Halkın taleplerini, ruh halini, arzularını ve istemlerini dikkate almayanlar, kendi subjektif gerçekliğini görmeyip büyük dağlar yaratma iddiasında olanlar Lenin’in dediği gibi “kötü Marksist”ler-dirler. O halde, halka güven verecek, kitleleri birleştirecek, onların dolaysız taleplerine cevap olacak bir mücadele hattı örgütlemek acil görevler arsındadır. Bu, faşizme ve emperyalizme karşı devrimci birleşik cephe olarak düşünülebilir
“Bu koşullar altında sosyal – demokrasi, devrimin tüm seyri sırasında, kendisine devrimi en iyi biçimde ilerletme olanağı sağlayacak, burjuva partilerinin tutarsız ve çıkarcı politikalarına karşı mücadelede elini kolunu bağlamayacak ve onu burjuva demokrasisi içinde erimekten koruyacak bir konumu korumaya çalışmalıdır.” (Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği / Lenin)
Bu alıntıyı Lenin, Yeni Iskracıların düşüncesi olarak aktarır. Buna ilişkin olarak şu eleştiride bulunur. “Bize devrimi en iyi biçimde ilerletme olanağı sağlayacak konumu koruma tavsiyesi çok hoşumuza gitti. Ancak isterdik ki, bu güzel öğüdün dışında, tam da şimdi, verili politik durumda, halk temsilcilerinin toplantıya çağrılması üzerine söylentiler, tahminler, görüşmeler ve planlar döneminde, sosyal- demokrasinin devrimi nasıl ilerleteceğine dair doğrudan bir işaret olsun.”
Bunları iki nedenden ötürü okurla paylaşmak istedik. Birincisi; sadece genel doğruları ifade etmek fazla bir anlam ifade etmiyor. (Yeni Iskracılarla, Lenin arasında ki tartışmada olduğu gibi) İkincisi; mevcut politik durum göz ardı edilerek, sadece genel doğrularla devrimin ilerletilemeyeceğidir.
Ülkemizdeki mevcut politik durum, belki 1904–1905 yıllarındaki Rusya’da yaşanan politik durumla bire bir örtüşmüyordur ama, yaşanmakta olan gelişmeler, kendi özgünlüklerimiz bağlamında Leninist bir anlayışla değerlendirilmek durumundadır. Makalemizin başlığından da anlaşılacağı gibi, devrimi ilerletmek adına, azami program tartışması yürütmekten ziyade, mevcut durumun koşullarını, toplumsal ve siyasal gelişmelerin nesnel seyrinden hareketle ciddi önem kazanan politik sorunları ele alıp, asgari programımızın ne olması gerektiği üzerine düşüncelerimizi aktarmaya çalışıyoruz. Yani, asgari program çerçevesinde başta işçi sınıfı olmak üzere mevcut sistemle sorunu olan tüm emekçileri ve devrimci demokratik kurumları açıkça belirlenmiş yakın amaç için ortak mücadeleye çağırmaktır. Kuşkusuz amaç, sadece politik tespitler yapmak değil, bunun pratik adımlarını atmaktır da.
