Bugün emek hareketi başta ve başat olmak üzere kadın-lubunya hareketi, çevre ve ekoloji hareketi, gençlik hareketi, temel haklara ilişkin saldırılara karşı koyuş hareketleri rejimin saldırı dalgası ve sömürü imkanlarını dar bir elde toplayan krizli/parçalı iktidar odağı karşısında tarihsel bir ezilenler bloku yaratma imkânı doğurmaktadır. Bugünün devrimci bir yol arayışı, işçi sınıfının tarihsel öncülüğünde bu talepleri taşıyabilecek bir kitle çalışması ve bu kitle çalışmasına devrimci hüviyetini verecek bir kadro çalışmasının toplamından; yani kitle-kadro hibritinin çağdaş sınıfsal ve kimliksel mücadeleleri içerecek şekilde yeniden organize edilmesiyle mümkün olacaktır
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Türkiye’de özellikle son seçimlerin etki ve sonuçları akabinde baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir süreç içerisine girilmiştir. CHP ve Ekrem İmamoğlu üzerinden girişilen topyekûn saldırı sürecin bir katmanını oluştururken Kürt Hareketiyle başlatılan ve büyük oranda Ortadoğu’daki gelişmelerin zorlayıcı/belirleyici olduğu yeni süreç aktüel gelişmelerin diğer katmanını oluşturmaktadır. Bu ikili katmana eşlik eden sürekli kriz ve yöneteme halinin derinleşmesiyse toplumsal isyan dinamiklerini diri tutan bir gerilim hattı olarak varlığını korumaktadır. AKP-MHP’de cisimleşen iktidar pratikleri ve toplamda neo-faşizm olarak adlandıracağımız odak, bu çok katmanlı gerilimler karşısındaki tepkiyi ve yönetememe krizini, iktidar aygıtlarının zor ve -eskisi kadar etkili olmamakla birlikte- rıza üretim mekanizmalarıyla göğüslenmesine çabalamaktadır.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor. 19 Mart’ta başlayan sürecin de gösterdiği gibi kitle tepkiselliği gelişme potansiyeli taşıyor. Dengesizliğin dengede tutulması ve pasifizasyonu olarak örgütlenen suni denge, sarsıntılarına eşlik edecek salınımlarını gerçekleştiriyor. İşte devrimci bir odak, buradaki sarsıntıları sürekli bir devrimci hatta ve talebe bağlayabildiği oranda ezilenlerin ve emekçilerin birleşik blokunu inşa ederek neo-faşizmin karşısına dikilebilecektir. Bunun yöntemi, krizin ezilenler lehine derinleştirilmesi ve suni dengedeki sarsıntıların takip edilerek kırılımı sağlayacak devrimci süreklilikle bir yol açılmasıdır.
İktidarın, her türlü imkanla, içerisinde yer aldığı süreçleri kendi siyasal perspektifine uygun yönetmeye çalışması beklenen bir durumdur. Muhakkak her özne de karşılıklı olarak bu süreçlerin barındırdığı tehlikeleri gözetmektedir. Özellikle Kürt Hareketi ile yeniden başlayan çözüm görüşmeleri ve nihayetinde PKK’nin feshiyle birlikte aşama kazanan “yeni süreç” dış denge arayışlarındaki zorunlulukların devlet aklına dayattığı birinci katman olarak görülmektedir. Bu süreçte KÖH tarafından “demokratikleşme” başlığıyla talep edilen en temel demokratik talepler şu ana değin karşılanmamakta; nihai olarak oyalayıcı bir zeminde demokratik kanalları güçlendirecek siyasal baskı mekanizmalarının inşa edilemediği bir sıkışmışlıkla süreç devam etmektedir. Barışın toplumsallaşması olarak adlandırılan ve toplumsal kesimler tarafından sahiplenilerek demokratikleşme talebinin iktidara dayatıldığı bir kitlesellik, henüz tam anlamıyla inşa edilemediği gibi kısa vadede de bu yöntemsellik devam ederse taleplerin örgütlü olarak dayatılması olanaklı görünmemektedir.
Dolayısıyla ilk eğilim, halk kitleleri bakımından demokrasi ve devrim mücadelesini tek başına içerisinden yeşertecek imkanları henüz barındırmamaktadır. Bu çerçevenin içerisinden çıkarılacak bir demokratikleşme müdahalesi, ancak kitlesel taleplerle buluşan bir demokrasi ve devrim mücadelesiyle bağlanınca güçlenebilecektir. Dolayısıyla bu eğilim ve süreç, başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilenler için önemini korumakla birlikte devrimci bir karşı çıkış için tek ve sınırlı bir eğilim olarak görülemeyecektir.
