Türkiye’nin kurtuluşu ne ABD’nin ne de NATO’nun eliyle olacak. Demokrasiyi işgalciler, savaş örgütleri kurtaramaz. Batılı devletler bizim ne kadar demokratik olduğumuzla ilgilenmiyor, onların işine ne kadar yaradığımızla ilgileniyor. Bkz. Göçmen meselesi. Bu tarihsel bir gerçektir. Birileri 2002’den bu yana meşruiyetin kaynağını Batı’da, okyanus ötesinde arasa da onu bahşedecek tek güç bu memleketin halkıdır
Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “15 Temmuz’un arkasında ABD var” demişti. Erdoğan ise yıllardır karşısındaki güçlerin dış uzantılı olduğunu, Türkiye’nin çökertmek isteyen yabancı güçlerin ülke içinde muhalefeti yönlendirdiğini iddia ediyordu. Halka refah ve güvenilir bir gelecek sunamayan iktidarın kendini meşru gösterme çabasının merkezinde “yerli ve milli” olma iddiası vardı. Erdoğan yönetimi, “Evet şimdilik ekonomik sıkıntılarımız var ama daha önemli bir şeyin mücadelesini veriyoruz” diyerek seçmenden onay almaya çalıştı.
Bu bir illüzyon siyasetiydi. 2017’de Trump’la bir düzeyde ilişkiler yeniden tesis edilmeye çalışıldı ancak istikrar sağlanamadı. 2021’de göreve gelen Biden yönetimiyle diyalog kurulamaması ve Washington’la gerileyen ilişkiler üzerine ABD ve Batı’ya direniliyormuş gibi yapma siyaseti yeniden ısıtılarak diplomatik kriz başka bir görünüme sokuldu. İktidar bu yolla kendine ulusalcı, Atatürkçü diyen bazı çevrelerin desteğini de kolayca aldı. Ne de olsa Erdoğan bağımsızlık uğruna yalnız kalmış, muhalefet ise Batı’nın oyuncağı olmuştu.
Erdoğan’ın son ABD ziyareti, bu temayı tamamen yıktı. Çünkü alınan tutum başından bu yana ilkesel ve ideolojik değil, pragmatistti. En önemlisi, zaman geçtikte yetersizliği anlaşılıyordu. Güç kaybını yavaşlatsa da durduramıyordu. Nedeni basit: AKP iktidarı boyunca Türkiye’nin Batı’ya bağımlılığı artmış ve aslında tüm hamasi söylemlere rağmen ekonomisi daha da kırılganlaşmıştı. Bu yüzden Erdoğan, ABD ile işbirliğinin eskisi gibi geliştirilmesine dünden razıydı. Üstelik bir de Barrack’ın dediği “meşruiyet” arayışı vardı. Sadece bunu sağlanaya kadar kafa tutuyor gibi görünmesi gerekiyordu. Günü geldiğinde el sıkışacaktı. Bunun için çok sayıda taviz verebilirdi. Onu iktidara taşıyan da aynı dinamikti.
Sonunda Türkiye için hiç de kârlı olmayan bir anlaşmayla Trump yönetiminden istediği desteği dünyanın gözü önünde aldı. Filistin konusunun gündeme gelmemesi gerekiyordu, getirmedi. Trump’ın Brunson’ın serbest kalmasına ilişkin sözlerine, “hileli seçim” imasına cevap vermedi. Bilakis bir gün önce Fox News’teki sözlerini, İletişim Başkanlığı’nın açıklamasıyla “Aslında Trump’ı eleştirmiyoruz, onu takdir ediyoruz, sakın yanlış anlamayın” şeklinde düzelttirdi ki görüşme öncesi ortam ekşimesin, bir çuval incir berbat olmasın. Onun için zafer, Trump gibi bir başkandan alacağı övgülerdi ve bunu başardı.
Erdoğan şimdi yaptırımların gevşemesinin ve ABD’nin kendine karşı tavrını iyice yumuşatmasının getireceği avantajları kullanmak için ellerini ovuşturuyor. Kontrolündeki medyanın da göğsü kabardı (Ki bu ikiyüzlü medyaya göre ABD ve İsrail’den büyük şeytan yok.) Bu destek Erdoğan’ın dışarıya karşı kabuğunu kalınlaştırdı, doğru. Peki Türkiye halkı bu işten ne kazandı? Yoksulluğa çare bulundu mu? Toplumun geleceğe dair umudu arttı mı? Ayrıca muhalefeti dışarıdan destek almakla suçlayan siyasete ne oldu? Şimdi Trump’ı arkasına alan Erdoğan, yerli ve milli olduğunu iddia edip muhalefeti dış bağlantılı olmakla mı suçlayacak? Beyaz Saray’dan alınan GDO’lu meşruiyet, organiğinin yerini tutacak mı?
Türkiye’nin kurtuluşu ne ABD’nin ne de NATO’nun eliyle olacak. Demokrasiyi işgalciler, savaş örgütleri kurtaramaz. Batılı devletler bizim ne kadar demokratik olduğumuzla ilgilenmiyor, onların işine ne kadar yaradığımızla ilgileniyor. Bkz. Göçmen meselesi. Bu tarihsel bir gerçektir. Birileri 2002’den bu yana meşruiyetin kaynağını Batı’da, okyanus ötesinde arasa da onu bahşedecek tek güç bu memleketin halkıdır. Yaşananlar bir kez daha gösterdi ki anti-emperyalist perspektifi olmayan bir iktidar mücadelesi, Erdoğan’a karşı başarısızlığa mahkûmdur. Daima onun pragmatizmine mağlup olacaktır. Anti-emperyalist siyaset ne kadar yükselirse, AKP iktidarının manevra alanı o kadar daralır. Bu atmosferde rejimin dengesi kaçınılmaz olarak sarsılır. Bağımsız Türkiye hedefi, AKP’ye karşı verilen demokrasi ve özgürlük mücadelesinin ana kolonlarından birine dönüştürülebilirse, sadece bizde değil savaşlara ve kaosa mahkûm edilen bu kadim coğrafyada yeni bir dönemin kapısı açılabilir.
Kaynak: BirGün
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.