Türkiye K. Kürdistan coğrafyasının, halklara zindan edildiği, emperyalist plan ve projelerinin tam gaz hayata geçirildiği bu dönemde, etkin mücadele yerine, durumu seyretme, gazete sayfalarında “sol” lafazanlıklarla aciz bir bilgiçlik taslama modundan zaman kaybetmeden çıkılmak, bir ihtiyacında ötesinde bir zorunluluk haline gelmiştir. Devrim, sabahtan- akşama olabilecek bir şey olmadığına göre, mevcut durumdan kaynaklı olarak kitlelerin haklı olarak sürekli dillendirdiği ve bunun için kitlesel eylemliklere giriştiği devrimci- demokratik talepler görmezlikten gelinemez. Tam aksine, Lenin yoldaşın da ifade ettiği gibi, eğer sosyalist devrimin arifesinde değilsek, demokratik haklar için yürütülecek ve yürütülmek zorunda olunan mücadeleler devrimin ilk adımlarıdır. Ya da bu türden mücadele biçimleri, devrimin tomurcuklarını kendi içinde barındırır. Bu yüzden devrimin ilk adımı demekte bir sakınca görmüyoruz. Ya da devrim eğer nicel birikimlerin, nitel sıçramasıysa, bu türden mücadeleler nicel birikimlerin ta kendileridir. Marksizm, kesinlikle devrimci- demokratik mücadele biçimlerine yüz çevirmeyi önermez. Böyle bir önermede bulunmadığı gibi, mücadelenin önderliğini hakim sınıflara bırakmayı da önermez. İçinde bulunduğumuz nesnel koşullardan kaynaklı olarak, (devrimin subjektif şartları olan proletarya partisinin nicel durumu, kitlelerin sosyalist devrim talebindeki zayıflık vb.) iktidarı devralma yönlü bir mücadeleden ziyade, ki bu uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirmektedir; demokratik haklar talepli, asgari bir program çerçevesi içinde acil ve güncel olan politik bir mücadele biçiminin gerekliliğine inanıyoruz. Bu çerçeve elbette genişletilebilir veya daraltılabilir. Somut durum neyi gerektiriyorsa ona göre davranılmalıdır. Ne biçimde olursa olsun, her halükarda devrimin ilk adımlarından biri olarak planlanacak bu asgari program, proletarya ve geniş halkın çıkarları için, kitlelerin dolaysız gereksinimleri için ve güçlerinin gelecekteki tam zafere hazırlanmasını olanaklı kılacak koşullar için ele alınıp örgütlenerek mücadele edilmelidir.
Bunları söylerken, kimi aklı evveller “bizim sosyalist devrim sevdasından vazgeçtiğimiz” iddiasında bulunabilirler. Bu ancak tarlada ekini olmayıp, harmanda buğdayım var diyenlerin komik iddiası olabilir. Azami programımızdan zerrece geri adım atmadığımızı söylememize bile gerek yok. Programımız, kapitalist sistemin sonlandırılması ve yerine sosyalist üretimin örgütlenmesini, giderek sınıfsız ve sınırsız bir dünyanın yaratılmasını içerir. Kapitalist gelişmelerin tüm dönemlerini hedefe koyan programımız, biri azami, diğeri asgari olmak üzere iki kısımdan oluşur. Söz konusu olan asgari program, nesnel duruma göre değişkenlik gösterse de azami programımızı kılavuz edinmek, yani onun hizmetinde olmak, verili anla ilgilenmek durumundayız. Bu Marksist ilkeden hareketle, düşüncesizce bir önermede bulunmuyoruz. Sanıldığı gibi bu sıradan basit bir mücadele değil, tam aksine bunun korkunç zorluklarının farkındayız. Sosyalizme ulaşmak için, hiçbir mücadele biçimini reddetmiyoruz, ama her yol mubahtır da demiyoruz. Sadece kullanılacak olan yol ve yöntemlerin ve araçların amaca hizmet etmesi, somut duruma uyum sağlamasına dikkat ediyoruz. Madem sınıf mücadelesine önderlik iddiasıyla çıktık yola, öyle ise zafere ulaşmayı amaçlamalı ve zafere gidecek olan yolu göstermekte tereddüt etmemeliyiz. Kimin ne diyeceğine göre değil, MLM (Marksizm-Leninizm-Maoizm) biliminin yol göstericiliğini rehber almakta ısrarlı olduğumuzun altını çiziyoruz.
Şu gerçeği hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekiyor. En iyi öncü, on binlerin, milyonların bilincini, arzusunu, tutkusunu, hayal gücünü gören, hesaba katan ve bunun için mücadele becerisini gösterebilendir. Öbür türlüsü, nesnel durumu hesaba katmaksızın “sol”cu-luk yapmak, olsa olsa anarşizm olur. Çünkü devrim dendiğinde akla gelen şey, “bütün insan yeteneklerinin, özel bir atılım ve özel bir gerilim anında, en keskin sınıf mücadelesi tarafından harekete itilmiş onlarca milyonun bilinci, iradesi, tutkusu ve hayal gücüyle gerçekleşir.” Bu gerçeklerden hareketle, anda ki somut gelişmelerin doğru bir analizi olmaksızın ve çıkarılan sonuçlar çerçevesinde adımlar atılmaksızın devrimi ilerletmek mümkün değildir. Kitleler içinde güven ve moral unsurunu kazanmak adına, küçük de olsa günbegün başarılar kazanmanın mücadeledeki önemini anlamak gerekir.