Karşı çıkış için ikinci katman ise CHP’ye yönelik saldırılar etrafında ve bununla sınırlı olarak demokrasi ve devrim için müdahaleyi örgütleyebileceğine yönelen hatalı eğilimlerdir. Bugün CHP üzerinden girişilen yargı terörü ve faşizm pratikleri, Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin uzun süredir hemhal olduğu yani yabancısı olmadığı pratiklerdir. Dolayısıyla faşizmin saldırıları CHP ile var olmadığı gibi CHP’ye yönelen saldırıların def edilmesiyle de yok edilemeyecektir. Tıpkı ilk eğilimde belirttiğimiz gibi devrim ve demokrasi mücadelesini CHP’ye dönük saldırıların def edilmesiyle sınırlayan bir anlayış, Türkiye’de faşizmin bir süreklilik olduğunu ıskalamaktadır. Kürt siyasetinden devrimci demokratlara uzanan saldırıların perspektifini CHP üzerinden değerlendirerek devrimci bir karşı çıkış örgütlemek mümkün değildir. Nitekim CHP’ye beklenen sınırlarının ötesinde misyon atfedilemeyecektir; rejimin kurucu partisinin sokak siyasetini önceleyerek seçim-sandık denklemini reddetmesini beklemek kendi varlığını reddetmesini temenni etmektedir. Doğaldır ki bu temenninin gerçekçi bir boyutu söz konusu değildir. Bu durum, faşizmin saldırılarına karşı çıkmamayı öğütlemeyip saldırıları def etmeyi bu çerçeveyle sınırlayan bir anlayışı tehlikeli görerek mahkûm etmeyi gerekmektedir.
Dolayısıyla bugün her iki eğilimde de doğru konumda yer alma cüretini gösteren ancak her iki eğilimin doğru karşı çıkış halkalarını, halkların ve emekçilerin kitlesel tepkileriyle buluşturabilecek bir üçüncü karşı çıkış blokunun örgütlenmesi devrimci ödevdir.
Türkiye’de faşizmin saldırı dalgası her geçen gün yükselirken, halkların tepkisel karşı çıkışları belirli aralıklarla yükseliyor. Yer yer dağınık, yer yer birleşik yer yerse ideolojik ve pratik dağınıklıklar içeren karşı tepki çıkışları; 19 Mart sürecinde yeniden belirtmekle birlikte dağınık bir formla var olmuştur. Suni dengenin sarsıntı noktalarında devrimci bir eylem ve kopuşu, isyan ile bağlayamamanın kaçınılmaz sonucu olarak kitlelerin karşı çıkışları düzen içi eğilimlere; ırkçı-şoven söylemlere ve pratiklere, sandık çağrılarına hapsedilmektedir.
Bu durumun nedeni oldukça açıktır: Nitekim bir siyasi iktidar biçimi olarak devlet, yalnızca iktidarın varlığıyla sınırlı değil düzenin bütünüyle iç içedir. Bu bakımdan düzenin ve devletin devamlılığını esas alan her özne, öfkeyi düzene yönelten bir karşı tepkiselliği değil ehil bir siyasal çatışmayı sınırda tutmayı hedefler. Bu bakımdan AKP’den CHP’ye düzenin sınırları içerisindeki çatışmaların yarattığı gerilim hatlarına devrimci bir müdahalede bulunmak ve suni denge sarsıntılarını kıracak bir devrimci çalışmayı örmek esaslı görevdir.
