Eğer siz, midesi açlıktan sırtına yapışmış bir milletin karnını nasıl doyuracağına kafa yormak, haksızlıkları, hukuksuzlukları ortadan kaldırmak yerine, sanki asıl normal olanı tersiymiş gibi, “Kimsenin hayat tarzına müdahale etmiyoruz,” diye açıklama yapmak zorunda kalıyorsanız, gencecik, pırıl pırıl kızların sahnedeki kıyafeti, şovu yüzünden onları “hayasızlık” gibi “hayasız” bir yaftayla suçluyorsanız, “ahlak” gibi ucu açık ve herkese göre değişken bir olguda, 6 yaşındaki kız çocuğuyla “evlenmekte” sakınca görmeyenleri görmezden geliyorsanız, bu topraklarda kadının adının esamisinin dahi okunmamasını, bunca kadın katliamını da normalleştirmiş olursunuz
Her ne kadar Türkiye’de kültür sanat “yüksek tabakanın” ilgi alanına giriyormuş gibi görünse de aslında hem sanatçılar hem de “sanat tüketicileri”, sadece “boğaza karşı viskilerini yudumlayanlar” tayfasına dahil değil. Bir sanat tekelinden söz edeceksek, evet, özellikle güzel sanatlarda böyle bir durum mevcut fakat dijital çağ bunun da üstesinden gelebilen tonla imkân sunuyor. Ayrıca sanatçılar bireysel olarak da kamusal alanı kullanmakta gayet mahirler. Yakın zamanda ressam Ekin Anıl, eserlerini Bağdat Caddesi’ndeki sokak çiçekçilerinde sergiledi örneğin. Bağımsız müzisyenler evlerinde bir gitar, bir bilgisayarla şarkılarını kaydedip yayımlayabiliyorlar. Kitap yazanlar, yine online platformlarda kitaplarını okurla buluşturabiliyorlar. Ülke sınırları içinde kültür sanatın görünmezliği ya da üvey evlat muamelesi görmesinin sebebi AKP’nin herhangi bir kültür sanat politikasının olmaması ve konuyla alakalı kıtlığından kaynaklanıyor. AKP için kültür sanat, Bilal Erdoğan’ın okçuluk faaliyetlerinden öte gitmiyor. Kültür sanatla okçuluk arasındaki bağı kurmayı size bırakıp esas konuya dönüyorum.
Hepsi cıvıl cıvıl altı genç kızdan oluşan Manifet grubuna, 6 Eylül’de Küçükçiftlik’te verdiği konserde “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlarından soruşturma açıldı. Yurtdışı yasağıyla “yırttılar”. Bu AKP için ilk değil. Daha önce Melike Şahin, Melek Mosso, Gülşen, Hande Yener gibi milyonlarca insanın dinlediği sanatçılara da sahnede giydikleri kıyafetler ve sahne şovları yüzünden konser yasağı getirilmişti. Hepsi de sağlam linç yemişti. Hâlâ da yemeye devam ediyorlar etmesine de onlar da bildiklerini okumaktan vazgeçmiyorlar. Çok da iyi yapıyorlar.
İşin “erkek” tarafında ise durum biraz daha farklı. Örneğin seneler evvel, Türkiye’nin her kesiminden, her yaştan müziksevere hitap eden en iyi rock grubu Duman, Altınoluk’ta vereceği konserde dönemin başbakan yardımcısı Cemil Çiçek’le aynı otelde kalma “gafletine” düşmüştü. Cemil Çiçek, Duman’la aynı otelde kalacağını öğrenince grup, otelden şutlanmıştı. Kısa süre önce artık eskisi gibi başarılarıyla dünyadaki en iyi üniversiteler arasına dahil olmakla değil, 15 yaşında bir kız çocuğunun katledilmesiyle anılacak olan, Recep Tayyip Erdoğan’ın atadığı rektör tarafından yönetilen Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenecek Bulutsuzluk Özlemi’nin gitaristiyle, vokalisti Nejat Yavaşoğulları’nın vereceği akustik konser, grubun ismini listede gören atanmış rektör tarafından iptal edilmişti.
Tuhaflıklar ülkesi olduğumuz için bunlar gayet komik mevzular fakat AKP tarafı böyle işleri çok ciddiye alıyor maalesef. Binlerce insan Manifest’in veya yukarıda saydığım kadın sanatçıların verdiği konsere, bu sanatçıların bir tarafını görmek için gitmiyor. Onların şarkılarına eşlik edip dans etmek, birkaç saat güzel vakit geçirmek ve sevdiği sanatçıyı canlı görmek için gidiyor. O konserlerdeki hiç kimse sanatçının giydiği kıyafetle ilgilenmiyor. Binlerce insan akılda tek soru, “Acaba sıradaki şarkı ne olacak?” oluyor. Bu sanatçılara soruşturma açarak, onların ekmeğiyle oynayarak, onları “hayasız”lıkla suçlayanlar, asıl bunun tersini düşünenler. Ve bunu “ahlak” kılıfıyla halka yedirmeye çalışanlar. Böylesine abesle iştigalin ötesinde bir durum karşısında da AKP’nin “hayasızca” bulup “mimlediği” sanatçıların konserine giden kimsenin aklından sahnedeki sanatçının tavrıyla, kılık kıyafetiyle ilgili bir şey geçmezken, hayatında “Dombra”dan başka şarkı dinlememiş kişilere, sahnedeki sanatçının kıyafetine, dansına, sahne şovuna karışma hakkını kendinde görenlere, “Ne iş? Gözün mü kaydı?” diye sormak da biz sanatseverlerin borcudur.
Asıl büyük ve üzerinde durulması gereken soruna değinmekte de fayda var: Bu ülkede ortalama her gün bir kadın, en yakınındaki kişiler tarafından, “namus belası” yüzünden katlediliyor. Eğer siz, midesi açlıktan sırtına yapışmış bir milletin karnını nasıl doyuracağıyla, haksızlıkları, hukuksuzlukları ortadan kaldırmak yerine, sanki asıl normal olanı tersiymiş gibi, “Kimsenin hayat tarzına müdahale etmiyoruz,” diye açıklama yapmak zorunda kalıyorsanız, gencecik, pırıl pırıl kızların sahnedeki kıyafeti, şovu yüzünden onları “hayasızlık” gibi “hayasız” bir yaftayla suçluyorsanız, “ahlak” gibi ucu açık ve herkese göre değişken bir olguda, 6 yaşındaki kız çocuğuyla “evlenmekte” sakınca görmeyenleri görmezden geliyorsanız, bu topraklarda kadının adının esamisinin dahi okunmamasını, bunca kadın katliamını da normalleştirmiş olursunuz. Kime, neye göre “hayasızlık” yapmış bu genç kızlar ve neden sadece sizin dikkatinizi çekiyor diye sormakla beraber yukarıda sorduğumu da tekrarlayıp yazıyı tamamlamak isterim: Gözün mü kaydı kardeş?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.