Kendimiz de dahil, gerek genel olarak devrimci hareketin nesnel durumu ve gerekse kitlelerin ruh haline baktığımızda şu gerçeklerle karşı karşıya geldiğimizi görürüz. Kendisini öncü güç olarak gören hiçbir örgüt veya partinin geniş kitleler üzerinde etkisinin olmadığı, başta proletarya olmak üzere geniş kitlelerin esasta örgütsüz ve dağınık durumda oldukları, sosyalizm talepli bir mücadele içinde olmadıkları gerçeği ile karşı karşıyayız. Yani devrimin objektif şartları mevcut ama subjektif şartlar aynı derecede mevcut değil. İşte tam da bu nedenle, kitlelerin acil talepleri olan devrimci-demokratik taleplere sırt çevirmeden, doğru taktikler çerçevesindeki bir mücadele biçimiyle kitleleri bir araya getirip birleştirme, uyandırma, eğitme ve dolaysız çıkarları etrafında örgütlenmelerine olanak yaratmak durumundadır komünistler. Doğal olarak bunlar geleceği kazanmanın zorunlu, kaçınılmaz bilinen adımları olacaktır. Mevcut durumda bu adımlar atılmadığı takdirde, kitlelerin, hakim sınıfların bir başka kliğinin peşine takılmalarına önayak olunur ki, bunun vebali büyüktür.
“Verili her anda, tüm zinciri elde tutmayı ve stratejik başarıya ulaşmanın koşullarını hazırlamayı olanaklı kılmak için kavranması gereken süreçler zincirindeki özel halkayı bulmak” gerekir der Marksizm. Şimdi, verili andaki özel halkanın ne olduğu üzerinde yoğunlaşmamız gerekir. Aslında mevcut yani verili andaki durumu, boş verelim kendilerini halkın öncüsü olarak gören örgüt ve partileri, en sıradan kitleler bile görmekte, durumun farkındadırlar. Fakat farkında olunan bu durumun üstesinden gelme noktasındaki öngörüsüzlük aşılamamaktadır. Kuşkusuz bunun pek çok nedeni var. Bu makalemizde bunlara ilişkin bir tartışma yürütmeyeceğiz. Açık ve berrak bir şekilde soruna dair düşüncelerimizi ortaya koymayı ve bunlar üzerinde devrimci kamuoyu nezdinde bir tartışma yürütmeyi daha uygun görmekteyiz. Aslında, Halkın Günlüğü olarak düşüncelerimizi çeşitli vesilelerle pek çok kez açıkladık. Ancak meselenin önemi anlaşılmadığı ve kavranmadığı sürece, konuyu devrimci – demokratik kamuoyunun gündemine taşımak ve tartıştırmak, bir çözüm üretmek görevimizi yerine getirmenin bilinciyle hareket etmek durumundayız.
Israrımızın nedeni, halka ve devrime karşı olan güven ve inancımızın ötesinde başka bir şey değildir. Eğer devrime inanıyor, halka güveniliyorsa, her devrimci, sosyalist ve komünist örgütün, partinin de ısrarlı olması gerekir. Bunun güç ve karmaşık bir görev olduğunun bilincindeyiz. Ama üstesinden gelinmezse çok daha zor süreçlerin halkımızı ve devrimcileri beklediğini de görmek durumundayız. Peki ülkemizdeki mevcut süreç siyasi, ekonomik ve politik olarak nasıl ilerliyor ve nerelere evrilme ihtimalleri taşıyor. Önce bunu grup çıkarları ve grup aklıyla değil, nesnel durum üzerinden bilimsel olarak tespit etmek gerekir.
