Filmin “Barış Süreci” denilen konjonktüre denk gelmesi de filme olan ilgiyi artıran bir etken. Film “süreç” öncesi çekildiği için bu sürece dair bilinçli bir mesajı olması beklenemez. Bununla birlikte Hemme, bir Kürt işçi filmi olarak, Öcalan’ın emek-sermaye çelişkisini ve sınıf mücadelesi inkar eden perspektifine karşı gayrı ihtiyari bir tartışmayı da dile getirmiş oluyor
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri (bundan sonra Hemme), Siverekli genç bir Kürt yönetmenin ilk uzun metrajlı film denemesi olarak, nadir raslanan bir şeyi gerçekleştirdi. Festival filmleri seyircisinin ötesinde bir seyir ilgisi ve beğenisi kazandı. Bu tür ilk filmlerin çok az sayıda sinemada o da bir iki haftadan fazla gösterimde kalabilmesi zordur, Hemme ülke çapında birkaç ay gösterimde kaldı. Bu tür ilk filmlerin sinema yayınlarında bile inceleme, röportaj, tartışmalara konu olması zordur, Hemme sinema yayınlarının ötesinde çok sayıda yayına ve hatta sosyolojik tartışmaya konu oldu.
Sponsorsuz, desteksiz çekilmiş, oyuncuları bile genç yönetmenin Siverekli aile, akraba ve tanıdıklarından oluşan bir ilk filmin, hele ki Siverek’teki tarım işçiliği ve gündelik yaşam ilişkilerini konu alan bir ilk filmin ilgi görebilmesinin ilk koşulu, Avrupa ve Türkiye film festivallerinden birkaç ödül toplaması. Hemme buna, gizemli bir film isminin uyandırdığı merakı, kurutulmuş domates tarlaları üzerine kontrast bir afişi ve düşük bütçeli bir ilk filmden beklenebileceği hayli aşan sinematografik görselliği ekliyor. Artık hangi aklıevvel sinema “eleştirmen”lerinin (pazarlamacılarının) icadıysa, Hemme’nin bir “kara mizah” ve “büyülü/şiirsel gerçekçilik” filmi olduğu, “İran sineması” ve “İtalyan yeni gerçekçiliği” esinlerini taşıdığı kurdelelerinin filmin kendisinde pek bir karşılığı olmasa bile filme olan ilgiyi ve beklentiyi artırdığı açık.
Filmin “Barış Süreci” denilen konjonktüre denk gelmesi de filme olan ilgiyi artıran bir etken. Film “süreç” öncesi çekildiği için bu sürece dair bilinçli bir mesajı olması beklenemez. Bununla birlikte Hemme, bir Kürt işçi filmi olarak, Öcalan’ın emek-sermaye çelişkisini ve sınıf mücadelesi inkar eden perspektifine karşı gayrı ihtiyari bir tartışmayı da dile getirmiş oluyor. Siverek’te kızgın güneş altında, yüzlerce dönüm boyunca göz alabildiğine serilmiş beyaz bezler üzerine domates kurutma işinde, 50 dereceye varan sıcakta günde 12-14 saat, sermayenin despotik disiplini altında çalıştırılan kadınlı, çocuklu, erkekli tarım işçileri. Yevmiyeler çok düşük. Filmin çekildiği geçen yıl (2024) Siverek’te tarım işçisi yevmiyesi en fazla 550 liraydı. O yevmiyeler de filmde de olduğu gibi haftalar boyunca ödenmez. Tepede bir kızgın güneş, bir de ortada görünmeyen büyük patronların işçileri disipline etme değneği olan dayıbaşları vardır. Dayıbaşı dikbaşlı işçilere takar, işçi akraba-tanıdık vasıtasıyla işe girdiğinden hemen işten atılamıyorsa, taciz, mobbingle, küfür ve provokasyonla işten ayrılmasını sağlamaya çalışır.
