yanıt verme kapasitesini artırarak, hareketin ideolojik ve pratik yenilenmesine katkıda bulunur. Bu mücadeleler, parçalı ve dağınık toplumsal hareketleri birleştirici bir perspektifle ele alarak, sistemik dönüşümü hedefleyen etkili bir toplumsal muhalefet inşa etmenin yegane yoludur. Sendikalar, kadın hareketleri, LGBTİ+ örgütleri, çevre aktivistleri, öğrenci toplulukları ve mahalle inisiyatifleri gibi farklı aktörlerin ortak bir paydada buluşması, toplumsal değişimin motor gücünü oluşturacaktır. Bu birliktelik, sadece taleplerin dile getirilmesiyle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda alternatif yaşam ve üretim modellerinin geliştirilmesiyle de desteklenmelidir. Dayanışma ekonomisi pratikleri, kooperatifler, alternatif medya kanalları ve özerk eğitim alanları, bu yeni toplumsal sözleşmenin somut örneklerini oluşturacaktır. Bu birleşik cephe, faşizmin bölücü ve yıkıcı politikalarına karşı en güçlü yanıttır. Çünkü faşizmin sadece saldırılarına karşı koymak değil, zamana yayılarak iktidarı aşındırma şeklinde yaşanılan günümüzdeki muhalefet ekseninin tek boyutlu sürmemesi, birçok alanda birden sürdürülmesi muhalefet zeminini genişleteceği, hareketi kıvraklaştıracağı gibi, etki gücünü de yükseltecek, aşındırmanın hızını arttıracaktır.
Yukarda iç içe geçen bu iki (pratik ve ideolojik) eksenden herhangi birisi konusunda sosyalistlerin müdahalelerinin belirgin yetersizliği ve bunun sonucunda bu eksenlerin aralarındaki makasın açılması durumunda sosyalist mücadele uzun bir süre daha bir siyasal aktör olamayacaktır. Pratikte kat edilen mesafe belki zaman zaman o anı kurtarabilir ama güç ve enerji bir noktada birikmeyeceği için dağılmaya mahkum olur. Tersi de geçerlidir, ideolojik olarak çok güçlü tezlerden oluşan bir fikri çerçeve kendi içinde çok tutarlı olabilir. Ancak kitle hareketiyle buluşamadığı ölçüde internet çöplüğünde yok olup gitmeye mahkûmdur. İdeolojiyle pratiğin bir arada, eş zamanlı gelişimi önemlidir. İdeolojik alanda Türkiye solunun fikri birikimi yabana atılmamalıdır. Dünyanın birçok yerinde şu an fikri olarak büyük bir kısırlık yaşanmasına rağmen Türkiye solu mevcut yetersizlikleri bir yana, güçlü akıntılara rağmen büyük savrulmalara kapılmamaktadır.
Kısacası, bardağın dolu tarafından bakılırsa, Türkiye solu kendi ayakları üzerinde kalkma çabasını yoğunlaştırmalı, kendi birikimine güvenmelidir.
Türkiye siyasetinin yeniden şekillendiği bu kritik dönemde, sosyalist strateji, haklar mücadelesini merkeze alarak, faşizme karşı daha adil, eşitlikçi ve özgür bir toplum için yol gösterici olacaktır. Bu strateji, sadece seçim sandıklarında değil, aynı zamanda sokaklarda, işyerlerinde, okullarda ve mahallelerde de aktif bir şekilde uygulanmalıdır. Toplumsal muhalefetin güçlenmesi ancak tabandan örgütlenme, katılımcı karar alma süreçleri ve doğrudan demokrasi pratikleriyle mümkün olacaktır. Sosyalist hareket, bu süreçte, toplumsal talepleri siyasi arenaya taşıyan, alternatif politikalar üreten ve halkın kendi kaderini tayin etme gücünü artıran bir aktör olarak konumlanmalıdır.
Mevcut krizlerin iç içe geçmiş doğası, analiz ve mücadele pratiğimizi de kökten dönüştürmeyi gerektiriyor.
