İşçi, emekçi, ezilenlerin bağımsız siyasal bir varlık olarak sahneye çıkmasını, Kürt halkının demokratik talepleriyle birleşik bir akışa kavuşmayı, diktatörlüğün uykularını kaçıran sokakta siyaseti, parlamentoyu, CHP’yi asgari demokratik dönüşümlere zorlamayı, devrimcilerin halkla hemhal olabilecekleri; kendi krizlerini aşarken direniş fraksiyonunu da örgütlü, etkili bir varlığa dönüştürebilecekleri imkanlar yaratmayı hedefleyen somut/pratik hamleler yapmayacaksak, gerekiyorsa deneyip yanılarak ilerleyebileceğimiz adımlar atmayacaksak ne diye sırtlanıyoruz o büyük kavramları!?
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Ali Ergin (Demirhan) arkadaşın Sendika.Org’da başlayan tartışmayı hatırlatması üzerine kendisine söylediğimi buraya da yazayım: Tekrara düşmekten korkarım.
Bu endişenin tartışmaya katılan herkesin aklından geçmiş olması muhtemeldir… Çünkü 2013 ya da 2015’ten bu yana devrimci, sosyalist yapılar da dahil olmak üzere toplumsal muhalefetin tamamı patinaj halinde. Her günü ayrı “olay” olan memleketimizde tüm “olayların” ortak keseni, dinci faşist saray rejiminden nasıl kurtulunacağı-nasıl sürdürüleceği ekseninde düğümleniyor; patinaj bu çukurda sürüyor. Saray rejimi “nasıl süreklileşeceğini” sürekli vites yükselten bir saldırganlıkla cümle aleme gösteriyor. Toplumsal muhalefet ise olanca dağınıklığına rağmen kendi yordamınca direniyor. Bu direniş hafife alınamaz; ve fakat derli toplu, örgütlü ve berrak hedeflere sahip hale gelmeden de patinajdan kurtulunamaz. Tehlike de burada zaten: Patinaj yaparak sarayın hamlelerinin püskürtülemeyeceği eşiğe dayanıldı.
Durumu idrak edebilmek için öncelikle mıntıka ve zihin temizliğine ihtiyacımız var.
Aşırı derecede habere, sosyal medya bombardımanına vs. maruz kalmak, esen günlük/anlık rüzgarlara göre oradan oraya savurabiliyor halet-i ruhiyeleri ve “analizleri”.
Daha önemlisi devrim ve sosyalizm sahasında duran özneler uzunca bir zamandır kök salmaları gereken “topraktan”, işçi, emekçi, ezilenlerden, onların mekanlarından uzaklar. Politika, örgüt bu zeminlerde üretilmeyince “siyaset yapma işi” bir tür analizciliğe dönüşüyor. Halkımız gerçekte yapamadıklarını ballandırarak anlatanları tiye almak için “ağzına vurmuş” der. Bunun farkına varılırsa kişi kendine çeki düzen verebilir. Yok eğer kelimenin geniş anlamıyla eyleme ikame edilirse, afili analizler “görevini yapmanın” iç huzuruna dönüşebilir. “Siyaset yapma” yazma ve söylemenin sınırlarını bir türlü aşamaz; gerisi Yalçın Küçük’ün bir zamanlar dediği gibi “yazı ishalinden” mustarip hale gelmektir. Bu iki mesele; yani anlık rüzgarlarla oradan oraya savrulma ve emekçilerden kopuk halde yazma-konuşmayı devrimci siyasete/eyleme ikame etme patinajı ele veren semptomlardır, not edip geçelim. Keza sığlaşma ve dar görüşlülük tuzağıdır; bu kirli gözlüklerle bırakalım tarihsel bağlamda derinlemesine kavrayışı, üç adım ötesini görmek dahi mümkün değildir.
Bu notlardan sonra Ali Ergin Demirhan’ın dillendirdiği “direniş fraksiyonu” kavramına gelebiliriz. Son 10-12 yılda sokakta ve bir ölçüde sandıkta şekillendi bu “fraksiyon”. Gezi’den 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına, kadın hareketinden çevre direnişlerine, her başarının ardından gelen kayyum saldırılarına rağmen Kürt illerinde HDP-DEM geleneğinin defalarca belediyeleri almasından onlarca lokal işçi direnişine, 31 Mart 2024 seçim sonuçlarından 19 Mart 2025 isyanını tetikleyen üniversite gençliğinin zincirleri kıran atılganlığına onlarca olay ve olgunun adıdır direniş fraksiyonu. Süreklileşmiştir, istikrarlıdır, buradadır. Esen rüzgâra göre eğilip bükülen “bakış açısı” bu fraksiyonu görememektedir. Onlara göre saray güçlüdür, halk düşkündür, hiçbir şey olmaz bu “Ortadoğu batağında”: Sureti haktan görünen “teslimiyet fraksiyonu” da budur. Ve yazı ishalinde ifadesini bulan tarz-ı siyasetle birlikte direniş fraksiyonunun 10 -12 yıllık patinajında pay sahibidir.