Hemme filmi, kızgın güneş altında göz alabildiğine serilmiş domates kurutma sergilerinin kavurucu emeği, doğa ve sınıf kontrastları üzerine yarım saatlik çarpıcı bir yarı belgeselle açılıyor. Siverek’teki küçük bağ bahçesini satıp İzmir’de küçük bir iş kurmaya çalışan, batınca borç harç içinde Siverek’e dönen, iki küçük çocuklu ailesini geçindirebilmek için Siverek’te adeta tek “iş kapısı” olan ucuz mevsimlik tarım işçiliğine giren ana karakterimizin (Eyüp), işin insanlık dışı koşullarına karşın yevmiyelerin düşüklüğüne, o yevmiyelerin de iki haftadır ödenmemesine tepkileri, onun “dikbaşlılığını” (‘Bu iş bu paraya yapılır mı?’ diye söylenmenin, ödenmeyen yevmiyeleri sormanın bile “dikbaşlılık” sayıldığı bir çalışma disiplini ortamında) ezmeye çalışan dayıbaşıyla çatışması gibi bir sınıf ekseninden kuruluyor.
Filmin geri kalanında ise Eyüp’ün kavga ettiği dayıbaşını (Hemme) vurma niyetiyle evinden silahını almak üzere bozuk motosikletiyle gidip dönerken Siverek yollarında rastladığı hısım ve tanıdıklarıyla yaşadığı bir dizi kesiti görüyoruz. Siverek’in kapitalist dönüşüm göstergelerine tanık oluyoruz ve içi boşalmış, yozlaşmış yerel cemaat ilişkileri ağlarının Eyüp’ün Hemme’yi vurma niyetini bilmeden nasıl ötelediği ve engellediğini görüyoruz. Filmin bu bölümü, kapitalist domates kurutma işindeki korkunç çalışma yoğunluğu ve hızı ile Siverek içindeki gündelik (genellikle esnaflar vb.) yaşamın acelesiz gevşekliği arasındaki çelişki ve Eyüp’ün önce bozuk motosikleti, sonra yayan olarak bir an önce Hemme’yi vurmaya gitmek için acelesi ve gerginliği ile Siverek içindeki rast geldiği eski cemaat ilişkileri ağının gündelik yaşamın süfli işleri ile onu geciktirmesi ve gevşetmesi (çaya davet eden, yemeğe davet eden, onunla gevezelik edip duran, dükkanı ona bırakıp namaza giden vb.) çelişkisi üzerine kuruluyor. Seyirci, hele ki sol seyirci, Eyüp’ün bir an önce gidip Hemme’yi vurmasını ya da en azından domates kurutma tarlalarında bir aksiyon ve çatışma yaşanmasını bekler ama Eyüp gündelik yerel cemaat ilişkilerinin hiyerarşik ağlarında debelenip durdukça gerilir ve huzursuzlanır.
Filmin ismi de burada anlamını kazanıyor. Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri; yani ‘Siverek’te dayıbaşlarını vurmak isteyen çok tarım işçisi olur ama büyük çaplı kapitalistleşmiş tarımsal üretim ilişkilerinin/sınıf çelişkilerinin keskinliğine karşın, içi boşalmış da olsa eski aşiret/cemaat ilişki ve ağları onların ellerini bağlar’. Evet, kapitalizm Siverek’te bile feodalizmi çoktan çözmüştür ama bir yandan da aşiret, cemaat, şeyhlik, cihatçılık gibi bilumum zorunlu tabiiyet ilişkilerini biçimsel olarak kendine uyarlayarak, gündelik yaşam ilişkilerinin içinden yeniden üreterek: Bunlar hem kapitalist sömürünün büyütülmesinde hem de şiddetlenen sınıf çelişkisinin örtülmesi, bastırılması ve tamponlanmasında kullanır.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri’nin yönetmeni Murat Fıratoğlu filminin ana çıkış noktasını ve temasını şöyle tanımlıyor:
Bir insanın, başka bir insan için çalışıp onun himayesi altında olması. Bu bana çok sert bir şeymiş gibi geliyor. (…) Bu sene Venedik Film Festivali’nde ödül alan çok iyi bir oyuncu var, Vincent Lindon. Onun bir filmi daha var, The Measure of a Man (2015), markette çalışıyor filmde. Orada bir haksızlığa uğruyor. Bir yandan ekmeğini kazanması gerekiyor, bir yandan haksızlığa uğruyor, küçücük kalıyor, sesini bile çıkaramıyor. Aynı tını, aynı frekans bence. Bu bana anlatılması gereken bir şeymiş gibi geliyor. Bu fikri yapım tasarımı olarak mekan ve cast’a uyarladım. (Aslı Ildır’ın Murat Fıratoğlu ile Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri Üzerine Söyleşisi: ‘Bir Yaşama Biçimi’. Altyazı dergisi, 18 Aralık 2024)
Hemme’nin Siverek’ten çıkıp evrenselleşmeyi başardığı kritik bir nokta tam da bu: Borçlar, çocuklar, zorunlu, bağımlı ve dahası onursuzlaştırıcı çalışma… Ücretli köleliğin, yalnızca sermayenin emek üzerindeki despotizmi ve yağması üzerinden değil, aynı zamanda emeğin buna sesini çıkarmasının da zorlaştırılması üzerinden eleştirisi.