Bütünsellik ve diyalektik ilişki: Faşizme karşı bütünleşik cephe
Artık hiçbir hak alanı diğerinden bağımsız düşünülemez. Faşizmin yükselişi, hakların parçalanarak ve birbirine karşı konumlandırılarak zayıflatılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle, faşizme karşı mücadele, tüm hak alanlarını bütünsel bir perspektifle ele almayı gerektirir. Örneğin:
•Enerji Hakkı ve Ekoloji Mücadelesi: Enerji faturalarının ödenemez hale gelmesi (“enerji yoksulluğu”), sadece ekonomik bir sorun değildir. Aynı zamanda, enerjinin meta değil, kamusal bir hak olduğu talebini yükseltmek için bir zemin sunar. Bu talep, fosil yakıt temelli, özelleştirilmiş enerji şirketlerine karşı, yerel, katılımcı ve yenilenebilir enerji kooperatifleri (karşı-hegemonik pratik) talebiyle birleştiğinde, ekonomik mücadele ekolojik mücadeleye içkin hale gelir. Faşist rejimler genellikle doğal kaynakları sınırsızca sömürme eğiliminde olduğundan, bu mücadele aynı zamanda faşizmin yıkıcı doğasına karşı bir direniş biçimidir.
•Dijital Gözetim ve Emek Süreçleri: Dijitalleşme, işyerinde performans gözetiminden, sosyal medyadaki ifade denetimine kadar uzanır. “Veri mahremiyeti” hakkı, bir yandan platform işçisinin algoritmik sömürüye karşı mücadelesinin, diğer yandan gazetecinin ifade özgürlüğü mücadelesinin ortak paydasıdır. Faşist rejimler, dijital gözetimi toplumsal kontrol ve muhalefeti bastırma aracı olarak kullandığından, dijital haklar mücadelesi faşizme karşı direnişin önemli bir cephesidir.
Kesişimsellik: Sınıf mücadelesinin genişletilmiş cephesi ve faşizme karşı birleşik direniş
Sosyalist strateji, sınıfı, salt ekonomik bir kategori olarak değil, toplumsal cinsiyet, etnisite, cinsel yönelim ve ekoloji eksenlerinde şekillenen çoklu tahakküm ilişkileri içinde deneyimleyen bir kategori olarak okumalıdır. Faşizm, bu farklı kimlikler üzerinden ayrımcılığı ve nefreti körükleyerek toplumu bölmeyi hedefler. Bu nedenle, faşizme karşı mücadele, kesişimsel bir yaklaşımla tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin birleşik direnişini inşa etmelidir. Bir tekstil işçisi kadın, cinsiyetçi iş bölümü, cinsel taciz riski ve asgari ücretle geçinme mücadelesini aynı anda verir. Aynı kadın bir Kürt ya da göçmen de olabilir, ulusal aşağılanma ya da tehditlerle yüz yüze gelebilir, sömürüye karşı mücadele ile etnik/ulusal mücadele aynı anda ortaya çıkar. Onun mücadelesi, hem feminist, hem ulusal/etnik hem de sınıfsal bir karakter taşır. Sosyalist hareket, bu çok katmanlı kimlikleri görünür kılan, taleplerini sahiplenen ve farklı toplumsal hareketleri (LGBTİ+, feminist, ekoloji, göçmen hakları) ortak bir mücadele zemininde buluşturabilen bir siyaseti benimsemelidir. Bu birleşik cephe, faşizmin böl-yönet taktiklerine karşı en güçlü yanıttır. Toplumun kendini yeniden inşasında bu pratiklerin birleştirici gücü kritik bir rol oynayacaktır.
Katılımcı demokrasi ve karşı-hegemonya inşası: Faşizmin otoriter yapısına karşı
Hegemonya, sadece iktidarı elinde tutmak değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın ortak duyu haline gelen normlarını ve değerlerini belirlemektir. Mevcut neoliberal otoriter hegemonyayı ve onun faşizan eğilimlerini kırmak, onun alternatifini somut pratiklerle inşa etmekten geçer. Faşizm, katılımcı mekanizmaları yok ederek, tek adam yönetimini ve otoriter karar alma süreçlerini dayatır. Buna karşı, doğrudan demokrasi pratikleri, faşizmin otoriter yapısına karşı en güçlü panzehirdir.