Bulunduğumuz coğrafyada pek çok çelişkinin iç içe girdiği, birinin diğerini etkilediği, tetiklediği karmaşık bir durumla karşı karşıyayız. (Azami programdan söz etmiyoruz, bu konuda her bir yapılanmanın kendi anlayışı doğrultusunda bir programı veya anlayışı vardır. Burada sunmaya çalıştığımız düşünceler verili ana ilişkin asgari program çerçevesindeki düşüncelerdir.) Bu durumda yapılması gereken, irili ufaklı her bir çelişkiyi, çatışmayı bütünüyle irdelemek değil, ana çelişki ve çatışmaları tüm çıplaklığıyla anlamak ve kavrayabilmektir. Duruma doğru ve devrimci bir tarzda müdahale edebilmek için, devrimci durumun objektif ve subjektif şartlarını doğru tahlil etmek gerekiyor. Bu olmadan, diğer çelişkileri ne kadar doğru tahlil edersek edelim, devrimci tarzda bir müdahale mümkün değildir. Bu konudaki düşüncemizi yukarıda kısaca özetlemiştik. Yani devrimin objektif şartlarının uygun olduğunu, ancak subjektif şartların aynı uygunluk içerisinde olmadığını, kitlelerin ruh halini, verili andaki taleplerini özet olarak sunmuştuk. Bir kez daha tekrarlama gereği duymuyoruz. Mesele çok daha geniş ele alınıp detaylandırılabilinir. Ancak bu makale kapsamında mümkün değil.
İkincisi; faşist iktidarın ekonomik, siyasi ve politik yönelimi, bunun kitleler üzerindeki etkisi… Kuşkusuz bu konuda da çok geniş değerlendirmeler yapılabilir. Ama biz, meselenin özünü ve özetini sunmakla yetineceğiz. Türk-İslam sentezli faşist iktidar, T.C. Tarihinin neredeyse en barbar dönemlerinden birini yaşatmaktadır Türkiye K. Kürdistan halklarına. Yokluğu ve yoksulluğu yöneten, grevleri yasaklayan, ekranları karartan, basını susturan, halkın haber alma, seçme seçilme hakkını elinden alan, burjuva anlamda da olsa hukuk ve adaleti yok sayan, yargıyı tam bir sopa olarak kullanan, ülkenin bütün zenginliklerini emperyalistlere ve onların yerli işbirlikçilerine yok pahasına peşkeş çeken, hızla şeriat rejimine doğru yol alan, burjuva parlamentosunu tamamen işlevsizleştiren, haksız – hukuksuz bir biçimde zindanları tıka basa dolduran, yeni Osmanlıcılık hayranlığıyla yayılmacı ve işgalci girişimlerden geri durmayan, doğanın talanı ve ekolojik dengenin bozulmasına emperyalist tekellerin arzuları doğrultusunda adımlar atan, sürekli olarak artış gösteren kadına şiddet ve kadın katliamlarının önünü açan, eğitim ve sağlık kurumlarını İslamcı tarikatlara devreden, bir ülkenin en önemli girdilerinden biri olan tarım sektörünü neredeyse bitirmiş olan, kamu fabrikalarını emperyalist tekel ve onların yerli işbirlikçilerine yok pahasına satan vb. vs. politikaları güden bir tek adam rejimiyle karşı karşıyayız. Tıpkı bir Nazi Almanya’sı, Mussolini İtalya’sının benzeri yaşatılmaktadır halkımıza. Kuşkusuz bütün bu yaşanan ve yaşatılanlar uluslararası emperyalist tekellerden bağımsız olarak ele alınacak durumlar değildir. Bu konulara ilişkin olarak, sadece bizler ve devrimci basın değil, pek çok burjuva aydın ve akademisyenler tarafından yığınlarca eleştiri, öneri, analiz yazıları kamuoyu ile paylaşıldı ve paylaşılmaya da devam ediliyor. Yani gizli-saklı hiçbir şey yok. Sadece hırsızlıklar, yolsuzluklar ve adaletsizliklerin gemi ağza aldığı, burjuva anlamda bile olsa, bütün kurumların işlevsizleştirildiği, tek adamın neredeyse tanrılaştırıldığı bu zulüm sürecinden, devrimci mücadeleyi güçlendirecek, devrimi ilerletecek bir çıkış yolunun bulunmasıdır. “Sosyalizm tek çare” diyenlerin sesini duyar gibiyiz. Evet, sosyalizm tek çare, ama, sosyalizme giden yolların taşları doğru döşenmediğinde, o çare iddiası, çaresizliğe dönüşür. Sınıf mücadeleleri tarihinde bunun yığınlarca örnekleri vardır. Söylemek istediğimiz tam da budur. Sosyalizme gidecek olan yolun taşlarını, kitlelere rağmen değil, geniş halk kitleleriyle birlikte doğru ve sağlam bir biçimde döşeyelim.