Bir yerde domates tarlasını gördüm, çarpıldım, dedim inanılmaz bir şey bu. Domatesin sulu hali, tuzlanması, kupkuru olması hikayeyi ve karakteri çok destekleyen bir şey. Karakterin ilk otuz dakikada yaşadığı duygudurumla domatesin geldiği durum aynı. (Agr)
Bu vurucu metafor (tıpkı göz alabildiğine tuzlanıp kurutulan domatesler gibi, o kurutma işlemlerini yapan tarım işçilerinin de tüm yaşam enerjisinin, iliğinin, emeğinin, aklının, duygularının, onurunun sermaye tarafından kurutulması) emek-sermaye çatışmasını inkar eden bir post-modern ütopik-uzlaşmacı perspektiften çok daha gerçekçi.
Siverek’in ve Siverek’te domates kurutma işinin ekonomi politiği üzerine birkaç not, bu ekseni daha da belirginleştirecektir: 2 milyon 200 bin nüfuslu Urfa’da yevmiyeli tarım işçiliği yapanların sayısı 400 bin kişinin üzerindedir. Urfa ücretli tarım işçisi sayısı ve oranının en yüksek olduğu ildir. Urfa’da yoksul tarım işçilerinin ağırlığını ise Hilvan, Viranşehir ve aslen Siverek oluşturur. Siverek, mülksüzleştirilmiş, yoksullaşmış ve daha da yoksullaştırıcı tarım işçisi sayısı ve oranının (yüz bin kişiye, nüfusun yarısına yakın) en yüksek olduğu ilçedir. Mevsimlik tarım işçisi iş/trafik cinayetlerinde, Batı illerinde ırkçı-faşist saldırıya uğrayanlar arasında Siverekli tarım işçilerinin ilk sıralarda yer alması rastlantı değildir. Kürt mevsimlik tarım işçileri Türk tarım işçilerine göre daha düşük ücret alırlar ve günde 3-4 saat fazla çalıştırılırlar. Siverekli tarım işçileri ise, Kürt tarım işçileri içinde de genellikle daha düşük ücret alırlar. Siverek ekonomisinin aşiretten bozma kapitalist holdingleri (Bucakların Bucak Holding’i, İzollerin Metropol Şirketler Grubu vb.) doğurmasının bir yanı kanlı kontrgerilla ilkel birikimi ise diğer yanı da Siverekli emekçi köylülerin geleneksel bağ, bahçe ve tarlalarının zorla gaspı ve yığınsal tarım işçileştirilmesi üzerinden yine kanlı ilkel birikimdir.