Bugün suni dengenin bağımlı kapitalizm ve içsel emperyalizm olgusuyla bütünleşik ilk boyutu yanı sıra alt emperyal hamle kapasiteleriyle birlikte ikinci bir boyutu da söz konusudur. Bu sebeple kitlelerin tepkileri ideolojik ve zor aygıtlarının bütünleşik olarak içerde pasifize edilmesine eşlik eden ikinci bir katman söz konusudur. Bu katman, özellikle son yıllarda gelişen savaş pratikleri, savunma sanayisi hamleleri, Neo-Osmanlıcı hayaller ve militarizasyon hamlelerini odağa milliyetçi propaganda üzerinden kitlelerin rıza üretimine tabi tutulmasına ilişkindir. Bu iki katman, suni dengeyi daha da kompleks ama aynı zamanda daha da kırılgan hale getirmektedir. Bu durumun siyasal gövdesi olarak da yeni sömürgecilikten yeni sömürgeciliğin de ötesine, faşizmin yeni formunun hem ideolojik rıza üretim aygıtları hem zor aygıtlarıyla kendisini süreklileştirerek halklara yönelttiği neo-faşizm olduğunu göstermektedir. Neo-faşizmin suni dengenin sürdürülmesinde oynadığı rol, iç ve dış faaliyetlerinin genişlemesine/kompleksleşmesine paralel olarak kırılganlığını arttırdığı gibi neo-faşizme muhatap olan öznelerin de ayrı ayrı öbekler gibi görünse de devrimci karşı çıkış cephesinde öbeklenme olanaklarında buluşmasına vesile olmaktadır.
Yani bu rejim anlayışının yol açtığı kaçınılmaz sonuç, neo-faşizmin ağır baskıları karşısında emekçiler ve ezilenler cephesinin saldırı muhataplığında ve saldırı nev’inde asgari müşterekte ortaklaşması sonucunu doğurmaktadır. Bugün emek hareketi başta ve başat olmak üzere kadın -lubunya hareketi, çevre ve ekoloji hareketi, gençlik hareketi, temel haklara ilişkin saldırılara karşı koyuş hareketleri rejimin saldırı dalgası ve sömürü imkanlarını dar bir elde toplayan krizli/parçalı iktidar odağı karşısında tarihsel bir ezilenler bloku yaratma imkânı doğurmaktadır. Bugünün devrimci bir yol arayışı, işçi sınıfının tarihsel öncülüğünde bu talepleri taşıyabilecek bir kitle çalışması ve bu kitle çalışmasına devrimci hüviyetini verecek bir kadro çalışmasının toplamından; yani kitle-kadro hibritinin çağdaş sınıfsal ve kimliksel mücadeleleri içerecek şekilde yeniden organize edilmesiyle mümkün olacaktır.
Türkiye’de faşizmin kurumsal sürekliliği ve faaliyet biçimlerinin şekli olarak gösterdiği değişimler, cümledeki tespitten de açıkça anlaşılacağı üzere öz olanın değişmediği anlamına gelmektedir. Yani süreklilik içerisinde ortaya çıkan görünümler, faşizmin saldırılarındaki özün ıskalanmasına neden olmamalıdır. Dolayısıyla bugün ortaya konulması gereken ilk tespit, demokrasi mücadelesiyle devrim hattının iç içe olduğudur. Çünkü bugün düzen karşısında kitlelerin en temel demokratik taleplerinin dahi faşizmin yapısal sınırlarına çarparak geri döndüğü bir rejim karşısında, demokratik taleplerle devrimci karşı çıkış süreçleri kesintisiz şekilde iç içe olmak zorundadır. Dolayısıyla en temel demokratik taleplerin faşizm karşısında örgütlü bir hale getirilmesi, devrimci karşı çıkış iddiasını içerisinde barındırmak zorundadır.
Buradan devam edilirse devrimci bir yol arayışında karşı çıkışı örgütlemek için kadro-kitle hibritini iyi inşa eden bir örgütlenmeyle demokrasi ve devrim mücadelesini esas alan bir hareketin inşa edilmesi zorunludur. Bu hareketin inşa edilmesinde asgari devrimci demokratik taleplerde ortaklaşmış bir kitle örgütlenmesine gidilmesi ve demokratik talepleri kitle örgütlenmesinde damıtarak devrimci taleplere bağlayan bir kadro çalışmasının yaratılması siyasal bir hedef olmalıdır.
