Küresel kapitalizmin geleceğini belirleyecek dinamikler ideolojik, ekonomik, ekolojik ve jeopolitik boyutlarıyla giderek dönüşüyor, kapitalizmin geleceğini belirsiz kılıyor. Dönüşümü anlamak için geniş bir perspektif şart
Başlıktaki bu soruya cevap vermek kolay değil. Şimdilik bir dünya devrimi ufukta görünmediğine göre, yer yer sosyalistlerin seçim başarıları, kamucu belediyecilik uygulamaları, komünal yaşam arayışları gibi örneklerle yetinip küresel kapitalizm içerisinde yaşayacağız gibi görünüyor. O nedenle kapitalizm trendlerine ilişkin analizler özellikle önem taşıyor. Aşağıdaki yazı ise Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin 18. Kongresi’ndeki sunumumun bir özetidir.
1. Kapitalizm ideolojik hegemonyasını, halk nezdinde cazibesini kaybetti. Kapitalist küreselleşmeyle herkesin yüzünün güleceği, refahının artacağı tezlerinin boşa çıktığı görüldü. ABD’de yapılan anketler bile kafalarında bir örgütlenme modeli, geçiş programı, yeni bir toplum tasarımı olmadan gençlerin “bundan kötüsü olmaz” düşüncesiyle sosyalizmi kapitalizme tercih ettiklerini gösteriyor. Çünkü onlar önceki kuşakların bir ev sahibi olma, çocuklarını üniversitede okutabilme gibi olanaklarına dahi erişemeyeceklerini düşünüyorlar. Aslında istemeden, “Bari günümü gün edeyim, bugün daha az tasarruf yapayım, daha çok tüketeyim” zihniyetiyle talebi canlı tutup, kapitalizmin ömrünü uzatıyorlar.
2. Kapitalizmin doğasından kaynaklanan kriz eğilimleri çok boyutlu bir biçimde kendini gösteriyor. “Çoklu krizler” adı verilen, durgunluğun müzminleşmesiyle ekonomik, savaşların yaygınlaşmasıyla jeopolitik, aşırı sağın yükselişi ve otoriter yönetimlerin sıklaşmasıyla ideolojik, küresel ısınmanın durdurulamaması ve doğal felaketlerin artışıyla ekolojik, doğurganlık oranlarının düşüşü, ortalama yaşam süresinin uzaması sonucu işgücünün daralmasıyla demografik boyutları bulunan krizler söz konusu. Bunlar çok boyutlu olmalarının yanı sıra, birbirlerini etkileyen, çoğaltan, toplamlarından fazla bir sarsıntı yaratan bir nitelik taşıyorlar. Örneğin savaşlar doğa tahribatını ağırlaştırıyor; ekonominin kaynaklarının sosyal harcamalara değil silahlanmaya ayrılmasına yol açıyor; çalışma yaşındaki gençlerin ölümüyle işgücünü daraltıyor; aşırı milliyetçi, ırkçı, intikamcı duyguların güçlenmesine kapı aralıyor…
3. Yukarıda sıraladığımız yapısal kriz dinamiklerinin yanı sıra, küresel ekonominin konjonktürel risk eğilimleri de kendini gösteriyor. Bunlardan birisi, gerek kamunun gerekse hem şirketler hem de bireyler kanalıyla özel sektör borçlarının korkutucu boyutlara ulaşması. İkincisi, Trump tarafından tetiklenen ticaret savaşlarının, sürekli değişen gümrük vergilerinin belirsizliği artırması, dış ticaret ve yatırım kararlarının alınmasını zorlaştırması. Üçüncüsü, yapay zeka teknolojisinin geleceğe ilişkin umutları artmasına karşın, henüz ekonomide üretkenliği olumlu etkilememiş olması. Öte yandan işgücünü ayıklama, işsizliği tırmandırma, çok fazla enerji kullanarak fosil yakıt tüketimini körükleme gibi boyutlarının göz ardı edilmemesi gereğinin kendini hissettirmesi. Dördüncüsü gayrimenkul piyasalarındaki çalkantıların, özellikle ticari emlak sektöründe evden çalışmanın yaygınlaşmasıyla daha sıklıkla ortaya çıkması. Ayrıca küresel iklim değişikliğinin belli coğrafyalarda sigortalandırmayı zorlaştırması sonucu zincirleme bir kriz tehlikesinin baş göstermesi. Beşincisi, küresel iklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlarının özellikle tarım üretimini çok olumsuz etkilemesi. Savaşların da katkısıyla emtia piyasalarında oynaklığın artması.
4. Kapitalizmin üretim alanında ücretli emeğin sömürülmesine dayalı niteliği toplumsal üretimin diğer alanlarındaki baskı ve tahakküm mekanizmalarıyla iç içe geçiyor, Örneğin kadınlara yönelik ayrımcılığın, onların temizlik, yeme-içme, bakım gibi işlere yönlendirilmesinin ve/veya emeklerinin ev içi ücretsiz emekle sınırlandırılmasının sermaye birikim dinamiklerini destekliyor. İşgücü piyasasında ırkçı, ayrımcı zihniyete bağlı olarak azınlıklara, göçmenlere düşük ücret ödenmesi, kayıt dışı çalıştırılmaları gibi pratiklerin tüm emek piyasasında ücretleri aşağı çektiği gözlemleniyor.
