Sermayenin saldırıları karşısında gençliğin dinamizmi, göçmen işçilerin artan rolü ve geniş toplumsal hoşnutsuzluk, Fransa’da sınıf hareketinin yeniden kitlesel bir karakter kazanabileceğinin işaretlerini veriyor
Kapitalist krizlerin derinleştiği günümüzde Fransa, bir kez daha sınıf mücadelesinin laboratuvarlarından biri haline geliyor. Uzun yıllar Avrupa’nın en güçlü “sosyal devlet”lerinden biri olarak anılan Fransa’da sosyal haklar tekellerin çıkarları doğrultusunda budanıyor. Emperyalist kapitalist güçler rekabetinde geride kalan Fransa, özellikle teknoloji ve silah alanına yeni dev çaplı fonlar ayırmak için, işçi sınıfının tarihsel mücadele kazanımlarında daha radikal budamalar yapmaya çalışıyor. Fransa’da eskiden de görece düşük olan ücretler, oldukça geniş sosyal haklarla telafi edilirdi. Bugün ise sosyal hakların daha da eritilmesiyle, ücretlerdeki düşme daha bir göze batar hale geliyor. Sermayenin kârını garanti altına alan devlet politikaları, işçi sınıfını giderek daha güvencesiz, daha parçalı ve daha yoksul hale getiriyor.
Demiryollarındaki özelleştirme, metal sektöründe üretimin farklılaşması, otomotivde teknolojik dönüşümler işçi sınıfının bileşimini kökten değiştirdi. Bir dönem kitlesel ve sendikal olarak örgütlü, yığınsal üretim bantlarında çalışan işçilerin yerini, daha bireyselleştirilmiş ve esnek-güvencesiz düşük ücretlerle çalışmaya zorlanan yeni işçi kuşakları alıyor. Otomotivde elektrikli araçlara geçiş, montaj hattı işçisinin önemini geriletirken, teknik beceriye dayalı emeğin ağırlığını artırıyor. Bu, eski kuşak işçilerle yeni kuşak arasında belirgin bir kopukluk yaratıyor. Dolayısıyla sınıfın ortak hareket kabiliyeti zayıflıyor.
Genç kuşak işçiler ve öğrenciler, artan yaşam maliyetleri karşısında en fazla etkilenen kesim. Ücret ile kira ve faturalar arasındaki uçurum, gençliği sistemin sınırlarını aşan arayışlara yöneltiyor. Ancak sendikaların ve partilerin uzun süredir savunmacı çizgiye sıkışmış olması, bu dinamizmin önünü kesiyor.
10 Eylül’deki “Her Şeyi Durduralım” eylemleri gençliğin sokaklara taşan öfkesini açığa çıkarsa da, sarı yelekliler hareketinden farklı olarak, kırsaldaki ve küçük kasabalardaki yoksul kitleleri harekete geçiremedi.
Ancak sermaye, kâr döngüsünün daha hızlı olduğu alanlara kayarken; genç kuşaklar da yalnızca yaşamlarını sürdürmek için değil, daha “yaşanabilir” bir hayat için kentlere yönelmektedir. Ancak büyük şehirlere gelen gençler, iş bulsalar bile kazançları ile istedikleri yaşam arasındaki uçurumu kapatamamaktadır. Kira, faturalar ve zorunlu giderler, sınırlı ücretlerle karşılanamayacak seviyelere ulaşmıştır. Kentlerde biriken genç nüfus, aynı zamanda Fransa’nın yüzyıllara dayanan sınıf mücadelesi geleneğiyle de temas etmektedir. Bu durum, genç kuşaklarda kapitalizmi aşan beklenti ve arayışları güçlendirmektedir.
Fransa işçi sınıfı artık sadece ulusal bir sınıf değil, göçmenlerle birlikte çok bileşenli bir sınıf karakteri taşıyor. Cezayir, Tunus, Afrika, İtalya ve İspanya kökenli göçmen işçiler, demiryolu, metal, otomotiv ve metro sektörlerinde örgütlenmenin temel bileşenleri haline geldi. Öte yandan son 30 yılda gelen göçmen kuşak, daha çok inşaat, temizlik, restoran gibi güvencesiz işlerde yoğunlaşıyor. Bu kesim hem ağır çalışma hem de yaşam koşullarıyla sistemin en fazla sömürdüğü kitleyi oluşturuyor. Ancak örgütlenme zayıflığı, mücadeleye katılımlarını sınırlı kılıyor. Marx’ın deyimiyle, sermayenin “yedek sanayi ordusu” olarak görülen bu kesimler, işçi sınıfı içindeki çelişkileri derinleştirirken aynı zamanda yeni bir potansiyeli de barındırıyor.
