Egemen güçler yeni değerlere (esasta olmayan şeylere) abartılı vurgular yaparken, yürüttükleri gerici müfredat ve milli eğitim politikalarıyla Öğretmen’in İmam’a yenilmesini değil, Öğretmen’in İmamlaşmasını hedeflemiş ve bunu da başarmışlardır. Toplumun değişimi ve gelişimi, siyasal planda asla istenmemiştir
Son yıllarda siyaset ve toplum bilim alanında “mahalle baskısı” olarak ifade edilen yeni bir kavram sıkça kullanılır oldu. Kavramın mimari, ülkemizdeki gerici tarikat örgütlenmelerini “sivil toplumculuk” olarak gören sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Dr. Şerif Mardin. Toplumun İslamileştirilmesini “sivil toplumcu gelişme” olarak tanımlayıp daha sonra da “mahalle baskısı”ndan söz etmek elbette bir tutarsızlıktır, ancak biz burada bunun üzerinde durmayacağız.
Mardin, “mahalle baskısı” kavramı için “bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir hava” diyordu. Kendisinin dahi tam olarak ifade edemediği bir durumu, diğer sosyal bilimcilere havale ederek, tabiri caizse, “ben buldum onlar açıklasın” demeye getiriyordu.
Konunun tam olarak anlaşıl(a)madığını düşünmüş olsa gerek, yaşamı boyunca fırsat bulduğu her ortamda “mahalle baskısını” ve “tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin sivil toplumculuk” olduğunu anlatmaya çalıştı. Ölümüne yakın dönemlerde bile, “mahalle baskısı”nı konu alan “Ne demek istedim?” başlığı altında konferanslar verdi.
Bu konferanslarda yaptığı konuşmalara bakıldığında, hiçbir zaman kavram üzerinde bir berraklık sağlayamadığı ve net bir tanıma ulaşamadığı açık bir şekilde görülür. Hatta o dönemlerde, Mardin’in yaptığı bu konuşmalar için, “hiç konuşmasa daha iyi olur” türünden değerlendirme yazıları bile yazılmıştı.
Konu malum, 12 Eylül askeri faşist darbe dönemi ve sonrası, darbecilerin de çabalarıyla, özellikle ANAP ve AKP iktidarları döneminde toplumsal alanda ortaya çıkan ve hızla büyüyen İslamileşme ile ilgili. Bu sürecin sosyal hayatta ve insan ilişkilerinde ortaya çıkardığı davranış biçimleri, Osmanlı döneminde önemli bir sosyal birim olan mahalle olgusu üzerinden açıklanmaya çalışılıyor, Cumhuriyet döneminin kendi kültürünü ve değerlerini oluşturamamasından dolayı Osmanlı’daki mahalle kurumu etkisini devam ettirmektedir deniliyordu.
Bu iddia, AKP’nin daha sonra ortaya attığı ve fiili olarak uygulamaya soktuğu Osmanlılaşma teziyle de uyumluydu. Madem ki Cumhuriyet kendi değerlerini yaratamadı, o zaman Osmanlı’dan devam etmek gerektiği fikri sıkça dile getiriliyor, cemaat, tarikat ve dinsel kuruluşlar aracılığıyla topluma empoze ediliyordu. Cumhuriyet demokrasiden monarşiye sürüklenmek isteniyordu.
Osmanlı’da mahalle kurumu İslam dininin etkisiyle genellikle İmam üzerinden yürüyor, mahallede “iyi, güzel ve doğru”nun inşa edilmesi “göz ve bakmak”la gerçekleşiyordu. Bu ilişki tarzı bir tür, gözetleniyor olmaktan kaynaklı insanların kendilerini kontrol etme kültürüydü ve bireyin toplumsal/bireysel ilişkilerinde etkiliydi. Aynı durum Cumhuriyet döneminde de geçerliliğini sürdürüyordu, çünkü yeni dönem toplumda etkili olamamış, özellikle kültürel alanda bir değişim/dönüşüm yaratamamıştı.