•Taban Örgütlenmeleri: Sendikalar, meslek odaları gibi geleneksel yapıların yanında, mahalle meclisleri, ekoloji meclisleri, kadın meclisleri, dijital haklar kolektifleri gibi yatay ve doğrudan demokratik karar mekanizmalarını yaygınlaştırmakla mümkündür. Bu örgütlenmeler, faşizmin toplumsal tabanını zayıflatacak ve halkın kendi kaderini tayin etme gücünü artıracaktır.
•Alternatif Pratikler: Dayanışma ekonomileri (gıda toplulukları, kooperatifler), alternatif medya platformları, özerk üniversite ve eğitim kolektifleri, kapitalist piyasa mantığının ve devletçi-bürokratik yapıların dışında işleyen modellerdir. Bunlar, “yeni bir yaşam tarzının” nüveleridir ve insanlara “başka bir dünyanın mümkün olduğunu” somut olarak gösterir. Faşizmin tek tipleştirici ve baskıcı kültürüne karşı, bu alternatif pratikler, çeşitliliği ve özgürlüğü savunur.
Yukarıdaki kuramsal çerçeve, Türkiye’nin kendine has koşullarında somutlanmalıdır. Türkiye’deki yükselen faşizm tehdidi, bu önceliklerin belirlenmesinde merkezi bir rol oynamalıdır. Bu noktada bazı alanlara ilişkin örnekler verilebilir.
Ekonomik kriz ve geçimlik ekonomi mücadelesi: Faşizmin ekonomik temellerine darbe
Hiper-enflasyon, düşük ücretler ve işsizlik, toplumun büyük çoğunluğunu “geçimlik ekonomi” mücadelesine itmiştir. Faşizm, ekonomik krizleri kendi iktidarını pekiştirmek için kullanır, yoksulluğu ve çaresizliği manipüle eder. Sosyalist strateji, bu mücadeleyi sistem karşıtı bir söylemle buluşturmalı ve faşizmin ekonomik temellerine darbe vurmalıdır.
•Somut Talepler: “İnsanca Yaşam Ücreti” (asgari ücret değil, yoksulluk sınırının üzerinde bir talep), “Borçların Silinmesi”, “Ücretsiz Su, Enerji ve İnternet Hakkı”, “Koşulsuz Temel Gelir” pilot uygulamaları. Bu talepler, faşizmin yarattığı ekonomik yıkıma karşı halkın direnişini güçlendirecektir.
•Karşı-Hegemonik Pratikler: Tüketici kooperatifleri, mahalle dayanışma ağları (kriz anında gıda, ilaç dağıtımı), üretici pazarları, karşılıklı borç iptali kampanyaları. Bu pratikler, faşizmin dayattığı bireyciliğe ve rekabete karşı dayanışmayı ve kolektif yaşamı öne çıkarır.
Otoriterleşme ve demokratikleşme ekseni: Faşizmin siyasi yapısına karşı direniş
Türkiye’de hak ihlallerinin kaynağı, katı merkeziyetçi, otoriter devlet geleneğidir. Faşizm, bu otoriter geleneği en uç noktaya taşır, tüm muhalif sesleri susturur ve demokratik kurumları işlevsiz hale getirir. Mücadele, sadece iktidardaki kadroyu değiştirmekle yetinmemeli, devletin bu yapısal karakterini dönüştürmeyi de hedeflemelidir. Bunun için çok somut ve ezber bozan talepler geliştirilirken, (doğrudan demokrasi pratiklerinin yaygınlaştırılması vb.) karşı hegemonik pratikler öne çıkarılmalıdır.
Ekolojik yıkım ve metalaşma karşıtlığı: Faşizmin doğa sömürüsüne karşı
Türkiye, ekolojik krizin en somut yaşandığı coğrafyalardan biridir. Maden projeleri, HES’ler, kentlerin betonlaşması ve deniz kirliliği, yaşam alanlarını hızla yok etmektedir. Faşist rejimler, genellikle doğayı sınırsız bir kaynak olarak görür ve çevresel yıkımı ekonomik büyüme adına meşrulaştırır. Bu nedenle, ekolojik mücadele, faşizmin doğa sömürüsüne karşı kritik bir direniş cephesidir.
