Saray yürüşünden ve sokağa bir iktidar stratejisi kazandırmaktan söz ederken, tarihin önümüze hem acil hem de uzun erimli biçimlerde çıkardığı bir göreve işaret ediyoruz. Birincisi, 19 Mart sonrası Türkiye’sinde, hemen bugün üstüne bastığımız toplumsal-siyasal çatışma zemininde gelişen acil görevdir: Saray’ın saldırılarının militan kitle hareketi ile püskürtülmesi ve hak hukuk tanımaz rejimin yıkılması. İkincisi de 21. yüzyıl sınıf savaşlarının önümüze koyduğu uzun erimli görevimizdir: devrim ve sosyalizm
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Türkiye’nin direniş fraksiyonu, bir Saray yürüyüşüne hazırlanmalı. Sınıf mücadelelerinin diyalektiği, proleterleşmiş Türkiye toplumunun faşizme karşı farklı toplumsal kanallardan gelişen direniş eğilimlerini, siyasal iktidar hedefiyle militan bir hatta buluşmaya zorluyor. Yalnızca 19 Mart günü kampüslerden çıkıp polis barikatlarını aşarak Saraçhane yolunu açan ve geleceksizleştirmeye karşı artık proleter bir gerçekliğin içinden konuşan gençlik hareketi ile değil… İktidar ve sermaye çevrelerini paniğe sevk eden 2 Nisan tüketim boykotunda adeta büyük ve görünmez bir örgüt gibi seferber olabileceğini gösteren muazzam genişlikte kitleler… Emek ve hak mücadelelerinde asıl muhatabın siyasal iktidar olduğuna işaret ederek talepleriyle bakanlıkların kapısına dayanan militan sendikal örgütlenmeler… İktidarın işçi konfederasyonlarını pasifize etmedeki büyük başarısına rağmen 3 Temmuz günü 81 ilde AKP il binalarına yürüyen kamu işçileri… Siyasal iktidara karşı sokakta militan tepkileriyle kendilerini işçi sınıfının onurlu bir üyesi olarak yeniden inşa eden emekliler… Sermaye yağması karşısında yaşam alanlarına sahip çıkarken, siyasal iktidarın saldırılarına karşın sokağı politik varoluş kanalı olarak kullanmaktan geri durmayan kent ve kır yoksulları… Toplumsal tepkileri yönetebilmenin yolunu dinci gericiliği, şovenizmi, kadın düşmanlığını, LGBTİ+ düşmanlığını tırmandırmakta bulan iktidara karşı gelişen özgürlük mücadeleleri ile sınırlı da değil. Müzakere süreci ile atalete itilse de iktidara güvenmediğini gizlemeyerek tetikte bekleyen Kürt halkı ve tabanı ile kurumsal yapısı arasındaki çelişkiler nedeniyle sokak konusunda daima ikircikli olan CHP’nin 19 Mart’tan bu yana sığındığı meydanları dolduranlar dahil halkın bütün direniş eğilimleri, Saray’la zorunlu olarak sokakta girişilecek kaçınılmaz bir kapışmaya doğru ilerliyor.
Bu bir temenni ya da kehanet değil, 2008 küresel finans krizi sonrası emperyalist-kapitalist sistemin “hukuk ve demokrasi” iddiasını dünya ölçeğinde kenara itmesiyle, herkesin gücünün yettiğini yapabildiği fiili mücadelelere dayalı sınıf savaşlarının günümüz Türkiye’sindeki öngörülebilir sonucu. Proleterleşmiş insanlığın kendi politik varlığını ancak isyan ve direniş hareketleri ile ortaya koyabildiği uzun vadeli evrensel durum içinde, Tayyip Erdoğan’ın seçim yolu ile iktidar değişimine dair olasılık ve umutları ortadan kaldırmaya giriştiği 2025 Türkiye’si halkın önünde sokaktan başka yol bırakmıyor. Erdoğan’ın gelecek başkanlık seçimlerindeki en güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart günü, halk bu kavga davetini kabul ederek sokaklara çıktı. Gezi benzetmeleri yanıltmasın. Burada planlı, hedefli, uzun erimli bir siyasal saldırı ve bunun karşısında, seçimleri güvence altına almak için dahi çözümün sokakta olduğu bilinciyle hareket eden bir halk direnişi var. Görünürde CHP’nin hedef alınıyor olması da yanıltmasın. Bütün halkın en temel yurttaşlık hakları, ekmeği, onuru, özgürlüğü gasp ediliyor ve aşılması gereken temel engelin halk direnişi olduğunu bilen faşist devlet aklı, şu anda hareketli ya da atıl olduğuna bakmaksızın, halkın bütün isyan ve direniş kapasitesini ezmeyi planlıyor. Yani temeldeki Saray’ın temsil ettiği yağma ve baskı düzeni ile bütün bir halk arasındaki çelişkidir. Muhalefet açısından asıl olan Saray’a karşı halkın direnişidir. 19 Mart itibariyle yaşadığımız da bir taraf diğerini alt edene kadar devam etmesi kaçınılmaz olan bir kavgadır. Sözün kısası, ya Saray’a yürüyeceğiz ya Saray’a yenileceğiz!