Domates kurutma işi ile birlikte domates üretimi de Siverek’te hızla büyüyor. İlçede büyük toprak sahipleri domates üretilen arazilerini 3500-4000 dönüme genişleterek domates kurutma işine de giriyor. Bu büyük domates tarımı arazilerinin her birinde çalışan tarım işçisi sayısı 400-500 kişiyi buluyor. Domatesler toplam yüze yakın traktör ve kamyonla kurutulacakları sergi alanlarına sevk ediliyor. Siverek’in Karacadağ ve Fırat bölgelerinde toplam genişliği 4-5 bin dönüm olan 10 kadar (ki içlerinde tabii ki Bucakların da Türkiye’nin en geniş kurutma serim arazisi var) kurutma serim alanında çalışan işçilerin toplam sayısı da binlerce kişiyi buluyor. Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Siverek’teki kurutma alanları Bursa Karacabey ve Ege’den kamyon kamyon gelen domateslerle de hızla genişlemeye devam ediyor, kurutulan domatesler İzmir’de işlenip Avrupa ve ABD’ye ihraç ediliyor.
Siverek bölgesinin domates kurutmadaki bir avantajı, yazları aşırı kızgın, kurak, nemsiz iklimi ve kirlenmemiş toprağı. Ege’de, Konya’da bir haftayı aşan kurutma işlemi, Siverek’te 4 günde tamamlanıyor. Fire oranını (kararma, çürüme, bakteri) çok düşürüyor. Kurutma süresi ne kadar kısalırsa, maliyet de o kadar düşüyor. İkinci avantajı ise, o kavurucu sıcakta çıplak güneş altında çalıştıkları halde işçi ücretlerinin de Batı illerine göre çok daha düşük ve çalışma sürelerinin daha uzun olması. Ege, Konya, Antalya gibi alanlarda domates işleri giderek daha fazla makineleşirken, Kürdistan’da çıplak emeğe dayanıyor. Bursa’da ürettirdiği domatesleri Siverek’te kurutturan İzmir’de ayıklayıp paketleyerek Avrupa’ya ihraç eden, toplam bin işçi çalıştıran domates kurusu tedarik tekelleri ortaya çıkıyor. Bunlar içinde Siverek merkezliler de var.
Pazarlık taze domates kilo başına 1 lira, salçalık domates kilo başına 2 lira kar bırakırken, kâr kurutulmuş domates ihracında 3,5 liraya yükseliyor. Bu yüzden domates kurutma işinde hızlı bir büyüme var. Domates kurusunun taşınma maliyetlerini yüzde 80’den fazla düşürmesi, yanı sıra pizza, sos ve diğer hazır gıda endüstrisine hazır girdi olarak emek-zamandan sağladığı tasarruf, daha yüksek kârlılığının diğer nedenleri. İşlenmiş domates ürünlerinde domates kurusu kârları yükselirken, kızgın güneş altında kavrularak günde 12-14 saat çalışan domates kurutma işçilerinin ücretleri düşüyor.
Yönetmen dayıbaşının haksızlık ve hakaretine uğrayan ana karakterin sönümlenen bireysel tutumu yerine bir dayanışma, bir ortak direniş olamaz mıydı sorusunu, el çabukluğuyla savuşturuyor: “Gerçekçi olmazdı”.
Bunun gerçekçi olup olmayacağını yazımızın sonunda gerçek yaşam içinden göreceğiz. Ancak yönetmenin bu gerçekçi şıkkı elemesinin arka planında, amirlerin ve sermayenin işçilere karşı saldırılarının neden çoğu durumda karşılıksız kaldığı sorusunun peşine düşme çabası var. Bu sorunun Siverek’in kapitalist dönüşümü ile birlikte alınması, soruyu tarihselleştirip derinleştiriyor. Dahası bu soruya yönetmenin vermeye çalıştığı örtük/metaforik yanıt (“işçi sınıfının cemaatleştirilmesi”), filmi Öcalan’ın sınıf mücadelesini neo-cemaatçi inkar perspektifinin tartışılmasıyla ilintili hale getiriyor.