•Somut Talepler: “Anayasal Doğa Hakkı”, “Ekolojik Yıkıma Neden Olan Tüm Projelerin Durdurulması”, “Kömürlü Termik Santrallerin Kapatılması”. Bu gibi talepler, faşizmin yıkıcı politikalarına karşı doğanın ve yaşamın savunulması anlamına gelir.
•Karşı-Hegemonik Pratikler: Ekolojik yaşam kooperatifleri, kent bostanları, tohum takas ağları, halkların ekoloji davaları, yeşil direniş kampları. Bu pratikler, faşizmin dayattığı tek tipçi ve sömürücü modele karşı alternatif bir yaşam biçimi sunar.
Barınma hakkı ve kiracı mücadelesi: Faşizmin mekansal adaletine karşı
Türkiye’de derinleşen ekonomik krizin en somut yansımalarından biri de barınma krizidir. Fahiş kira artışları, konut fiyatlarındaki spekülatif yükseliş ve yetersiz sosyal konut politikaları, milyonlarca insanı, özellikle de kiracıları, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda yaşamaya mahkum etmektedir. Faşist rejimler, barınma krizini, toplumsal gerilimi artırmak, belirli grupları (göçmenler, yoksullar vb.) günah keçisi ilan etmek ve kentsel rantı kendi yandaşlarına peşkeş çekmek için bir araç olarak kullanır. Bu nedenle, barınma hakkı mücadelesi, faşizmin mekansal adaletine ve toplumsal ayrımcılığına karşı verilen mücadelenin merkezinde yer almalıdır.
•Somut Talepler: “Kira Artışlarına Üst Sınır Getirilmesi ve Kiraların Dondurulması”, “Boş Konutlara Vergi ve Kamulaştırma”, “Sosyal Konut Üretiminin Artırılması ve Kamusal Konut Ajansının Kurulması”, “Kiracıların Tahliyesinin Zorlaştırılması ve Kiracı Haklarının Güçlendirilmesi”. Bu talepler, faşizmin barınma üzerinden yürüttüğü spekülasyon ve rant politikalarına karşı somut bir direniş hattı oluşturacaktır.
•Karşı-Hegemonik Pratikler: “Kiracı Sendikaları ve Dayanışma Ağları Kurma”, “Kira Haritası ve Konut Krizi İzleme Platformu Oluşturma”, “Boş Konutların Tespiti ve Raporlanması”, “Konut Kooperatifleri İçin Hukuki ve Teknik Destek Sağlama”. Bu pratikler, kiracıların örgütlü gücünü artıracak, dayanışmayı güçlendirecek ve faşizmin yarattığı toplumsal atomizasyona karşı kolektif bir direniş örecektir.
Geleneksel, hiyerarşik ve merkeziyetçi örgüt modelleri, bu çok katmanlı mücadele alanlarına yanıt vermekte yetersiz kalır. Faşizm, merkeziyetçi ve hiyerarşik yapıları kullanarak gücünü pekiştirir. Buna karşı, ağ tabanlı, esnek ve çoğulcu bir yapılanma, faşizmin otoriter yapısına karşı örgütlü direnişi güçlendirecektir. İhtiyaç duyulan model:
• Ağ Tabanlı Örgütlenme: Farklı odaklara sahip (emek, ekoloji, feminist, gençlik, dijital haklar) özerk yapıların, ortak hedefler etrafında esnek bir şekilde bir araya geldiği, yatay bir ağ yapısıdır. Her hareket kendi otonomisini korurken, ortak eylem ve kampanyalarda stratejik birlikler oluşturur. Bu ağlar, faşizmin böl-yönet taktiklerine karşı birleşik bir güç oluşturur.
