İstanbul Barosu’nun raporu, yalnızca hukuki bir metin değil, aynı zamanda toplumsal vicdana seslenen bir uyarı niteliği taşıyor. İnsan onuruna aykırı bu uygulamalar, yalnızca içeridekileri değil, dışarıdaki toplumun demokratik geleceğini de ilgilendiriyor
İstanbul Barosu’nun, kuyu tipi olarak bilinen yüksek güvenlikli cezaevlerine ilişkin ilk kez yayımladığı detaylı rapor, içerideki durumun vahametini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Rapor, bu cezaevlerinin adeta birer kapalı kutu olarak işlediğini ve ciddi insan hakları ihlalleri barındırdığını belgeliyor.
Baro tarafından paylaşılan tespitler çarpıcı:
Raporda, bu koşulların ağır tecrit olduğunun altı çizilerek, uygulamanın uluslararası insan hakları standartlarına ve evrensel hukuk ilkelerine sığmadığı vurgulandı.
Adalet Bakanlığı’nın kendi genelgesi, tutuklu ve hükümlülere yönelik insani bir düzenleme öngörüyor: Haftada 10 saati geçmemek üzere, 10’ar kişilik gruplar halinde ve idare gözetiminde bir araya gelme hakkı. Ne var ki, mahkumlardan edinilen bilgiler, bu hükmün neredeyse hiç uygulanmadığını gözler önüne seriyor. Aynı genelgeyle güvence altına alınan bir diğer hak ise spor yapma imkanı. Ancak bu hak da yalnızca sembolik düzeyde; ayda bir kez ve yalnızca bir saatle sınırlı. İnsani ihtiyaçlar ve rehabilitasyon süreçleri düşünüldüğünde, bu sürelerin son derece yetersiz kaldığı ortada.
Bu uygulamalar, yönetmeliğin ruhunun ve insan hakları standartlarının gerisine düşüldüğünü işaret ediyor. Hükümlü ve tutukluların toplumsal yaşama uyumunu kolaylaştırmayı amaçlayan bu tür düzenlemelerin, fiiliyatta karşılık bulmaması düşündürücüdür.
Araştırmalara göre, halen Türkiye genelinde en az 1.200’e yakın mahkumun kuyu tipi cezaevindeki hücrelerde tutulduğu tahmin ediliyor. Koşullar, mahkumların psikolojik ve fiziksel sağlığını ciddi şekilde tehdit ediyor. Fikret Akar ve Serkan Onur Yılmaz gibi siyasi tutuklular, tecridi protesto etmek ve kuyu tipi cezaevlerinin kapatılmasını talep etmek amacıyla açlık grevine başladı. Bedenlerini bir direniş aracına dönüştüren bu tutuklular, adalet ve insan hakları taleplerini kamuoyunun gündemine taşımayı hedefliyor.
İstanbul Barosu, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, açlık grevindeki mahkumların taleplerinin son derece hukuki ve insani olduğunu vurguladı. Baro, ceza hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmayan bu cezaevi modelinin derhal kapatılmasını ve benzer yapıların inşasına son verilmesini talep etti. Ayrıca, tecrit koşullarının uluslararası insan hakları standartlarına aykırı olduğunun altı çizildi.
İstanbul Barosu’nun raporu, yalnızca hukuki bir metin değil, aynı zamanda toplumsal vicdana seslenen bir uyarı niteliği taşıyor. İnsan onuruna aykırı bu uygulamalar, yalnızca içeridekileri değil, dışarıdaki toplumun demokratik geleceğini de ilgilendiriyor. Hukuk devleti ilkesi, en çok da devletin gücünü kullandığı kişilere karşı nasıl davrandığıyla ölçülür. Bu nedenle, kuyu tipi cezaevlerindeki ağır tecrit koşulları ve insan hakları ihlalleri, acilen tüm toplumun gündemine alınmalı ve bu konuda etkili bir kamuoyu baskısı oluşturulmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.