Fransa’daki örgütler, partiler ve sendikalar mücadelede halen belli bir yer tutsalar da, alanları daralmakta, genç kuşak işçilere ve yeni göçmen işçilere ulaşamayan, teknoloji gibi yeni emek alanlarına pek giremeyen bir tıkanıklık yaşamaktadır. Özellikle son 20 yılda mücadele, yeni haklar kazanmak yerine budanıp duran mevcut hakları korumaya indirgenmiştir. Saldırılara karşı işçi direnişlerinin hep belli işçi kesimlerine dayanması, bu gelenekselleşmiş işçi direnişlerinin toplumdaki saygınlığına karşın genç işçi kuşakların yeni ihtiyaç, dinamik ve arayışlarına, gelecek beklentisi ve umutlarına yeterince hitap edememesi, işçi sınıfının geleneksel kurumlaşmış ve deneyimli kesimleri ile genç kuşakları arasındaki açı farkını da artırmaktadır.
Emeklilik yasasına karşı uzun soluklu grev ve direniş hareketinin sonuçsuz kalmasının etkileri, faşist hareketin artan etkisi ve tehditleri ile birlikte anti-faşist mücadele ve İsrail’in soykırımına karşı mücadele, öne çıkmıştır. Bir dönem için grev, blokaj ve barikat gibi geleneksel sınıf mücadelesi biçimleri yerini, daha küçük ama militan sokak gösterilerine, yol kapamalara ve şehir hayatını yavaşlatmaya dönük eylemlere bırakmıştır.
10 Eylül eylemlerine katılım, özellikle de demiryolu işçilerinin grevine katılım beklenenin epey altında kaldı. Bir dizi yerde trenler elektrik hatlarına yapılan sabotajlarla durdurulabildi. Bunda hükümetin düşmesi ve saldırının en sivri uçlarından birinin (resmi tatillerden ikisinin kaldırılması) geri çekilmesi belli bir rol oynadı. Ki Fransa’da bu tür saldırılarda işçi direnişleri karşısında saldırının ucunu biraz kırıp pek çok maddesini geçirmek, burjuvazinin klasik taktiğidir. Her şeyi Durdurun hareketinin bir önemi buna karşın yeni bir direniş hareketini geliştirmesinde, ki bu keskin saldırıların diğer halkaları ve devamının geleceğinin açık olduğu 2025-26 dönemine doğru, bizzat mücadelelerin içinden güç toplayarak hazırlık ve ısınma turları anlamına geliyor.
Her şeyi Durdurun hareketinin asıl önemi ise, işçi sınıfının birbirinden epey kopuk iki kesim ve eğilimini birleştirme potansiyelinde. Bunun ne kadar mümkün olduğunu, haftalık eylemler sürecinde taban organlarını ve koordinasyonun ne kadar gelişeceği, salt kesintilere direnmenin ötesinde yeni mücadele talepleri ve ufuklarının ne kadar ortaya çıkacağı, ve geleneksel grevlerin yaygınlaşmasıyla sokak hareketlerinin yığınsallığı ve militanlığının ve eylem çeşitliliğinin (tüketim ve banka boykotları ve blokajları vd) ne kadar bütünleşeceğidir.
Bu koşullar altında bugün (18 Eylül) yapılacak genel grev, yalnızca ulaşımın felç olacağı bir gün değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin yeni evresini gösteren bir eşik olacak.
•Metro hatlarının büyük bölümü çalışmayacak, sadece otomatik hatlar seferde olacak.
•RER ve Transilien hatlarında ciddi aksamalar yaşanacak.
•Ulusal ölçekte Intercités’in yalnızca yarısı, TER’in üçte ikisi işleyecek.
•Ulaşımın yanında havayolu ve karayolunda da ciddi tıkanmalar olacak.
Sendikalar, 10 Eylül’de sokağa çıkanların iki katı katılım bekliyor. Bu, işçi sınıfının parçalı yapısına rağmen hâlâ kolektif bir güç sergileyebildiğini gösteriyor.
Fransa işçi sınıfı bugün iki temel çelişkiyle yüz yüze: 1. Eski ve yeni işçi kuşakları arasındaki kopukluk 2. Göçmen işçiler ile yerleşik işçiler arasındaki eşitsiz katılım.
Bu çelişkiler mücadeleyi zayıflatıyor. Ama aynı zamanda yeni bir birleşme ihtiyacını da dayatıyor. Sermayenin saldırıları karşısında gençliğin dinamizmi, göçmen işçilerin artan rolü ve geniş toplumsal hoşnutsuzluk, Fransa’da sınıf hareketinin yeniden kitlesel bir karakter kazanabileceğinin işaretlerini veriyor. Kara Perşembe, bu potansiyelin ne kadarının gerçek bir sınıf seferberliğine dönüşebileceğini gösterecek.
Fransa
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.