Sözgelimi toplumsal çatışmaların olduğu süreçlerdeki yapısal değerlere “uyumsuz miras (dissonant heritage)” olarak yaklaşan araştırmacılar var. “Uyumsuz miras eylem grubu” çalışmalarını tariflerken, uyumsuz miras kapsamına ulusal faşist, milliyetçi rejimlerin mekânsallığını ele alıyor. Ancak sadece bunlarla kalmıyor. Toplumsal çatışma üreten rejimler kapsamına sosyalist ve komünist reel siyaseti de katıyor. Bunlarla birlikte savaş, zulüm veya kolonizasyon/sömürgecilikle ilgili konuları da uyumsuz miras üretim alanı olarak, yani kısacası, çatışmalı her alanı bir politik düzlemde aynılaştırabiliyor
Geçen haftadan devamla miras söylemine devam edelim.
Ağırlıklı olarak Batı’nın ulus, sınıf ve bilim anlatılarını sürdüren eski, görkemli, prestijli, uzmanlarca onaylanmış yerleri, binaları ve eserleri önceliklendiren resmi miras söylemi, milliyetçilik, emperyalizm, sömürgecilik, kültürel elitizm, Batı zaferciliği, sınıf ve etnik kökene dayalı sosyal dışlama ve uzmanlık bilgisinin fetişleştirilmesi, mirasın nasıl kullanıldığı, tanımlandığı ve yönetildiği üzerinde güçlü etkiler yaratır demiştim.
Bu nedenle miraslaştırma pratiği, yani bir şeyi miras olarak kabul etme, bir değer üretimidir. Mekânın bir politik inşa olması gibi, miras üretimi de aynı şekilde bir politik inşadır. Kim için, nasıl, neden yapıldığı, neye yaradığı tartışmaya açıktır.
Resmi miras söylemi bu yönleri nedeniyle 2000’lerinden başından bu yana derinlikli olarak sorgulanıyor. Ve bu etik-politik pratik, eleştirel miras çalışmaları adı altında tartışmaya açılıyor.
Ancak eleştirel yaklaşımın nasıl politikleştirildiği de hayli önemli. Bilhassa bu alanda somutlaşan örneklerin -aşağıda bir örneğini göreceğiniz şekilde- yeniden ürettiği sorunsallar var.
*
Değer atfının öncelediği anıtsal ve simgesel yapılar bize bu sistemin ürünü olarak ulaşıyorsa, artık bu yapıları yaşatmak ve ne şekilde kullanacağımıza karar vermek de demokratik bir mekân üretiminin sorunsalı. Yani kültürel değerleri koruma eylemi de, neyin, kim için, nasıl üretildiği bağlamından azade değil. Tam da bu nedenle, anıtsal ve simgesel yapılı çevrenin neden ve nasıl yaşatılacağı da önem kazanıyor.
Örneğin kentin dönüşüm değerini bertaraf eden ve kullanım değerini merkeze alan bir kentleşme bağlamında, tüm canlı sistem için yaşam hakkı temel ilke olan ve söz konusu yapılaşmanın adil kullanımını mesele eden bir koruma/değer atfı olabilir mi?
Neredeyse sistemin yarattığı krizlere çözüm sunan halihazırdaki koruma politikası yerine, sistem-içi çözümlerle süregitmeyen, hatta sistemi dönüştürmeyi hedefleyen değer koruması olabilir mi?
Eleştirel miras çalışmalarının ortak değerleri, müşterekler, yerel/ortak mülkiyet olarak ele almak veya katılım odaklı yaklaşımlar gibi önerileri var. Ya da evrensel insan hakları bağlamında kültürel değerlere erişimi bir hak olarak tanımak gibi. Ancak bu önerilerin sistem-içi onarıcı bir yaklaşıma vardığı çokça örnek var.
Politik, ekonomik, sosyal bağlamlarla gerçekleşen bu öneriler sürecinde, kültürel değerleri miraslaştırma, müzeleştirme… gibi nostaljikleştirme, metalaştırma, turistikleştirme, sömürgeleştirme de birer yapım süreci olduğu için, sistemsel bağlam baskın çıkıyor.
