Özelleştirme politikaları ile sağlığın metalaştırılması, piyasalaştırması çete düzenini yeniden yeniden inşa ediyor. Sonuçta sağlık hizmetleri herkesin kolayca kâr edebileceği bir sektöre dönüştürülüyor. Kayıt dışı gibi görünen “çete” biçimi ile yap işlet devret “şehir hastanesi” modeli birbirinden ayrılabilir mi?
Yenidoğan Çetesi ile sağlık sistemi içindeki çeteleşmenin derinliği ve büyüklüğü gözler önüne serildi. Kamu vicdanının yenidoğanın yaşam hakkı üzerinden yapılan ticarete tepkisi haliyle çok yüksek oldu. Yıllardır sağlık sisteminin türettiği çeteleşmeler kısa haberlerle hafızalarımızda yer tutmadan akıp gidiyor. İlaç ve tıbbi malzeme çetelerinden sonra en son MHRS sisteminden Türkiye’nin herhangi bir ilinden, istenilen hastanelerden randevuları “cüzi fiyatlarla” ayarlayan çete iktidara yakın bir haber kanalına haber oldu. İktidar güzellemelerine rağmen bu tarz haberleri yapmaları bazı kafaları karıştırmış olabilir. Karışmasın! Sonuçta çete bunlar, sağlık sistemi pirüpak!
Çete kelimesinin sözlük anlamı şudur: yasa dışı işler yapmak veya şiddet içeren davranışlarda bulunmak amacıyla bir araya gelmiş topluluk, arkadaş grubu ya da aile…
Çeteler çetelik yapar devleti/kamuyu zarara uğratır. Devletimiz yıllardır ne çeteleri çökertti ne kaynaklar aktardı bu çetelerin kasadan çaldığı devlet parasını yerine koymak için. Kanserli hücre gibi çoğalıyorlar. Kanser demişken 2 Kasım 2007’de 9 kollu ilaç çetesinin çökertildiğini hatırlar mısınız? Bu çetenin 9 kollu olmasının nedeni 9 ayrı koldan yani ilden yürümüşler… O zamanlar sayfaları dikey açılan, bitmesin diye bin bir çaba sarfedilen sağlık karneleri zamanı, performans sistemi de yeni gelmiş çiçeği burnunda… İlaçlar yazılmış bol bol. Çalıntı ve son kullanma tarihi geçmiş ilaçları bir güzel paketleyip sürmüşler piyasaya. Kanser ilaçları başta olmak üzere tansiyon, kalp, böbrek hastalıkları ilaçları bunlar. Sonuçta büyükbaşın büyük derdi olur silahlanmışlar mecburen çünkü çok kârlı olan ilaç sektörüne mafya ve yasadışı terör örgütlerinin tehditle girme girişimleri olmuş. İfade çok net: “Sağlık Bakanlığı tarafından kullanımı doktor raporuyla sınırlandırılan ilaçları şebekenin almasını sağlayarak devleti milyonlarca dolar dolandırdığı…” İfadede olamayan ise hayatları belki de bu ilaçlara bağlı olan kaç hastanın kullandığı ve kullanım sonrası nasıl zararlar gördüğü!
2013 yılından başka bir haber: “İstanbul polisinin 10 ilde düzenlediği sahte ilaç operasyonunda kanser simsarlarının 30 önemli ilacın sahtesini ürettikleri ortaya çıktı.” İstanbul’un o zamanlar en büyük iki hastanesinin onkoloji servisinde yatarak tedavi gören hastalara bu ilaçlar kullanılıyor. “Çetenin ürettiği ilaçlardan kötü etkilenen 95 kanser hastası da şikayetçi oldu.” Ecza depolarına verilen bu ilaçlar ihalelerle hastanelere giriyor! Hastanede yatarak tedavi gören hastalar takip sonrası polis ulaşınca haberdar oluyor.
Çete, şebeke, simsar sözcükleri çokça geçen haberlerle duyduğumuz bu oluşumların sadece ilaç değil tıbbi malzemeleri de içine alacak şekilde yıllar içinde mütemadiyen çökertildiğini ancak tekrar hortladığını basit bir internet taraması ile okuyabilirsiniz.