Şu an muhalefetin örgütlü güçlerinin verili durumunu esas alırsak böylesi bir karşılaşma için ideal durumda olduğumuzdan söz edemeyiz. Bu anlamda karamsar bir tablo çizilebilir. Direniş eğilimleri parçalı, programsız, büyük ölçüde örgütsüz. Seçim yoluyla iktidar değişikliğine ilişkin umutlar Saray tarafından yok edilmekte olsa da seçimler dışında elle tutulur ve kitleler nezdinde inandırıcı bir iktidar stratejisi henüz ortaya konmuş değil. Sokak hareketinde doğal inisiyatif konumundaki CHP, iktidarın muhalefete hareket alanı tanımaması nedeniyle sokağa başvurmak zorunda kaldı ancak sokağı stratejik değil taktiksel olarak ele alıyor. Halk direnişini, kendi parti örgütünü ve adaylarının seçimlere katılım hakkını güvence altına alacak bir baskı unsuru olarak kullanmaya çalışıyor. Ancak Erdoğan, parlamentoyu ve muhalefet partilerini kapatmadan, seçimlerin biçimsel olarak gerçekleştiği ve iktidarı değiştiremediği bir işleyişi güvence altına alacak araçlara sahip. İstediği yere kayyum atayabilmekte, istediği kişiyi hapse atabilmekte ve 2 Eylül itibariyle muhalefet partilerinin yönetimini de kendisi belirlemektedir. Bu anlamda da sınırın geçildiği ayan beyan ortadadır. İşte tam da bu nedenle geniş kitleler açısından da anlaşılır hale gelmiştir ki politik iktidar mücadelesinde sokak taktiksel değil stratejik olarak ele alınmalıdır. Daha doğrusu sokağı esas alan bir iktidar stratejisi kurulmalıdır. Sokak, artık fiilen ortadan kaldırılmış olan ‘seçim yoluyla iktidar değişimi hakkını’ savunmak için değil, hak hukuk tanımaz iktidara son vermek, bir yeniden kuruluşun programını ve iktidar organlarını Saray’a karşı gelişen halk direnişi içinde oluşturmak için seferber edilmelidir.
Politik iktidar mücadelesinde sokağı esas almak ile kastedilen dar anlamda “sokağa çıkmak”, “eylemcilik”, “protestoculuk” değildir. Burada siyasetin öznesine, aracına ve yöntemine dair bir tercih söz konusudur. “Sokak” halkı seçmene, taraftara, destekçiye indirgeyen ve nihayetinde seçme hakkının da olmadığını itiraf eden sistem karşısında halkın özneleşmesi, yıkıcı ve yaratıcı kapasitesini ortaya koyması, sorunlar karşısında çözüm gücünü göstermesidir. “Sokak” dar anlamıyla doğrudan sokağa çıkmak değil düzenin sınırlarına saldırmak, akışı kırmak, kesintiye uğratmak, doğrudan eylemle sonuç almaktır. İsyancı kitleleri sistemin sınırları içine çeken milyon kişilik izinli bir miting değil ama sistemin yasaklarını tanımayan ve sınırları aşan militan bir eylemdir sokak. Beyazıt’taki ve Bozdoğan’daki gençliğin mesajı budur. Sokak grevdir, kentlerin çeperlerinde boy veren ama sözünü siyasal iktidara adımlarını da meydanlara yönelten kent ve doğa direnişleridir. Sokak itaatsizliktir. İktidar destekçisi sermaye çevrelerini muazzam genişlikte bir ortak davranışla hedef alan tüketim boykotudur. Ezilenlerin kendi öz gücünü gördüğü, değerlendireceği olanakları ve aşması gereken sorunları keşfettiği, dostunu ve düşmanını tanıdığı, yani biçimsiz kitlelerden bir “sınıf” olmaya ilerlediği kurucu bir siyasallaşma kanalıdır. Gezi ve Kobanê direnişlerinde görüldüğü gibi, sisteme karşı ayrı kanallardan gelişen direnişlerin öznelerini hiçbir masanın sağlayamayacağı biçimde birbirine yakınlaştıran kanaldır; toplumsal-demokratik çözümün esas adresidir. Elbette sokak bir kendiliğinden kuruluş adresi değildir ve sokağın bir iktidar stratejisi kazanması iradi bir çabayı gerektirmektedir.