• Toplum ve Siyaset İlişkisinin Yeniden Tanımlanması: Siyasi partiler, gruplar, üyeleri aracılığıyla bu ağ yapısının içinde, fikir üreten, programatik çerçeve sunan, kurumsal siyasette bu talepleri taşıyan aktörler arasında almalıdırlar. Kendilerini öncelikle öncü değil, ağın bir parçası olarak görmelidirler. O ağ bünyesinde esas inisiyatif ve yaratıcılık, taban örgütlenmelerinde ve toplumsal hareketlerde olmalıdır. Bunların ortak bir siyasal sıçraması noktasında genel inisiyatif cephesel bir karakter kazanan merkezde olur. Yerel inisiyatif ise daima yereldedir. Bu yaklaşım, faşizmin dayattığı lider kültüne karşı, halkın kendi kendini yönetme kapasitesini öne çıkarır.
Yeni dönem haklar mücadelesi, mevcut sistemin krizleri ve çelişkileri karşısında parçalanmış toplumu yeniden bütünleştirecek yeni bir toplumsal sözleşmenin inşasını hedeflemelidir. Sosyalist hareketin temel amacı, bu yeni sözleşmeyi toplumsal yaşamın her alanına yayarak, bireylerin ve toplulukların özgürleşmesini sağlamaktır. Faşizmin yükselişi karşısında, bu yeni toplumsal sözleşme, direnişin ve alternatifin temelini oluşturacaktır.
Sosyalist hareket, sadece mevcut hakların korunması ve genişletilmesi değil, aynı zamanda değişen toplumsal, ekonomik ve teknolojik koşulların ortaya çıkardığı yeni hak kategorilerinin tanımlanması ve tanınması mücadelesini de yürütmelidir. Örneğin, dijitalleşmenin getirdiği yeni çalışma biçimleri, platform ekonomisi ve yapay zeka gibi gelişmeler, emek hakları, veri mahremiyeti ve algoritmik ayrımcılık gibi yeni sorun alanlarını beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, dijital haklar, ekolojik haklar, bakım hakkı gibi yeni nesil haklar, sosyalist mücadelenin gündemine alınması gereken öncelikli alanlardır. Bu hakların tanınması ve güvence altına alınması, geleceğin adil ve eşitlikçi toplumunun ve faşizmden arınmış bir toplumun inşası için vazgeçilmezdir.
Farklı toplumsal kesimlerin ve hareketlerin ortak mücadele zeminini oluşturarak, parçalı ve dağınık mücadeleleri birleştirici bir perspektifle ele almak, sistemik dönüşümü hedefleyen etkili bir toplumsal muhalefet inşa etmenin yegane yoludur. Sendikalar, kadın hareketleri, LGBTİ+ örgütleri, çevre aktivistleri, öğrenci toplulukları ve mahalle inisiyatifleri gibi farklı aktörlerin ortak bir paydada buluşması, toplumsal değişimin motor gücünü oluşturacaktır. Bu birliktelik, sadece taleplerin dile getirilmesiyle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda alternatif yaşam ve üretim modellerinin geliştirilmesiyle de desteklenmelidir. Dayanışma ekonomisi pratikleri, kooperatifler, alternatif medya kanalları ve özerk eğitim alanları, bu yeni toplumsal sözleşmenin somut örneklerini oluşturacaktır. Bu birleşik cephe, faşizmin bölücü ve yıkıcı politikalarına karşı en güçlü yanıttır.
Türkiye siyasetinin yeniden şekillendiği bu dönemde, sosyalist strateji, haklar mücadelesini merkeze alarak, faşizme karşı daha adil, eşitlikçi ve özgür bir toplum için yol gösterici olacaktır. Bu strateji, sadece seçim sandıklarında değil, aynı zamanda sokaklarda, işyerlerinde, okullarda ve mahallelerde de aktif bir şekilde uygulanmalıdır. Toplumsal muhalefetin güçlenmesi, ancak tabandan örgütlenme, katılımcı karar alma süreçleri ve doğrudan demokrasi pratikleriyle mümkün olacaktır. Sosyalist hareket, bu süreçte, toplumsal talepleri siyasi arenaya taşıyan, alternatif politikalar üreten ve halkın kendi kaderini tayin etme gücünü artıran bir aktör olarak konumlanmalıdır.