“Mahalle baskısı” olgusu bir tür otokontroldü ve mahalledeki aktörlerin ve kurumların aracılığıyla ahali üzerinde etkisini gösteriyordu. Şerif Mardin, kısaca bu minvalde, dağınık bir şekilde anlatmaya çalışıyordu meramını ve şu sonuç ortaya çıkıyordu:
Cumhuriyet dönemi kendi değerlerini iyiden, doğrudan ve güzelden yana yaratmayı başaramamış, dolayısıyla eski toplum (Osmanlı’daki yaşam tarzı) ilişkileri aşılamamıştır. İlerlemecilik eğer kültürel olarak değişim ve dönüşüm açısından topluma bir şeyler katmıyorsa, “eski” olana dönüş her zaman mümkündür. Osmanlı döneminin belirleyici karakteristiği olan “mahalle kurumu”, dolayısıyla “baskısı” Cumhuriyet döneminde de devam etti. Bu süreç İslami değerler üzerinden kendini var ettiği için toplumsal ve kültürel alanda yoğun bir İslamileşme yaşanmaktaydı. Bu durum, diğer kültürler, yani farklı olanlar üzerinde bir “baskı havası” oluşturmaktadır. İşte bu “mahalle baskısı”dır. Mardin, geleneksel İslam’a değinirken siyasal İslam’ı ise es geçiyordu.
Bu tezlerden dolaylı olarak çıkarılacak sonuç şudur: “Yeni dönemin temsilcisi olan Öğretmen”, “eski, geleneksel yapının temsilcisi olan İmam’a” yenilmiştir!
Şimdiye kadar dünyanın birçok yerinde yaşanan devrimler bize göstermiştir ki, siyasal üstyapıda ortaya çıkan değişim, toplumun değişim ve dönüşümünü sağlamaya yetmiyor. Cumhuriyet’in kendi değerlerini yaratamadığı bir gerçektir, çünkü 1920’de küçük burjuvaların önderlik ettiği burjuva devrimi her açıdan kendini geliştirememiş, Stalin’in deyişiyle, 1925’ten sonra batağa saplanmıştır. Neticede bu durum, dönemin egemenleri tarafından siyasal ve sınıfsal bir tercih sorunuydu. Burjuva devrimlerinde ise din, sonradan, sermaye sınıfının egemenliğinin pekişmesi için güçlü ve etkili bir enstrüman olarak her zaman kullanıldı. Kurulan yeni rejime karşı olan cemaatler dağıtılıp tarikatlar kapatılırken, Cumhuriyet yanlısı olanlar kapatılmayarak korunup kollanıyordu. Cumhuriyet’i kuranlar, kendi çıkarları açısından devrimin ilerlemesini istemiyorlardı. İktidarı ele geçirmişlerdi ve burjuva değerlerin gelişimi dahi ülkede verilen sınıf mücadelesinin önünü açabilirdi. Cumhuriyet’i kuran elitlerin en korktukları şey, sınıflar mücadelesiydi.
Burada çok önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor: Egemen güçler yeni değerlere (esasta olmayan şeylere) abartılı vurgular yaparken, yürüttükleri gerici müfredat ve milli eğitim politikalarıyla Öğretmen’in İmam’a yenilmesini değil, Öğretmen’in İmamlaşmasını hedeflemiş ve bunu da başarmışlardır. Toplumun değişimi ve gelişimi, siyasal planda asla istenmemiştir. Bugün öğretmenler, devletin yürüttüğü baskı ve kıyım politikalarıyla ya imamlaşma ya da bu mesleği bırakma ikilemiyle karşı karşıya getirilmişlerdir. Mahalle ise artık kalmamış ve İslami değerlerle yaşamak istemeyenlerin üzerinde mahalle baskısı değil, laik olduğunu iddia eden devletin ve AKP iktidarının baskısı vardır. İmamlar ise iktidarın maaşlı askerleri durumuna getirilmiştir.
Bunu anlamak için, Şerif Mardin’in yaptığı gibi lafı dolandırmaya hiç gerek yok! Toplumsal alanda ortaya çıkan olgu ve olayları sınıfsal bağlamından kopararak anlamaya ya da anlatmaya çalışmak, gerçeklerin karartılmasında önemli bir işlev görür. Bu toplumun çimentosu olarak tanımlanan din ve dinsel düşünceler, Cumhuriyet tarihi boyunca her alanda teşvik edilmiştir. Bugünkü siyasal İslam’ın güç aldığı ana damarlardan biri budur. Toplumun “manevi değerlerini koruma ve kollama” adı altında, dini ve dinsel düşünceyi koruma altına alan yasalar ve yaptırımlar mevcuttur.
Nitekim Şerif Mardin’de daha önce tarikat ve cemaat örgütlenmelerini sivil toplum örgütlenmesinin ve demokrasinin bir gereği olarak görüyordu. Halbuki din bir sivil toplum, tarikat ve cemaatler de sivil toplum örgütleri değildir. Sivil toplumu ve sivil toplumcu teorileri savunanların anlamadıkları nokta budur!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.