Sosyalist hareketin örgütlü güçlerinin önemli bir bölüğü, kendisini CHP ile Kürt hareketinin sol yanında ya da karşısındaki konumlanışları ile var eden bir seçim partileri toplamına indirgenmiş haliyle bu çabanın uzağındadır. İster bu iki politik öznenin müttefiki ister karşıtı olarak konumlansın, var oldukları siyaset düzlemi itibariyle düzen siyaseti tarafından belirlenmekte, onun sınırları içinde hareket etmeyi kabullenmekte ve sınıf mücadelelerini talileştirmektedirler. Ancak sosyalist hareket içinde, kendilerini günün sınıf mücadelelerinin gerekleri doğrultunda yeniden kurmaya girişen ve sokağı sadece “protesto zamanı” olarak değil, tüm zamanların genel siyaset aracı, kanalı, yöntemi olarak gören bir eğilim de söz konusudur. Sınıf mücadelesinin geleneksel kalıplarına sığmayan somut kitle mücadeleleri içinde ve düzenin sınırlarını zorlayan bir eylem çizgisinde, örgütler toplamının ötesinde bir mücadele birlikteliği olarak kendini göstermektedir. Sosyalist hareketin uzun süredir devam eden çözülme ve yeniden şekillenme süreci içindeki bağımsız devrimci yönelimi bu eğilim oluşturmaktadır. Sokağa bir iktidar stratejisi kazandırabilecek olan ve kazandırması gereken de bu çizgide birbirini fikren ve pratik olarak destekleyen ve mücadele sertleşip toplumsallaştıkça somut hedefler doğrultusunda birbirine yakınsayan devrimci unsurlardır.
Saray yürüşünden ve sokağa bir iktidar stratejisi kazandırmaktan söz ederken, tarihin önümüze hem acil hem de uzun erimli biçimlerde çıkardığı bir göreve işaret ediyoruz. Birincisi, 19 Mart sonrası Türkiye’sinde, hemen bugün üstüne bastığımız toplumsal-siyasal çatışma zemininde gelişen acil görevdir: Saray’ın saldırılarının militan kitle hareketi ile püskürtülmesi ve hak hukuk tanımaz rejimin yıkılması. 21. yüzyıl, dünyanın dört bir yanında başkanlık saraylarına yürüyüp diktatörleri koltuğu terk etmeye zorlayan, sokak ittifakına dayalı militan kitle hareketlerinin örnekleriyle doludur. İkincisi de 21. yüzyıl sınıf savaşlarının önümüze koyduğu uzun erimli görevimizdir: devrim ve sosyalizm. Tarihin bu özel anı, ülkemizde 10 yılı aşkın bir süredir devam eden sert siyasal-toplumsal mücadelelerin birikimiyle, ufkumuzda tutmamız gereken hedefi aynı zamanda ayağımızın dibine getirmiştir. Bugün bir Saray yürüyüşü sözcüğün gerçek anlamıyla gerekli ve mümkündür. Yığınların gözünde, devrimin gerekli ve mümkün olduğunu gösterebilmek için daha iyi bir sahne kurulamazdı.
CHP lideri Özgür Özel’in “Milleti 81 ilde sokağa davet ederiz, Mısır gibi televizyondan izlersin” sözleriyle gönderme yaptığı 2011 Tahrir eylemleri, Mısır halkının çürümüş Hüsnü Mübarek rejimine karşı meydanlara çıktığı ve Mübarek istifa edene kadar sokakları terk etmediği bir başkaldırı idi. Daha sonra Müslüman Kardeşler’in önünü açan baskın seçimler ve iki yıl sonra bu kez Müslüman Kardeşler karşıtı yeni bir kitle hareketini takip eden askeri darbe ile “çalınmış” ve “bastırılmış” bir isyan da olsa, Mısır’da halk başka bir çarenin kalmadığını görerek düzen dışı bir hareketle diktatörü devirebilmişti. CHP siyasal çatışmanın dayattığı gerçekliğe ve sokaktaki militan kitle hareketine bakarak bu göndermeyi yaparken, bir yandan da parlamenter yola sıkı sıkıya bağlı, bu temelde hareket etmek üzere yapılanmış, kendisini düzenin güvencesi olarak gösteren devlet kurucu bir parti olmanın yapısal çelişkisini yaşamaktadır. Doğru olanın gayrimeşru iktidarın yasaklarını tanımayarak Taksim’e çıkmak olduğunu söylese de net bir pratik tutum belirleyemeyip meydanlara bölündüğü 1 Mayıs sürecinde olduğu gibi, yine doğruya işaret etmektedir ancak bunun gereğini ne ölçüde yapabileceği, bağımsız devrimci bir çizginin sokak hareketi içinde alacağı inisiyatife bağlıdır.