Filmin ana karakteri Eyüp’ün yoksul tarım işçisi olarak dayıbaşı ile kavga girişiminden sonra, Siverek’teki evinden silahını alıp gelmeye çalışırken karşılaştığı kişi ve durumlar şöyle kategorize edebilir ve tarihselleştirebiliriz:
1- İlkokul arkadaşı ile karşılaşması. Kadın evlenmiş, bir çocuk sahibidir, yeniden Siverek’e atanan alt düzey bir kamu emekçisi olmuştur. Eyüp’ü görüp tanıyınca heyecanlanır, coşkuyla ilkokul dönemlerinden birkaç anı anlatır. Bu karşılaşma buruk ve hüzünlüdür, ama örtük olarak, Siverek’in 20-25 yıl öncesine, Kürt emekçileri arasında ve Kürt ulusal direniş hareketi çevresinde, çocuklara kadar inmiş, daha coşkulu ve umutlu, daha dirençli ve mücadeleci, daha dayanışmacı ve inisiyatifli bir dönemine işaret eder.
2- Eyüp’ün yerel kapitalist bir müteahhit ve arsa spekülatörü olmuş dayıoğlu ile karşılaşması. Dayıoğlu durmadan “akıllı lüks arabası” ile övünür, “akıllı lüks evler” yapacağından bahseder, arsa ve inşaat işlerinden bahseder vb. Film boyunca bir yandan Siverek’in daracık mahalle arası sokaklarından, kalın yüksek duvarlı, avlulu, müstakil, geleneksel evlerini izlerken, diğer yandan birçok yerden fışkıran çok katlı yeni büyük yapıları, AVM benzeri ve gökdelen inşaatlarını görürüz. Dayıoğlunun lüks arabası, zora düşenlerden arazi avcılığı ve hızlı müteahhitliği, kendi kusuru yüzünden inşaat işçilerine küfredişi, diğer taraftan yol boyunca gördüğümüz yeni çok katlı büyük yapı ve inşaatlar ise Siverek’teki kapitalist birikim ve dönüşümün geldiği noktaya işaret eder.
Kapitalistleşmiş feodal bir patriyarkanın hüküm sürdüğü ve yozlaştırdığı bir düzenin baskın çıktığını gösteriyor Hemme ve ilk sahneden itibaren bu düzenin dinamiklerini mikro ölçekteki karşılaşmalarla ince bir şekilde ortaya koyuyor. Sınıf atlayan akrabasıyla arabada geçen diyaloglar, benim için filmin en vurucu ve dönemin hem ekonomisini hem duygusunu en iyi temsil eden anlardan. (Övgü Gökçe, Hemme’yi İzlemek. Altyazı.net, 29 Mayıs 2025)
Bu alıntıda Hemme filmi üzerine çok sayıda analiz ve tartışma içinde gördüğüm en ileri tarihsel-sınıfsal saptama yapılıyor. Ancak yazar bu kritik noktayı alıntıdaki iki cümlelik değinmeyle bırakıp geçiyor. Biz somutlamaya çalışalım öyleyse:
“Kapitalistleşmiş feodal patriyarka”dan kastedilen, bugün oldukça büyük kapitalist holdinglere dönüşmüş Bucaklar (Bucak Holding), İzoller (Metropol Şirketler Grubu), Kırdarlar gibi aşiretler ve yine her biri Siverek ve civarında binlerce dönümlük arazilerinde endüstriyel tarım ve ticaret yapan Kıranlar, Vurgunlar aileleri gibi büyük kapitalist toprak sahipleridir. Bu yeni sermaye baronlarının Siverek’teki hakimiyeti öylesine belirgindir ki, örneğin Bucaklar Siverek Sanayi ve Ticaret Odası’nın, Ziraat Odası’nın, Belediyesi’nin vb. başkanlığını elinde tutmakla kalmaz, hükümete bakan, milletvekili vb. de verir. Bucaklar aynı zamanda Hizbulkontra ve Hüda-Par’ın destekçilerinden, İzoller ise Yeniden Refah’ın destekçilerinden, her ikisi de aynı zamanda El-Nusra gibi cihatçı çetelerin (Siverek’teki yoksul işsizlerin cihatçılığa sevkiyle) organizatör ve destekçilerindendir. “Yozlaşmadan” kasıt, zaten Siverek’i Diyarbakır ve Kürt ulusal direniş hareketinden koparma ve kontrgerilla üssü haline getirme politikasının (Siverek’i Elazığlaştırma politikası olarak da bilinir) uygulayıcısı olan kirli savaş aşiretlerinin, bugün yine devletle iç içe kapitalist kanlı ilkel birikim, mafya kara para holding çetelerine dönüşmüş olmalarıdır. Bunlar çoktan kapitalistleşmiş olsalar da bu bölgelerde eski aşiret ilişkilerini kapitalist sömürü, rant, güç ve kontrol ilişkilerini pekiştirmek için yeniden üretmekte kullanırlar.