Bu yaklaşımlar içinden devrimci-dönüşümcü bir zemine geçişi mümkün kılabilecek ortamların tesisi, daha da derinleşmeyi gerekli kılıyor.
*
Sözgelimi toplumsal çatışmaların olduğu süreçlerdeki yapısal değerlere “uyumsuz miras (dissonant heritage)” olarak yaklaşan araştırmacılar var.
“Uyumsuz miras eylem grubu” çalışmalarını tariflerken, uyumsuz miras kapsamına ulusal faşist, milliyetçi rejimlerin mekânsallığını ele alıyor. Ancak sadece bunlarla kalmıyor. Toplumsal çatışma üreten rejimler kapsamına sosyalist ve komünist reel siyaseti de katıyor. Bunlarla birlikte savaş, zulüm veya kolonizasyon/sömürgecilikle ilgili konuları da uyumsuz miras üretim alanı olarak, yani kısacası, çatışmalı her alanı bir politik düzlemde aynılaştırabiliyor.
Uyumsuzluğu bir yerin sabit bir etiketi değil, daha çok halkın o yerle ilgili mevcut algısını tanımlar derken de esasen değer sistemi yoluyla yeniden bir temsil düzlemi kuruyor.
Örneğin bu yazının görselinde yer alan haritada sosyalizm dönemi eserleri de işaretlenmiş durumda. Ve bu örneklerden kritik olan birine yakından bakalım.
İlgili projenin Avrupa Birliği desteği ile yapılmasının bir fonlamanın ideolojik yönlendiriciliği olasılığını düşündürüyor olsa da, kanımca eleştirel düşünsel zemine dair bir okumayı gerekli kılıyor. Zira öncelikle sorun alanının ne şekilde sorunsallaştırılıp politikleştirildiği de, yeniden bir “miras üretim” süreci olduğundan, halen eleştirel miras üretimine içkin bir hattayız. Diğer yandan da eleştirinin de eleştirisi olabileceği gibi bir düşünsel alanı açmak gerekiyor. Ve yine halen sistem içinden bir onarıcı düzlemi veya geçiş adaleti gibi hatları pratikliyor olabiliriz.
“Memento Park”, Budapeşte sokaklarından kaldırılan komünist heykellerin son yeri olarak tarifleniyor. Parka ait Web sitesinde 1993 yılında, ilk miras alanı olarak açılan bu yerde, demokratik diyaloglar başlatılmıştır deniyor.
Parkta, 1945 ile 1989 yılları arasındaki komünist dönemden kalma 41 adet sanat eseri sergileniyor. Lenin, Marx, Engels, Dimitrov veya Kaptan Ostapenko’yu tasvir eden devasa eserlerin yanı sıra, Sovyet Kızıl Ordusu askerlerinin heykelleri de var.
Heykel Parkı, heykeller üzerinden bir demokratikleşme önerirken, esasen yine temsil düzleminde politik bir yol izliyor.
“Kızıl yıldız mağazası” isimli dükkanda, vintage hediyelik eşyalar, nostaljik biblolar, orijinal Sovyet rozetleri ve madalyaları, devrimci yürüyüşler, Sovyet kartpostalları, siyasi propaganda posterlerinin kopyaları vb. ile markalaşma devam ediyor.
Kısacası kapma aygıtı, dönemi turistikleştiriyor, piyasalaştırıyor, evcilleştiriyor, yeniden kuruyor…
Tam da bu nedenle değer üretimini, geçmişin somut eserleri ile kurulan ilişkiyi başka bir gözle ele almak yeniden önem kazanıyor.
Eleştirel miras çalışmalarının resmi söylemi sorgulaması yerinde bir tutum iken, neyi, ne şekilde yeniden değerlendirdiği ve bu söylemi etik-politik bir pratik zemine çektiği de sorunsallaşmayı gerektiriyor.
Kaynak: Evrensel
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.