5. Çok kutuplu bir dünya görünümü belirginleşiyor. ABD Çin ile giriştiği hegemonya mücadelesinde, hâlâ süren askeri, teknolojik ve finans alanındaki üstünlüğünü, Trump 2.0 dönemiyle iyice belirginleşen biçimde kaba emperyalizme döküyor. Ancak liberal dünya düzeninin çatırdaması, başlıca emperyal güçler arasındaki yarılma, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu orta büyüklükteki güçlere kaldıraç sağlıyor, stratejik özerklikten söz etmelerini kolaylaştırıyor. Buna karşın ABD hegemonyasına alternatif görülen BRICS gibi örgütlenmeler geçmişteki Bağlantısızlar Hareketi’nin aksine, DTÖ üzerinden serbest ticarete, IMF-DB gibi neoliberal yönelimli uluslararası mali kuruluşlara sahip çıkarak adil bir dünya fikrinin yeşermesini baltalıyor.
6. Kapitalist küreselleşmenin tüm dünyada gelir ve servet dağılımı bozukluklarını iyice derinleştirmesi, siyasi gücün elitlerde, teknokratlarda toplanması özellikle metropol kapitalist ülkelerde sisteme yönelik tepkilerin yükselmesini getiriyor. Sorunu kapitalizmde, yerleşik düzende, emek-sermaye çelişkisinde gören sol, sosyalist akımlara göre; aşırı sağ, faşizan hareketler, göçmenlere, mültecilere, yerine göre Müslümanlara, kadınlara, LGBTİ+’lara, aşıya, kürtaja karşıtlık üzerinden özellikle düşük eğitimli, küreselleşme sürecinde konum yitirmiş kesimlerden daha fazla destek alıyorlar.
7. Ekonomik emperyalizm diye adlandırılan ekonominin diğer alanları kolonileştirmesi; ekonomiyi tamamen teknik, sınıfsal ve toplumsal taleplerden kopuk alternatifsiz bir disiplin olarak dayatması kurgusu zayıflıyor. Piyasa toplumu gardiyanlarının her farklı düşünceyi mahkum etme, küçümseme, dışlama çabaları eskisi gibi sonuç vermiyor. Isabella Weber’in satıcılar enflasyonu diye bilinen, şirketlerin uygun ortamı fırsat bilerek yersiz fiyat artırmalarını analiz eden veya Mariana Mazzucato’nun kamu sektörünün yatırım, yenilikçilik ve Ar-Ge’deki rolünün yaşamsallığını öne çıkaran yaklaşımları genel kabul görüyor. Kamucu, emek egemen, toplum çıkarını karın önüne koyan sistem dışı görüşlerin gelecekte de karşılık bulma şansını artırıyor.
8. Ekonomik büyümenin durdurulması veya sınırlandırılması gerektiğini savunan, küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini öne çıkaran “büyümeme” eğilimi taraftar buluyor. Buna karşın pastayı büyütmeden; gerek ülkeler arasındaki gerek ülkeler içindeki derin gelir ve servet uçurumlarının değil giderilmesi, törpülenmesi bile çok zor görünüyor. Güç ve mülkiyet ilişkilerini dönüştürmeden, küresel ısınmanın yarattığı sorunları aşmanın olanaksızlığı anlaşılıyor. Yukarıda çizilen genel tablonun ötesine geçip bu tür tartışmaları sürdürmek, derinleştirmek gereği kendini hissettiriyor.
9. Diğer bir tartışma konusu da tekno-feodalizme, modern teknolojik gelişmelerin, platform ekonomisinin yaygınlaşmasının feodalizme benzer bir yapı oluşturduğuna ilişkindir. Yanis Varoufakis, Jodi Dean ve Cedric Durand’ın başlıca savunucusu olarak öne çıktıkları bu tartışmada, sınırlı sayıda çekirdek personele, çok miktarda ucuz emeğe dayanan, kullanıcıların emeğini bedava kullanan bu sistemin “köylü-feodal lord” ilişkisinin benzerini günümüzde yarattığı öne sürülüyor. Kapitalizmin kar ve rekabete dayalı dinamiğinden kopuşla, rant ve tekelcilik üzerinde yükselen bir mantıktan söz ediliyor. Ancak kapitalizmin çoğu sektörde bu kurgu dışında sürdüğünü, platform ekonomisinde çalışanların da işgücü piyasasında başka şirketlere veya iş kollarına geçebilecekleri üzerinden kapitalizmin doğasının değişmediği görüşü de yaygın kabul görüyor. Bu yine kapitalizmin gidişatını doğru değerlendirmek için üzerinde kafa yorulması gereken bir ödev olarak önümüzde duruyor.
10. Tüm dünyada sanayi politikası uygulamasının kabul gördüğü, belli ölçüde planlamanın hayata geçtiği, kamunun yatırımlarının hız kazandığı, sübvansiyonların arttığı gibi somut olgular üzerinden neoliberalizmin devrinin dolduğu, artık devlet kapitalizmine geçildiğine ilişkin bir tez de dolaşıma sokuluyor. Çin ekonomisinin başarısının da bu yönelimleri teşvik ettiği düşünülüyor. Özellikle Trump’ın yeni döneminde ABD devletinin US Steel çelik firmasında altın hisseye sahip olması, İntel’e yüzde 10 ortaklıkla girmesi, Nvidia yarı iletken şirketinin %15 karına el koymayı kabul ettirmesi gibi örnekler bu teze güç veriyor. Ancak sermaye birikiminin yine emek karşıtı politikalar zemininde yürümesi, önceliğin sermaye kesiminin vergi yükünün azaltılmasına tanınması, küresel sermaye akımlarının serbestçe sürmesi, tahvil piyasalarının zaman zaman Trump’a bile ayar veren egemenliğinin devam etmesi, başkalaşım geçirse de neoliberalizmin yerinde durduğu görüşüne destek veriyor. Bu eksende de araştırmaların yoğunlaşmasına, farklı görüşlerin yarıştırılmasına tanık olacağımız bir döneme girdiğimizi söylemek olanaklı.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.