Geçici niteliğin vurgulanması ve gelecek biçimlenişler
Faşizme karşı hak mücadelelerini esas alma önerisi bunun izdüşümü olarak ağ türü örgütlenme modelleri, günümüzün sosyolojik, tarihsel ve siyasal gerçeklikleriyle doğrudan bir bağlantılıdır. Darmadağın olmuş ve insan öbeklerine dönüşmüş bir toplum, etkili bir mücadele içinde kendi yeniden varoluşunu gerçekleştirebilir. Bu şekilde dağılmış öbeklerin kitle partileri ya da kitle sendikalarında kolayca bir araya geleceğini varsaymak ham hayaldir. Tamamen geçmişe takılmış bir geleneksel düşüncenin kalıntısıdır, zaten bunun yürümediği bugünün pratikleri içinde görünmektedir. Kitleler dönem dönem ani refleksler vermekte ancak kalıcı bir mücadele zemini ortaya çıkmamaktadır. Günümüzde zamana yayılan muhalefet stratejisi solun tümü için bir avantaja dönüştürülebilir.
İşçi sınıfının bugünkü parçalılığı, üretimin mekanlarının parçalılığına ve çeşitlenmesine bağlı olarak, geçmişteki gibi kitlesel biçimler alamamaktadır. Toplumsal muhalefetin sadece üretim mekanları/işyerleriyle yetinen bir mücadele hattı yerine yeniden üretim (dolayısıyla tüketim) alanlarını örgütlemeyi hedefleyen bir hat izlemesi gerekiyor. Hak mücadeleleri bu geçişi en kolay sağlayacak mücadele biçimidir. Hak mücadeleleri sistem dışına taşma açısından büyük potansiyeller barındırır. Günümüzde en basit konunun, çevre, barınma, ekoloji, ulaşım vb. hızla sistem dışı yönelimlere erişmesi kolaydır. İnsanlar basit mücadeleler içinde muazzam genişlikte ufuklar edinebilir, sistemin yetersizliklerini, çıkışsızlıklarını hızla görebilirler. Hak mücadeleleri toplum açısından meşrudur; çoğunlukla yereldir; güçlenme noktasında tüm il, ülke ya da sektör sathına yayılma potansiyelini içerir.
Ağ tipi örgütlenmeleri ise baskılar karşısında zaman içindeki direnci, donuklaşmış bürokratik kitle örgütlerine kıyasla daha yüksektir, manevra kabiliyetleri daha güçlüdür, hızlı hareket etmeye daha yatkındır. Günümüzdeki hızlı akan zaman açısından öncü mücadele ateşlerinin yakılmasında bu tür mücadele tarzı ve bu tür örgütlenmeler çok işlevseldir.
Ancak, bu yaklaşımların kalıcı ve nihai siyasal biçimlenişler olarak görülmemesi gerekir. Aksine, bunlar, sosyalist hareketin yeniden oluşum sürecinin bu ilk evresi için geçerli olan, esnek ve dinamik stratejinin manivelaları olarak görülmelidir. Bu evrede yürütülecek hak mücadeleleri ve inşa edilecek karşı-hegemonik pratikler, sosyalist hareketin ufkunu genişletecek, yeni deneyimler kazandıracak ve toplumsal tabanını güçlendirecektir. Bu süreçte oluşacak birikim ve deneyimler, gelecekteki siyasal biçimlenişlerin (akım, hareket, parti vb.) şekillenmesinde belirleyici olacaktır. Dolayısıyla, mevcut stratejiler, bir son değil, daha adil ve özgür bir toplum inşa etme yolunda atılan geçici ama zorunlu adımlar olarak değerlendirilmelidir. Sosyalist hareketin bu evredeki görevi, statik yapılar kurmak yerine, toplumsal dinamikleri harekete geçirecek, kolektif öğrenmeyi teşvik edecek ve geleceğin siyasal örgütlenmelerine zemin hazırlayacak bir zemin inşa etmektir. Bunlar yapılırken mücadele içinde sistemin bütününe yönelik ideolojik tartışmalar yıkıcı değil, aksine yapıcı biçimlerde değerlendirilerek kendilerine kitlesel kanallar oluşturabileceklerdir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.