Ülkede ağzını açıp iki söz söyleyip de adli kontrolü bulunmayan yok gibi… Bir açık cezaevi görüntüsü… Daha kötüsü yargı, tüm bunları, tek tek emir üzerine yapmadığına göre, artık normalleştirilmiş bir uygulama söz konusu olan… “Gülümsedin mi, tutukluyoruz”, “Dans mı ettin, bu kıyafetlerle, adli kontrol…!”
Kısacık zamanlara öyle gelişmeler sığıyor ki bir gün bu ülkenin yargı kararları tarihi yazılacak olsa, eksik bırakmamak neredeyse olanaksız.
Bir kere yargıya göre, her an patlamaya hazır, tahrik olmak için sıra bekleyen bir halkımız var!
Şarkı sözü duyuyorlar galeyana geliyorlar!
Dans eden genç kızlar görüyorlar galeyana geliyorlar!
Senaryo görüyorlar galeyana geliyorlar!
Hatta galeyana gelmeye öylesine hazırlar ki BTK ve elektronik imza ile ilgili bir haber gördüklerinde bile ayağa kalkabiliyorlar!
Kanunlardaki “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçları, bu teze dayanıyor.
* * *
Yargının da bu maddeleri bu kadar sevmesi bundan…
Ancak böyle değil elbette.
Misal bir gazetecinin, yalanlanan, doğrulanmayan bir haberi yazması bu anlama gelmiyor. Bir kere ilgili kurumun yalanlaması da gazetecinin “yalan” yazdığı anlamını taşımıyor.
Bunun için “yalan” yazıldığının kanıtlanması lazım.
Diyelim ki yazılan haber doğru değil, ancak bu da yeterli değil. Yasalarda doğru olmayan haberlere karşı izlenecek yollar belli. Tekzip edersiniz, erişim engeli istersiniz, tazminat davası açarsınız, hepsi mümkün.
Gazetecinin “hapisle” cezalandırılması için yasaya göre, “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde” yazmış olması gerekiyor.
Bu kadar soyut olan ölçüleri kim belirleyecek?
Ya da bunu nasıl somutlayacaksınız?
Elbette halktaki reaksiyona bakarak… Endişe, korku, panik oluşmuş mu, bu amaç taşınıyor ve karşılık buluyor mu?
* * *
“Kin ve düşmanlığa tahrik” maddesinin uygulanması daha da dramatik…
Bu madde, aslında azınlıkları, toplumda “öteki” konumunda kalanları korumak için çıkartılmış. Ancak nedense bir türlü onlar yararlanamıyor bu maddeden. Aksine onların sözleri nasılsa buna yol açıyor!
* * *
Yargının son dönem pratiğine bakalım.
Şiddetle hiçbir bağı olmayan onlarca sosyalist, Kürt siyasetçi, cezalarını tamamlamalarına rağmen “iyi halli” olmadıkları gerekçesiyle cezaevinde tutuluyor.
Leman’ın sadece çizeri ve müdürü değil, konuyla alakasız idari personeli bile bir karikatür nedeniyle aylardır hapiste.
Fatih Altaylı, iki cümlesinden dolayı, “Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı” gibi garip bir suçlamayla cezaevinde tutuluyor.
Manifest grubu üyeleri ifadeleri alındıktan sonra hakimliğe sevk ediliyor ve yurt dışına çıkış yasağı konuluyor.
Kızılcık Şerbeti dizisinin senaristine yıllar önce söylediği sözlerden dolayı yurt dışına çıkış yasağı veriliyor.
Mabel Matiz, şarkı sözüyle toplumu “tahrik” ettiği gerekçesiyle yine yurtdışına çıkış yasağı alıyor.
Tele1 Televizyonu yöneticileri, KJ’deki bir hata nedeniyle, özür dilemelerine, açıklama yapmalarına rağmen gözaltına alınarak adliyeye götürülüyor, adli kontrolle serbest kalabiliyor.
Soğuk espri üzerine kurulu bir programda, hakikaten “atasözü” olarak bilinebilecek bir söz üzerine Boğaç Soydemir tutuklanıyor. Yetmiyor, buna gülen Enes Akgündüz de tutuklanarak cezaevine konuluyor.
T24 yazarı Tolga Şardan, sırf ilgili kurum doğrulamadığı için yazdığı haberden dolayı, polis marifetiyle adliyeye götürülüyor, yurt dışına çıkış yasağı veriliyor.
* * *
Sadece bunlarla sınırlı değil…
Adliyeden yolu geçen hemen herkes, en sık görülen dava türlerinden birinin “ihaleye fesat karıştırma”, “görevi kötüye kullanma” olduğunu bilir.
Çok değil, 20 yıl önceki dava listelerine baktığınızda da bugün iktidar saflarında olan onlarca ismin bu suçlamalarla yargılandığını görebilirsiniz.
Şafak baskını yok, “suç örgütü” suçlaması yok, gözaltı-tutuklama yok…
Ama bugün önce belediyelere bu gerekçelerle baskınlar yapılıyor, sonra da bilgi notları ile belediye yolsuzluk batağında ilan ediliyor.
Tutuklama zaten bu operasyonlarda rutine dönmüş durumda.
* * *
Ülkede ağzını açıp iki söz söyleyip de adli kontrolü bulunmayan yok gibi…
Bir açık cezaevi görüntüsü…
Daha kötüsü yargı, tüm bunları, tek tek emir üzerine yapmadığına göre, artık normalleştirilmiş bir uygulama söz konusu olan…
“Gülümsedin mi, tutukluyoruz”, “Dans mı ettin, bu kıyafetlerle, adli kontrol…!”
Bütün bunlara karşılık, “eşitlik” adına verilen tek örnek var: Yahşihan Belediyesi…
İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Antalya ve neredeyse ülke seçmeninin yarısına denk gelen sayıda oyla seçilen diğer belediye başkanlarına yönelik operasyonlarına verilen yanıt bu: Yahşihan…
Belediyelerdeki yolsuzluk iddialarına yönelik ortadan kaldırılan onlarca dosya, rafta bekletilen onlarca dosya söz konusu bile olamıyor.
Ne iş yaptığı, nasıl zenginleştiği belirsiz insanlar ekranlarda ahlak dersi veriyor.
Akla gelmeyecek hukuki tezlerle, CHP’nin attığı her adıma karşılık bir “tedbir” talebi geliyor.
Ülkede hemen her konuda herkes “yargının vereceği karara” bakıyor.
Hakkınızda henüz verilmiş bir adli kontrol kararı yoksa, sabırsızlanmayın, olacaktır.
Bir adli kontrol kararı varsa, kötü hissetmeyin, yalnız değilsiniz…
O da suç kapsamına sokuldu ama “enseyi karartmayın” ve gülümseyin…
Zira aylardır yok yere cezaevinde tutulan Furkan Karabay gibi gülümsemek ve üretmekte ısrar ettiğinizde, yapacakları pek bir şey de kalmıyor…
Kaynak: T24
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.