Bütün bu yaşatılanların emekçi kitleler üzerindeki etkilerini ve kitlelerin ruh halini hep birlikte görmekte ve yaşamaktayız. Mevcut durumda ne “sol” lafazanlıklar, ne de burjuvazinin bir diğer kanadının kuyruğuna takılmak devrim ve kitlelerin çıkarları adına bir çıkış yolu değildir, olamaz. Halkın taleplerini, ruh halini, arzularını ve istemlerini dikkate almayanlar, kendi subjektif gerçekliğini görmeyip büyük dağlar yaratma iddiasında olanlar Lenin’in dediği gibi “kötü Marksist”ler-dirler. O halde, halka güven verecek, kitleleri birleştirecek, onların dolaysız taleplerine cevap olacak bir mücadele hattı örgütlemek acil görevler arsındadır. Bu, faşizme ve emperyalizme karşı devrimci birleşik cephe olarak düşünülebilir.
Üçüncüsü; Ulusal Hareketin durumudur. Türkiye K. Kürdistan devrimi açısından verili anın önemini anlamak gerekir. Bunun önemi, (Öcalan’ın sosyalizm karşıtı savunularını bir kenara bırakarak) devrimi ilerleten değil, gerileten bir yola girdiğidir. (Bu, mevcut sürece ilişkin bir düşüncedir. Yarın nereye evrileceğini bugünden kesin olarak tespit etmek oldukça zordur). Tehlikenin boyutu, sadece Ulusal Hareketin Önderliği ile ilintili değildir. Kendisini “sol” “sosyalist” lanse eden bir dizi gurup ve partiler de bu sözde “demokratik”leşme oyununa katılmış durumdalar. Bunun, ileri kitleler üzerinde yaratacağı etkiyi ve devrim aleyhine meydana gelecek bölünmüşlükleri hesaba katmak durumundadır komünistler. Niyetten bağımsız olarak devrimi zayıflatan, karşı- devrimi güçlendirecek bu durum yabana atılacak bir durum değildir. Faşist Türk devletinin, İsrail ile birlikte Orta Doğu’nun jandarması yapılması projesine Kürt burjuvazisi de dahil edilmek istenmektedir. Diktatör Erdoğan’ın, “Türk- Arap- Kürt kardeşliği” söylemi veya Ahmet Türk’ün “Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de Türkiye ile ortak çalışmak istiyor” söylemi boşa söylenmiş söylemler değildirler. Öcalan’ın, Orta Doğu’dan, Avrasya’ya hükmedecek güçlü bir Türk devleti önerisi zaten yıllardan beridir dilendiriliyor. Bütün bunlar yan yana getirildiğinde, devrimi, demokrasiyi ilerletecek plan ve projeler değil, geriletenler olduğu veya olacağını anlamak için dahi olmaya gerek yok. Doğal olarak, süreç devrimin lehine değil, aleyhine ilerliyor, devrimcilerin, komünistlerin görevi ise, bunu ters yüz etmektir. Tek bir yol ve yöntem yoktur. Doğru politikalar, doğru analizler ve doğru örgütlenmelerle birlikte, doğru mücadele yol ve yöntemleri gerekmektedir.