MHRS çetesi haberinden sonra Sağlık Bakanlığı hızlı bir açıklama yaparak sistemin tamamen güvende olduğunu beyan etti. Yenidoğan çetesi vakası kamuoyuna yansıdığında eski sağlık bakanlarından birinin soruşturulan özel hastanelerinden birinin sahibi olduğunu, şimdiki sağlık bakanının da dönemin il sağlık müdürü olduğunu belki balık (ayıp etmezsek) hafızalara hatırlatmak gerekir.
Sağlıkta dönüşümle başlayan kışkırtılmış sağlık ve ilaç politikaları hukuk ve denetim boşluğuyla birleşince nerdeyse silah sektörüyle yarışan ilaç sektöründe çeteleşmenin önünü açtı.
Sağlıkta ilaç, tıbbi malzeme, MHRS vb. çete haberlerinin ana akım medyadaki dili; devletin kamusal sağlık hizmetlerindeki sorumluluğunu görmeyen, suçu mantar gibi biten, kökü bir türlü kurutulamayan çetelere suçlayan bir üslupla ilerliyor. Gerçek şudur ki sağlıkta çeteleşme yukarıdan aşağıya sağlık politikalarıyla inşa ediliyor. Özelleştirme politikaları ile sağlığın metalaştırılması, piyasalaştırması çete düzenini yeniden yeniden inşa ediyor. Sonuçta sağlık hizmetleri herkesin kolayca kâr edebileceği bir sektöre dönüştürülüyor. Kayıt dışı gibi görünen “çete” biçimi ile yap işlet devret “şehir hastanesi” modeli birbirinden ayrılabilir mi? Kısaca devlet burada mağdur değil faildir.
Devlet zararı değil yaşam hakkı ihlali
Ancak okuyup geçtiğimiz bu haberlerde binlerce ağır, kronik hastanın doğrudan hayatlarına kastedildiği gerçeği nedense çok yüzeysel geçiyor. 2025 yılı başlarında “HÜCRE-10” operasyonunda, piyasa değeri yaklaşık 2 milyar TL olan sahte kanser ilaçları ele geçirildiğini içişleri bakanı açıkladı. 5 milyon adet sahte İlaç, 100 bin adet boş ilaç kutusu, 32 bin adet marka etiketi, 60 bin adet çeşitli tıbbi malzeme ele geçirilmiş. Pek çok sayfada karşınıza çıkan bu haberde kaç hastanın doğrudan etkilendiği bilgisi yok!
Sağlık bakanlığı şöyle bir uyarı yapmış: İnternetten alışveriş yapmayın! Yani ilgim alakam yok, siz dikkat edin sayın vatandaşlar. Aklınıza ne geldi? 5 Mart 2020’de dönemin sağlık bakanı yaptığı açıklamada virüse karşı en büyük kozun “yakalanmamak” olduğunu söylemişti. Sahte ilaç çetesinin eline düşmemenin kozu da hastalanmamak!
İvan İllich, Sağlığın Gaspı kitabında modern tıbbın potansiyel yararlarından çok zararı olduğunu ve semptomatik tedavinin sadece bir şeylerin üstünü örtmekten fazlası olmadığını birçok veriyle savunur. Yunanlıların “ilaç” için kullandıkları “pharmakon” kelimesinin tedavi edici veya öldürücü güç manalarından her ikisine de geldiğini hatırlatır. Yanlış, sahte ve miadı geçmiş ilaçların kullanımının, ilaç-ilaç etkileşimlerinin, ilaçların bağımlılık yapıcı, sakat bırakıcı ve mutajenik etkilerinin, antibiyotikler için direnç gelişimi ve süper enfeksiyon durumlarının tedavide faydadan çok zarar getirdiğini savunur. Bu savunu ortadan kalktı mı ki paket sayısı tablet sayısı dışında doğrudan etkilenen toplum sağlığı hiç gündeme giremiyor.