Eski aşiret sermayesi grupları üzerlerine çöktükleri arazilerin ve yerel devlet kurumlarının paylaşımı için sık sık birbiriyle de silahlı çatışmalara girseler de asıl birleşik güç ve ablukaları, Siverek’in yığınsallaşan yoksul emekçilerinin sömürülmesi ve gasp edilmesi üzerinedir. Kurutulmuş domates tarlasındaki işçileri ezen dayıbaşı (Hemme) veya akrabalarından bağ bahçe arazilerini ucuza kapatarak işe başlayan ve Eyüp’ü de yanında ucuza çalıştırmak isteyen hızlı kapitalist müteahhit dayıoğlu da ancak Siverek’teki bu sermaye-mafya-devlet ağlarının uzantısı ve ayakçısı olarak var olabilirler.
3- Eyüp’ün Siverek’in bir yanıyla geleneksel ekonomik-toplumsal yapısını ve geleneksel sınıflarının (kalıntılarını) temsil eden hısım ve tanıdıklarıyla karşılaşmalar. Esnaflar, nasılsa elinde kalmış aile bağ bahçesine bakıcılık yapan bir emekli, koca bir karpuzla birlikte sokak ortasında kalakalmış yaşlı bir amca vb.
Eyüp belinde silahla hasmına doğru hırs ve kararlılıkla yürümeye çalışırken, bunların her biri onu yavaşlatır, oyalar, engeller, kararlılığını gevşetir. Kimisi ondan “namaza gideceğim” diye emrivaki biçimde dükkanına bakmasını ister, kimisi esnaf dükkanı önündeki yemeğe çaya davet eder, kimisi kişisel rüyalarını anlatıp ondan adeta zoraki dinlemesini ister, kimisi karpuzunu eve taşımasını ve ondan eve gitmede yardımcı olmasını bekler… Eyüp her biri kendinden yaşlı bu hısım, tanıdık ya da yaşlı erkeklerin hiçbirinin ondan gündelik çağrı ve beklentilerine hayır diyemez. Her birinin davet ve isteklerini, istemeden, zoraki yerine getirmeye çalışırken de kendi kişisel istek ve hedefini (Hemme’yi vurmak) durmadan ötelemek ve adım adım bir yana bırakmak zorunda kalır. Burada da film, aslında ciddi bir cemaat-tabiiyet eleştirisi yapmaktadır.
Katlanmak, beklemek, dinlemek, öfkeyi tam kusacakken yutmak, hem zincirlerinden boşanıp saldırmak hem de bir ara bulucuyla tevekkül içinde geri çekilmeye razı gelmek, hepsi bu toplumsal yapı içinde erkek yakıcı yüküne dahil; bu yükün ödettiği çokça bedeller var, yani o silahın ateşlenmesi an meselesi, belki Eyüp sadece bundan yırtıyor. (Övgü Gökçe, agy)
Bu satırlar ise Eyüp’ün geri çekilmesini yalnızca ataerkil ilişkiler sistemine bağladığı için eksik. Eyüp yalnızca geleneksel ataerkil hiyerarşi içerisinde bir genç erkek olduğu için değil, asıl kendinden bir kademe üstte, yani mülk (dayıoğlu) ve küçük mülk (geleneksel esnaf ve bahçeler) sahibi görünen bu hısım tanıdık ilişkileri karşısında asıl mal mülk sahibi olmayı becerememiş, aileden kalanı da yitirmiş, borç harç içinde, çor çocuk sahibi, dayanaksız bir yoksul tarım işçisi olduğu için onlara katlanmak, beklemek, dinlemek, istediklerini yapmak durumunda kalıyor. Dayıoğlunun lüks arabasıyla övünmesine ve Eyüp’ü bağını ona satmamakla azarlamasına sesini çıkarmayacaktır çünkü yarın onun emrinde inşaat işçisi olarak çalışmak zorunda kalabilir, kırtasiye dükkanı sahibinin ondan dükkana bakmasını isteyip gitmesine sesini çıkaramaz çünkü yarın belki ondan çocuğuna indirimli okul malzemesi alabilecektir. Aslında Siverek gibi bir yerde Eyüp gibi dayanaksız bir işçinin bir hısım akrabasının çay içmeye ya da gevezeliğini dinlemeye davetini reddetmesi, “sen kimlerdensin, hangi cemaate kapılandın ki bizim çayımızı içmiyor, sohbetimizi dinlemiyorsun” gibi sorunlara bile yol açabilir.