Dördüncüsü; hakim sınıfların kendi aralarındaki çelişkidir. AKP – MHP ittifakı bir hükmet olmanın ötesinde süreklileşmiş bir iktidar ittifakını hedeflemektedir. Devletin bütün kurumlarını kendi hizmetine sokan bu ittifak, kendi ekonomik ve siyasi gücünü de önemli oranda yaratmış durumdadır. Kendi siyasi ve politik yönelimleri doğrultusunda bir devlet ve sistem yapılanmasını da önemli oranda gerçekleştirdiklerini sağır sultan bile biliyor. Bu durum sadece bunların istemlerinin bir sonucu değil. Özellikle emperyalistlerin bölge politikalarının bir sonucu olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bu Türk-İslam sentezli faşist iktidar baskıyı sadece halk kitlelerine uygulamıyor. Kendisinden olmayan bütün kesimleri hedefe koymuş durumda. Son süreçte, Kemalistlerin temsilcisi CHP’nin de bu baskılardan önemli derecede nasiplendiğini görmekteyiz. Burjuva klikler arasındaki iktidar çatışması iyice şiddetlenmiş durumda. Halk nezdinde güvenirliğini iyice yitirmekte olan Cumhur ittifakına karşı, CHP kitlelerin taleplerine “sahip” çıkma politikaları güderek bu çatışmadan galip çıkma gayreti içindedir. “Devletin kolonlarına çivi dahi çaktırmayız” diyen CHP’nin, halkı değil, devleti düşündüğünü, pastanın büyüğünü kapma peşinde olduğunu anlatmaya gerek yok sanıyoruz. Ancak, CHP’nin sözde demokrasi, adalet, laiklik vb. söylemlerinin peşine takılan, oradan medet umanların da küçümsenmeyecek bir kalabalık olduğunu görmek gerekir. Eğer hakim sınıflar arasındaki mevcut çelişki ve çatışmayı doğru değerlendirip, buna uygun devrimci bir program kitlelere sunulmazsa, kitlelerin, Kemalistlerin peşine takılmaması için hiçbir neden yoktur. Bu durumda, verili an’a ilişkin olarak devrimci- demokratik bir çerçevede devrimci muhalif cephenin oluşturulup sahaya inmesi acil görev olarak algılanmak durumundadır.
Beşincisi; içerideki durumu önemli derecede etkileyen, zaman zaman da belirleyen dış etkenlerdir. Yani hem genel olarak emperyalizmin içine düştüğü kriz, hem de özel olarak bölgedeki gelişmelerdir. Buna ilişkin uzun uzadıya durum değerlendirmesi yapmaya gerek yok. Çünkü, hemen hemen her sayımızda konuya ilişkin değerlendirmeler yapıldı, yapılmaya da devam edecektir. Ancak şunun altını çizelim. Her şey, emperyalistlerin, Siyonistlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin arzuladığı biçimde gitmeyecektir. Bütün bu faşist, gerici güçlerin büyük krizler içinde olduklarını, hiçbir yerde halkların bunlara esas olarak güvenmediklerini ve günü geldiğinde büyük bir hezimetle karşı karşıya kalacaklarını daha şimdiden görmekteyiz. Bu kaçınılmaz sonu görmeyenler, elbette ki umutsuzluğa kapılıp, devrimi ilerletmenin yol ve yöntemlerini aramak yerine, ya sistem içi arayışların ötesine geçmeyecek, ya da tarlaya tohum ekmeden, harmanda buğday hayali kurarak açlığa mahkum olacaklardır.