Bu çetelerin neredeyse tamamı muhtemelen payından memnun kalmayan birinin ihbarı ile ortaya çıkıyor. Soruşturmalar derinleşince yetkin, ilaçları iyi tanıyan sağlık emekçilerinin dikkatiyle tarihi geçen ya da taklit ilaçlar tespit ediliyor. Benim yaşımdaki sağlık emekçileri özellikle yoğun bakımlar, diyaliz üniteleri gibi özellikli birimlerin ilaçlarının çok sıkı denetimlerle teslim alınıp hastaya kullanılana kadar kilit altında tutulduğunu bilir. Hatta o dönemlerde hastalara randevu alma tetkik yaptırma gibi işleri üstlenip cep harçlığı çıkaran tek kişilik çeteler vardı. Bunlar fark edildiğinde hiçbir sağlık emekçisi görmezden gelmezdi. Ancak günümüzde bu kadar sahtekarlığa rağmen doğrudan işin içindeki sağlık emekçileri ya şikâyet edemiyor ya da susturuluyor. Ayrıca bu çeteleşme neredeyse her meslekten sağlık emekçilerini de içine dahil ediyor, olmayanlar da pasif suç ortaklığına çekilmiş oluyor.
Sağlıktaki otoriterleşme sadece üst düzey bürokrasi de değil en küçük hastanelerde bu sorunlu sağlık sistemini ayakta tutmayı kendine görev edinmiş yöneticilerle devam etmekte. Baskı ve mobbing ortamında sağlık hizmeti üretmeye çalışan binlerce emekçi hem kendi hem de halkın sağlık hakkı için görünmeyen bir mücadeleyi yürütmeye çalışıyor. Ancak sağlık emekçilerinin güvenli nitelikli çalışma ortamı talebi halkın sağlık hakkı mücadelesinden bağımsız yürüyemez. Çete üreten bu sistemle mücadele her anlamda cesaret ve örgütlü mücadele ile olur. Burada da sağlık emek meslek örgütleri, sendikaları ve odalarının ortak mücadele hattına halkın sağlık hakkını da dahil etmeleri, ana akım medyanın değil doğrudan örgütlü yapıların bu çeteleri ortaya çıkararak sorumluluğu almaları gerekir.
Sağlıkta dijitalleşmenin ve teknolojinin bu kadar güçlendiği ve büyüdüğü bu bilişim çağında çeteler nasıl ya da neden bu kadar çoğalıyor? Kapitalist yıkım hayatlarımıza göz koymuşken dijital dönüşümün sistem içi boşlukları emekçilerin ve halkın lehine kullanılmalı. Hastane yığılmalarını bitirip sanal kuyrukları yaratanlar aynı sistemden beslenen çetelerin iştahını kabartırken topluma da obez avını reva görüp, zihni sinir, medyatik çalışmalar sistem güzellemesi yapmaya devam ediyor. Kafayı aileye takan iktidar aile içindeki engelli, kanserli, kronik, genetik hastalıklı fertlerin sağlığına, ilacına, bakımına çözüm bulmak yerine piyasalaşan sağlık hizmetleri ile sorumluluğu ailelere yani kadınlara yıkıyor.
Çeteleşme neredeyse her alana sızmış ancak hiçbiri yaşam hakkını sağlık alanı kadar doğrudan etkilemiyor. Devletin toplum sağlığını koruma ve güvence altına alma sorumluluğu varken haberlerde günlük akıp giden sağlık çetelerinin devleti zarar uğratma vurgusunu değil sağlık sistemine hayatlarını emanet eden insanların yaşam hakkını savunmak her birimizin sorumluluğudur. Çalışma yaşamımızdan sağlık hakkımıza kadar başka bir sağlık sistemini mümkün kılabiliriz! Umut etmekten vazgeçmeyerek, cesaretle, Brecht’in dediği gibi:
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Her şeyini yitiren, dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
“Hiçbir zaman”dan “bugün” doğar
Bugün yenilen, yarının yenenidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.