CHP’nin çelişkili hali, Saray’a karşı halk direnişinin öncülüğü anlamında hem bir imkâna hem de bir boşluğa işaret etmektedir. Ülkenin birinci partisinin liderliği tarafından çare olarak diktatör deviren bir halk ayaklamasına verilen referans, gereğini yerine getirip getirmeyeceğinden bağımsız olarak, gözü sokakta ufku devrimde olanlara büyük bir hareket alanı açmakta ve düzen dışı bir çizginin inandırıcılığını güçlendirmektedir. Artık Saray yürüyüşü bütün direniş eğilimleri açısından hem simgesel hem de somut anlamıyla birleştirici, stratejik bir hedeftir. Güncel çatışma düzleminin açığa çıkardığı halk direnişi, yalnızca hareket biçimi itibariyle değil sınıfsal özü itibariyle de düzen dışı ve düzen karşıtı bir siyasetin olanaklarını içinde barındırmakta ve Saray’la girdiği kavgada başarıya ulaşmak için onu bu niteliğiyle kavrayacak devrimci bir siyasi iradeye ihtiyaç duymaktadır. Buradaki öncülük boşluğu yalnızca eylem çizgisi olarak değil, temelde proleterleşmiş, mülksüzleştirilmiş, yoksullaştırılmış halk kitlelerinin faşizme karşı direnişini örgütleyecek sınıfsal-politik tercih bağlamında kendini göstermektedir ve devrimcilerin doldurması gereken boşluk budur.
Sosyalist hareketin şu ya da bu unsurunun tek tek ya da bir araya gelerek kendisini öncü ilan etmesinden söz etmiyoruz. Sokağı stratejik olarak ele alan, kendisini günün sınıf mücadelelerinin gerekleri doğrultunda yeniden kurmaya girişen ve düzenin sınırlarını zorlayacak bir eylem çizgisini benimseyen bağımsız devrimci yönelimin elbette özel iradi bir rolü olacaktır. Ancak öncülük, sosyalist hareketin öznel durumundan bağımsız olarak gelişen isyanın içinde, bir örgütün ya da örgütler toplamının basitçe kendi kendini örgütlemesi ile değil, isyandan devrime uzanan yolun elle tutulur ve inandırıcı bir seçenek olarak gösterilmesi ile inşa edilebilir. Mesele isyanın içinde örgütlenmek değil isyanın örgütünü kurabilmektir. Sosyalist hareketin devrimci unsurları da bu görev doğrultusunda yeniden örgütlenmeli, kendi mevcut varlıklarını bu göreve vakfetmelidir.
Türkiye siyasetinin yeniden şekillenişini sınıf savaşları temelinde okuyan ve Saray’a karşı halk isyanının sınıfsal özünü yakalayabilen bir devrimci kavrayış, yoksullaştırmaya, mülksüzleştirmeye, geleceksizleştirmeye karşı parçalı kitle mücadeleleri şeklinde gelişen direniş eğilimlerini halkın Saray’a karşı isyanına tercüme edebilen bir program ve sonuç alıcı doğrudan eylemlere ve öz savunmaya sevk eden bir pratik mücadele çizgisi, bağımsız devrimci bir hattın kuruluşunun fikri ve pratik temelini oluşturacaktır. Saray’a karşı halk direnişi içerisinde bu fikri ve pratik temelde öne çıkarak birbirine yakınsayan öncü unsurları, iktidarı alaşağı edip ülkeyi yeniden kurma hedefiyle seferber edecek ortak bir program etrafında buluşturmak da sürecin örgütsel ayağını oluşturacaktır.
Ayağı günün kitle mücadelelerinde ufku devrimde olanlar açısından gün bugündür. Saray yürüyüşünü kaçınılmaz bir çatışma ve görev halinde önümüze çıkaran bu özel tarihsel an, devrimci iddianın belirsiz yarınlara ertelenmediği ancak Türkiye işçi sınıfının yaşamın her alanında boy veren ekmek, onur ve özgürlük mücadelelerini politik iktidar hedefiyle örgütlemek üzere girişilecek sebat gerektiren, zorlu ve uzun bir mücadele için mükemmel bir başlangıç noktasıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.