Siverek’teki tarihsel dönüşüm ona geleneksel küçük mülkiyet ilişkilerinden bakarak anlaşılamaz. Ancak binlerce dönümlük domates yetiştirme ve kurutma arazilerinin sahipleri ile sömürülen ve ezilen işçileri arasındaki ilişkiden bakılarak anlaşılabilir. O geleneksel küçük mülkiyet ilişkileri de (küçük esnaflar, küçük bağ bahçeler, hatta eskiden dışarda çalıştırılmayan kadın ve çocukları içine hapsetmek için o yüksek ve kalın duvarlı, geniş avlulu geleneksel kale benzeri Siverek evleri) bugün sermaye baronlarının hem cemaat tabanı hem de gelecekteki gasp ve yeni ucuz emek kaynaklarıdır.
Eyüp görünmeyen mafya kapitalist güçler ve hem de onların ağ tabanını oluşturan taşeron dayıbaşları, yeni müteahhitler, eski küçük esnaflar, küçük mülkiyetçiler cemaati karşısında yalnızlığını ve biçareliğini temsil eden ağacın altına bıraktığı bozuk motorunu alıp, Siverek’e kadar devam eden tozlu yolun kenarlarına dizilmiş büyük blok kayalar (toplumsal engelleri temsil ederler) boyunca kös kös evine geri dönecektir.
Film tıpkı başladığı gibi bir Kürt düğün halayıyla biter. Düğün halayında Eyüp, vurmak isteyip vuramadığı göbekli dayıbaşısı (iş amiri) Hemme’nin yanına sıkışmış, onunla aynı halay hareketlerini isteksizce ama adeta otomatik olarak yapar gibidir. O düğün halayı, Siverek’te giderek derinleşen kapitalist dönüşüm ve sınıf kutuplaşmasını örten ve asıl alt sınıfların (yoksul tarım işçilerinin) büyüyen tepkisini tamponlayan ve baskılayan, kapitalist aşiret holdinglerinin, onların yerel küçük ayakçısı dayıbaşı Hemme ve müteahhit dayıoğlu gibilerin, ve onlar üzerinden esnaf, bağ bahçe sahibi gibi küçük mülkiyet sahiplerinin olduğu içi boşaltılmış geleneksel cemaatin ve en altta da onlara tabiiyete sıkıştırılmış Eyüp gibi mülksüzleşmişlerin, borçluların, yoksul işçilerin “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış kitlesi” gibi görünür.
Öcalan “Manifesto”sunda, devrimci komün yerine cemaat/topluluk anlayışını geçiriyor. Cemaat/topluluk anlayışının içine de bir tür postmodern liberal ezilenci-demokratik toplumcu ütopizm ile “demokratik toplum sosyalizmi” adı altında aşiret kalıntıları dahil ne varsa dolduruyor.