Asgari müştereklerde ortaklaştırılan kitle faaliyetinin odağında düzen gerçeğinin yer aldığı her daim bir hedef olarak siyasal bağlamda teşhir edilmelidir. Bu, kitlelerin temel hak ve özgürlük taleplerini yalnızca reformist bir çerçevede eriten bir yaklaşıma indirgemek yerine, bu talepleri düzenin sınıfsal ve bağımlı kapitalist yapısına yönelen devrimci bir programla bütünleştirmek imkânı anlamına da gelir. Böyle bir program, işçi sınıfının sömürü ilişkileriyle bağını açığa çıkarırken; kadınların, lubunyaların, gençlerin, ekoloji mücadelesinin ve tüm ezilenlerin gündelik hak arayışlarının da sermaye birikim rejiminin asli çatlaklarını hedeflediğini görünür kılacaktır. Bu yönelimin örgütsel biçimi ise kitle-kadro hibritinde somutlaşmalıdır: Geniş kitlelerin demokratik taleplerinin doğrudan katılımıyla örülen komite-koordinasyon ve komünal nüveler ile taban örgütlenmelerinin inşası (işçi konseyleri, kadın-lubunya meclisleri, ekoloji ve çevre forumları gibi taban örgütlenmeleri) ancak aynı zamanda buna eşlik edecek şekilde kendiliğindenliğe ve dağınık ağ siyasetine mutlaklık atfeden bir çizgi değil; devrimci kadroların yönlendirici ve süreklileştirici emeğiyle birleşerek bu talepleri örgütlü/merkezi bir siyasal güce dönüştürecek devrimci kadro çalışması. Böylelikle hem en temel demokratik hakların savunusu hem de bu hakların faşizmin yapısal sınırlarına çarpıp geri dönmesini engelleyecek devrimci karşı çıkış, aynı kesintisiz hat içinde pratik bir gerçeklik kazanacaktır.
Aynı zamanda bu durum, Türkiye sosyalist solundaki kendiliğindenci eğilimlerin yarattığı olumsuz etkilerle birlikte katı bürokratik merkeziyetçi hantallığın yaratacağı pasif eğilimleri de ortadan kaldırma potansiyeline sahiptir.
Netice itibariyle bu şekilde sergilenecek bir atılım, suni dengenin kompleks ama kırılgan yapısını hedefleyecek bir devrimci karşı çıkışı-kopuşu doğuracak örgütlenmeleri halkların doğrudan katılımıyla inşa etme potansiyelini haizdir.
Suni dengenin bugünkü görünümleri, düzenin krizlerini geçici olarak soğursa da özü itibariyle daha derin ve kırılgan çelişkiler yaratmaktadır. Neo-faşizmin zor ve rıza aygıtları, iç ve dış politikadaki alt-emperyalist eğilimlerle birleşerek bu dengeyi korumaya çalışsa da, her müdahale yeni sarsıntıları da beraberinde getirmektedir. Türkiye’nin bağımlı kapitalist yapısı ve onun siyasal biçimi, bu sarsıntıların nihai kaynağıdır; neo-faşizm bu durumun siyasal gövdesidir.
Bu nedenle görev, krizin pasifleştirici biçimlerine kapılmak değil; her sarsıntıyı ezilenlerin lehine derinleştirmek, en basit demokratik taleplerin bile devrimci bir iddia kazanabileceği bir siyasal hattı örgütlemektir. Ezilenler Bloku’nun inşası bu hattın somut biçimidir: işçi sınıfının tarihsel misyon ve öncülüğünde, kadınların, lubunyaların, gençlerin, ekoloji hareketlerinin ve tüm emekçi kesimlerin asgari müştereklerde buluştuğu; kitle-kadro hibritiyle örülen bir siyasal odak.
Böyle bir odak, kendiliğindenciliği ve bürokratik hantallığı aşarak; yerel meclisler, işçi konseyleri, kadın-lubunya meclisleri, ekoloji ve çevre forumları gibi taban örgütlenmelerini kalıcılaştırıp, devrimci kadronun süreklileştirici emeğiyle bütünleştirdiğinde, faşizmin yapısal sınırlarını zorlayacak kesintisiz bir devrimci hat yaratabilir. Bu hat, tek seferlik bir patlama değil; demokratik ve devrimci görevlerin ayrılmaz biçimde örüldüğü, her salınımı devrimci bir kopuşa dönüştürme iradesidir.
Bugün, bu iradeyi pratik bir gerçekliğe dönüştürmek tarihsel bir zorunluluktur. Bu pratik zorunluluk, 1. bölümde tartıştığımız eğilimlerin tek yönlü kavranması veya bu eğilimlere tek yönlü kavramak/dahil olmakla sorunların çözülemeyecek olduğunu kabul etmek; her iki eğilimde de (aktüel siyasette KÖH süreci ve CHP süreci) demokratik misyonları devrimci bir hatla üstlenmekle/rol oynamakla birlikte alternatif bir karşı koyuş hattını örgütlemek gerekmektedir.
Çünkü suni denge sarsılmakla kalmıyor; onu korumak için atılan her adım, yeni kırılma olanakları doğuruyor. Bugünün devrimci görevi, bu kesintisiz hattı ezilenlerin birleşik gücüyle örmektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.