Genelde muhalefet, özelde de CHP, 23 yıldır var olan hudutları ilk kez bu kadar ciddi biçimde zorluyor. Buradan hareketle, Erdoğan’ın gerileyen halk desteğini, CHP’nin “hudut ihlali girişimi” olarak okumak da mümkün. Yoksullaşan geniş halk kesimleriyle, ağır şartlar altında geçinmeye çalışan emekçilerle, işsizleştirilip geleceğe küstürülen gençlerle buluşmaya matuf, AKP’nin kendine “sadık” olarak gördüğü kesimlere ilk kez bu kadar yaklaşmış bir muhalefet gerçekliğiyle yüz yüzeyiz. Türkiye’de değişimin yolu, baskıya direnmek kadar sözünü ettiğimiz sosyolojik potansiyele erişmekten geçiyor. Çember kırılabilirse, yargı üzerinden yapılan hamleler de planlandığı kadar yıkıcı etkiler doğurmayacak, hatta belki de siyasette farklı dinamikleri tetikleyerek akamete uğrayacaktır
CHP kurultayına ilişkin davada erteleme kararı çıktı. İstanbul yönetiminin “tedbir” gereği görevden alınması, haklı şekilde kurultay davası için bir “prova” olarak değerlendirilmişti. En azından 15 Eylül’deki duruşmada korkulan olmadı. Ancak tehlike geçmiş değil, 24 Ekim’e ertelenen davada her sonuca hazırlıklı olmak gerekiyor.
Kurultay davası başta olmak üzere CHP’ye yönelik yargı kuşatmasının, davalarda çıkan ve çıkacak olan sonuçların ötesinde de kritik bir siyasi fonksiyonu olduğu su götürmez. Her ne kadar Erdoğan “AK Parti olarak bu işte yokuz” dese de “Bu işten en fazla kimler fayda sağlıyor?” sorusunun tartışmasız bir cevabı var: Erdoğan ve AKP.
Sadece Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenler bile bu cevaba ulaşmak için yeterli. İmamoğlu’nun siyaset yapma hakkı 19 Mart’tan bu yana engelleniyor. Yetmedi, 35 yıl önce yaptığı basit bir geçiş işlemi nedeniyle üniversite diploması iptal edildi ve cumhurbaşkanı adaylığı için gerekli şartlardan birini kaybetti. Bir de “ahmak” davasıyla uğraşıyor. Eğer aldığı ceza istinafta onanırsa siyasi yasaklı hale gelecek. Yani etrafı mayın tarlası gibi, birinden kurtulsa diğeri patlayacak.
Bunlar siyasi iddiası olmayan sıradan bir yurttaşın başına gelse, “tesadüf” der geçerdik. Ama siyaset yapma haklarından mahrum bırakılan kişi, her ne hikmetse, ülkenin en güçlü muhalif cumhurbaşkanı adayı. Bir dava değil, iki dava değil. 31 Mart 2019’da İBB Başkanı seçildiği andan itibaren kendi aleyhinde gelişen yargı pratikleriyle muhatap oluyor İmamoğlu.
Yargı siyasi rekabete, açtığı soruşturmalar, verdiği ara/nihai kararlar, uyguladığı/uygulamadığı adli tedbirler vasıtasıyla öylesine sert bir şekilde dahil oluyor ki, CHP’nin siyaset kurgusu ve kitlelerle olan ilişkisi bu müdahale üzerinden belirleniyor. CHP bir reaksiyon partisi olmaya, savunmada kalmaya zorlanıyor. Zaten kilit nokta da burası.
Yargı erki ile CHP arasındaki negatif ilişki, bize Erdoğan’ın devlet içinde sahip olduğu güçle, ülkeyi ve kendi partisini yönetmekten çok daha fazlasını yapabildiğini gösteriyor. Erdoğan, muhalefetin de nasıl muhalefet edeceğine, daha doğrusu neye mecbur kalacağına karar veriyor. Ülkenin sorunları üzerinden yükselen bir muhalefeti dizginlemeyeceğini bildiği için, kendi sorunlarıyla meşgul bir CHP tasarımı üzerinde çalışıyor.
Bunu tanımlamak kolay ama karşı koymak o kadar kolay değil. Şöyle düşünün, dışarıdan gelen kötü kokuyu gidermek amacıyla sokağınızı süpürmek üzere dışarı çıkıyorsunuz ama birden evinizi su basıyor. Bu durumda öncelik sıralamanızı gözden geçirmeniz gerekir. Her ne kadar kokuyu giderme amacından vazgeçmeseniz de önceliği evinizi temizlemeye verirsiniz.
Erdoğan’ın CHP’yi karşı karşıya bıraktığı ikilem de bunun bir benzeri. Geçen yılki yerel seçimlerin de gösterdiği üzere, ülkede kemikleşen derin sorunlar nedeniyle iktidardan kaçış hızlanırken CHP’nin toplumsal karşılığı büyüyor. Ne var ki yargının hamleleri, CHP’yi eve döndürerek dört duvara hapsediyor. Erdoğan da “Bakın CHP kendi içinde kaosa boğuluyor, ülkeyi nasıl yönetsin” propagandası yapıyor.
Muhalefet açısından tüm bunlardan geriye kalan, “fanusa sıkışma” tehlikesidir. 19 Mart’tan bu yana ortaya konulan irade siyaseten doğru ve yerindeydi; ancak günümüz Türkiye koşullarında muhalefetin potansiyelinin çok daha yukarıda olduğu unutulmamalı.
Kimi işbirlikçiler kullanılarak, CHP’yi adliye koridorlarına sıkıştırıp kendiyle meşgul hale getirmek, muhalif siyasetin, ekonomik ve sosyal sorunlardan türeyen halk tepkisi ile organik bağ kurmasını engellemek üzerine kurulu rejim stratejisinin en temel kolonu. Bu hedefin bir üst basamağında ise CHP’yi içeriden parçalamak, muhalif tabanı ayrıştırmak var.
Dolayısıyla, meydanlarda kalabalıklarla buluşmanın önemini yadsımamakla birlikte, muhalefetin siyasi hudutlarını genişletme ihtiyacını gözden kaçırmamak gerek. Sinemamızın kült filmlerinden birinin ismine atıfla söylersek, AKP iktidarı boyunca “Hudutların Kanunu”, kimlik siyaseti çerçevesinde belirlenen bir toplumsal güç dağılımını beraberinde getirdi. Siyasi dengeler yazılı olmayan bu kanun üzerine kuruldu.
Genelde muhalefet, özelde de CHP, 23 yıldır var olan hudutları ilk kez bu kadar ciddi biçimde zorluyor. Buradan hareketle, Erdoğan’ın gerileyen halk desteğini, CHP’nin “hudut ihlali girişimi” olarak okumak da mümkün. Yoksullaşan geniş halk kesimleriyle, ağır şartlar altında geçinmeye çalışan emekçilerle, işsizleştirilip geleceğe küstürülen gençlerle buluşmaya matuf, AKP’nin kendine “sadık” olarak gördüğü kesimlere ilk kez bu kadar yaklaşmış bir muhalefet gerçekliğiyle yüz yüzeyiz.
Türkiye’de değişimin yolu, baskıya direnmek kadar sözünü ettiğimiz sosyolojik potansiyele erişmekten geçiyor. Çember kırılabilirse, yargı üzerinden yapılan hamleler de planlandığı kadar yıkıcı etkiler doğurmayacak, hatta belki de siyasette farklı dinamikleri tetikleyerek akamete uğrayacaktır.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.