Sonuç olarak, faşist diktatörlüğe etkin darbeler indirebilmek için onun en zayıf yanını görmemiz ve tanımamız gerekir. “Faşist diktatörlüğün en zayıf yanı neresidir” diye sorarlar Lenin’e. Ve şu cevabı verir: “Olağanüstü ölçüde çeşitlilik gösteren toplumsal temelidir. Bu temel, toplumun çeşitli sınıflarını ve çeşitli tabakalarını kapsamaktadır.” Faşizm, kendisini, toplumun bütün kesimlerinin temsilcisiymiş gibi ilan eder. Elbette ki bu, kocaman bir yalan. Hepimiz biliriz ki, faşist diktatörlük, sadece büyük sermaye gruplarının temsilciliğini yapar. Bundan dolayıdır ki, emek ile sermaye arasındaki çelişki faşist diktatörlük altında en açık bir şekilde ortaya çıkar. Tıpkı bugün ülkemizde olduğu gibi. Faşist diktatörlük, bu durum karşısında toplumun büyük bir kesimini oluşturan emekçilerle kaçınılmaz olarak çatışmak zorundadır.
“Kitleleri faşist diktatörlüğün yıkılması için kesin mücadeleye kazanmamız, ancak ve ancak, faşist örgütlere zorla sokulan veya yetersiz sınıf bilincinden dolayı üye olan işçilerin kendi iktisadi, siyasi ve kültürel çıkarlarının korunması uğruna en sıradan hareketlere katılmalarını sağlamakla mümkündür. İşte bu yüzden, komünistler, bu örgütlerdeki üye kitlelerinin günlük çıkarlarının en iyi savunucuları olarak çalışmalı ve bu örgütlerdeki işçilerin, kendileri için her geçen gün daha fazla hak talep etmeleri ve çıkarlarını savundukları ölçüde faşist diktatörlükle kaçınılmaz olarak çatışacaklarını bir an bile akıldan çıkartmamalıdırlar.” (Proleter Devrimin Stratejisi ve Taktiği / s. 93)
Lenin’in bu anlatımı, ülkemizdeki durumla epeyce benzeşmektedir. Çeşitli nedenlerden ötürü AKP’ye hatırı sayılır bir kitlenin üye olduğu veya edildiği bilinmektedir. Bu, bizi umutsuzluğa sevk etmemelidir. Oradan ciddi kopmaların olduğuna, demokratik hak talepli hareketlere katıldıklarına tanıklık etmekteyiz. Bu hareketlilik önemli olmakla birlikte, devrimci saflara kanalize olmaktan çok, hakim sınıfların bir başka kliğinin temsilcisi olan CHP etrafında kümelenmektedir. Bununla birlikte, kitlelerin azımsanmayacak bir kesiminin de hiçbir burjuva partisine güven duymadıklarını da görmekteyiz. Tam da bu nedenle devrimci bir cephenin kaçınılmazlığının altını bir kez daha çizmek durumundayız. Elbette ki, illegal örgütlenme bizim stratejik ve temel örgütlenme biçimimizdir. Bunun tartışılacak hiçbir yanı yok. Ancak, “faşist diktatörlük ülkelerinde legal ya da yarı- legal bir şekilde ortaya çıkmanın kesinlikle mümkün olmadığı görüşünün zararlı ve yanlış olduğunu” tarihsel tecrübeler göstermiştir bize. “Böyle bir görüşte diretmek, pasifizme saplanmak ve gerçek kitle çalışmasından tamamen vazgeçmek demektir.” Biz komünistler için, kitlelerin bulunduğu her yerde, her eylemde bulunmak vazgeçemeyeceğimiz bir ilkedir. Bunun yol ve yöntemleri nesnel duruma göre elbette ki değişiklikler gösterecektir. Kitlelerle buluşma yolumuz, illegal, legal veya yarı – legal yollar olacaktır. Sadece illegal, ya da sadece legal yol yürüme saplantısı, aslında yolu yürümemek anlamına gelir.
Ülkemizdeki somut gelişmeleri ve mevcut durumu bilince çıkartarak tüm kurumlarımız ve dostlarımızla süreci örgütleyip devrimi ilerletme göreviyle karşı karşıyayız. Sürecin ağır koşullarının farkındayız, ancak umutsuz da değiliz / olmamalıyız. Buna ilişkin olarak asgari bir program çerçevesinde devrimcilerin, demokratların ve komünistlerin bir araya gelmeleri acil görevlerimiz arasındadır.
Kaynak: Halkın Günlüğü
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.