Siverek’in Kürt hareketine karşı bir kontrgerilla kalesi olarak organize edildiği, Öcalan’ın “demokratik cemaat” anlayışına uymadığı kuşkusuz söylenecektir. Kapitalist aşiret, şeyhlik, tarikat, cihatçı çetelerin birbiriyle bile silahlı güç ve paylaşım çatışmalarından her yıl en az birkaç ölünün çıktığı Siverek’te, tarım işçilerinin bu sermaye çeteleri ağına karşı bağımsız sendikal siyasal örgütlenme ve mücadelesinin özel yöntemler gerektirdiği kuşkusuz doğrudur.
Bununla birlikte Anadolu’nun ve Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde, uluslararası sermaye ve tedarik ağlarına entegre olmuş, yerel sermaye patronları, yerel devlet kurumları, taşeronluk sistemi, mafya, din-tarikat ve esnaflara kadar kapsayan yerel sermaye ve güç ilişkileri ağıyla, yeni işçileşme dalgalarının cemaatleştirilmeye çalışılması ve baskılanması çok farklı değildir. Yeni yığınsal işçileşme dalgaları ve sınıf oluşum süreçlerinin yukarıdan aşağıya sermaye ağları ve tabanda “sosyal cemaatleştirme” biçimleriyle sisteme içerilmeye çalışılmasında, birçok taşra-yerel birim benzerlik gösterir.
Ne yazık ki Öcalan’ın emek-sermaye çelişkisi ve sınıf mücadelesi inkarcısı “demokratik cemaat” yaklaşımı, Kemalizm’in “birleşmiş, sınıfsız, kaynaşmış kitle” yaklaşımının, ya da (küresel mali oligarşi ve) AKP’nin yakın zamana kadar oldukça başarıyla uyguladığı işçi sınıfını cemaatleştirme neoliberal muhazakar neo-korporativizm politikalarının liberal uzlaşmacı ütopik-reformist versiyonundan pek ayrışmıyor.
Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filmi, “bir insanın başka bir insan çıkarına çalışması ve himayesi altında olması, ve uğradığı son derece ağır haksızlıklara bile sesini kolayca çıkaramaması”nın kritik bir nedeni olarak, (dayıbaşlarının ve fırlama müteahhitin daha yukarısına uzanamasa da) sınıf oluşum ve çatışması üzerinde sermayenin işçileri cemaatleştirme tarzı soğurma ve kontrol etme yöntemine güçlü bir eleştiri getiriyor. Ve tabii, farkında olmadan da olsa, Öcalan’ın da sınıf inkarcısı “demokratik cemaat” yaklaşımının da utangaç bir eleştirisine dönüşüyor.
Film işçi sınıfının her türlü atomize edilmesi ve cemaatleştirilmesine karşı güçlü bir eleştiri getiriyor. Ama yönetmen, böylesine vahşice sömürülen ve ezilen işçilerin, isterse Siverek’te olsun, bir ortaklaşa sınıf dayanışması ve mücadelesine girmesinin “gerçekçi olmadığını” ileri sürerek, bunu, yoksul işçilerin içi boşalmış da olsa içinde debelenmeye devam ettikleri cemaatleşme ağları ile gerekçelendiriyor.
Oysa daha filmin çekildiği dönemde (2024 yazı) Siverekli tarım işçilerinin aşırı düşük yevmiyelere karşı Siverek’te kitlesel fiili grev ve yol kesme ve bir dizi başka ildeki tarım alanlarında da kitlesel fiili grev ve direnişleri oldu.
Kuşkusuz Siverek gibi bir yerde, yarı-devletleşmiş kontrgerilla aşiretlerinden bozma holdingci sermaye çetelerinin hakimiyetine karşı sınıf mücadelesi, (daha önce Kürt ulusal direniş hareketinin ve devrimci hareketin deneyimlerinde olduğu gibi) kolay olmayacaktır. Ama şu “süreç” denilenin sonucu, Siverek dahil Kürdistan’ın tüm ekonomisinin Batılı ve iç holding ve sermaye güçlerine entegrasyonunu ve daha derinlemesine kapitalistleşmesini, ve ister gerici ister ütopik-demokratik olsun hiçbir neokorporativist cemaatleştirme biçiminin de dikiş tutmayacağı biçimde, sınıf kutuplaşmasını ve çatışmasını da hızlandıracaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.