Başlığı sosyalist strateji olan bir tartışmaya fazlasıyla yerel-aktüel hususlardan başlamak garip görünebilir. Eğer kitabi bir tartışma yapmayacaksak tartışmaya da stratejiye de buralardan girizgâh yapmak zorundayız, çünkü hayatın zorlayıp durduğu can alıcı meseleleri es geçen bir tartışmadan da stratejiden de hayır gelmez. Kaldı ki küresel direniş fraksiyonu da benzer dertlerden mustarip. Son 20-25 yılda küresel çaptaki mücadeleler bir yana, şu anda Nepal, Arjantin, Endonezya, Filipinler, Fransa ve Akdeniz’de Gazze’ye doğru yol almakta olan Sumut filosunda cisimleşiyor küresel direniş fraksiyonu. İsyankâr ama örgütsüz. Reddediyor ama ne istediğini berrakça tanımlayamıyor. Yeniliyor ama tekrar geri geliyor. Ve Trump-Netanyahu-Erdoğangillerin gücünden ötesini göremeyenler küresel direniş fraksiyonunu da göremiyorlar. Akıl ve gönül gözü devrime kapalı olmayan enternasyonalistlerin önündeki görev/hedef açıktır: Türkiye’nin ve dünyanın direniş fraksiyonlarını teorik, politik, örgütsel biçime kavuşturmak.
Strateji, savaşımın bütününü yönetmek ve zafere ulaştırmakla yükümlüdür; gündelik muharebeleri, taktikleri bu görüş açısıyla ele alır. Yorumculuğu aşan taktik önermeler ise iyi kötü bir örgütü, iradeyi gereksinir. En uzun yürüyüşler bile ilk adımla başlar.
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu tarihsel kader kavşağında ise taktik ile strateji, yerel olanla bölgesel/küresel olan, imkanlar ile örgütsel zaaflar/örgütsüzlükler iç içe geçmiş durumdadır; bunlara sokakta yürüyenle sandıktan çıkanlar da eklenebilir.
Sonuncusu gösteriyor ki, devrimci örgütsel-siyasal dayanaklarını bir türlü bulamayan direniş fraksiyonu, ister istemez sandıkta kurtuluş arıyor. HDP-DEM başka ve yerleşik bir dinamiğin göstergesi ve orada sandık, salt sandıktan ibaret değil. Batıda ise devrimci bir örgüt-mecraya kavuşamayanlar -ki ne kolaydır ne de bir hamlede halledilebilir- CHP çatısı altında toplanıyor; CHP’yi ileriye itiyor, iterken parlamentarizm tuzağına düşüyor ya da şovenizme saplanıyor vs.
Türkiye devriminden söz etmek Türkiye-Kürdistan birleşik devriminden söz etmektir. Kürt halkı son 45-50 yılda büyük bir devrimci mücadele yürütmüş, devrimsel bir dönüşüm geçirmiş, sömürgeci faşist rejimi darbelemiş, aşındırmış ve birleşik devrim için muazzam imkânlar yaratmıştır. Hâlihazırda sürmekte olan sürecin ilan edilen ufku Kürt halkının eşitlik statüsünün tanınması ve bunun doğal gereği olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi olsa da bu rota, genel demokratik reformlar üzerinden mücadelenin yeni bir düzlemde sürmesini içeriyor. Müzakerelerin akıbeti ne olursa olsun Kürt halkının ulusal demokratik ya da sosyalist talepleri/özlemleri bakidir. Kürt meselesine dair sözü olan Türkiyeli devrimci, sosyalist özneler bu talepleri en güçlü şekilde dillendirmek ve Kürt halkıyla dostluk ve birleşik mücadele/kurtuluş çizgisini diri tutmakla yükümlüdürler: Hiçbir mazerete takılmadan gözetilmesi gereken çizgi budur. Bu çizgiyi tutarlılıkla izlemek koşuluyla hepimiz istediğimiz tartışmayı yürütmekte özgürüz. Hatta Kürtlerin hakları konusunda tutarlı duruş eleştiriye değer katacak, sanılanın aksine dostluğu pekiştirecektir.
Şunun üzerinden atlayamayız: Kürt halkının mücadelesi, hedeflerinin ne olduğundan bağımsız, salt varlığıyla nesnel-devrimci bir imkandır; bu imkânın hangi yönde evrileceği ise Türkiye devrimi-birleşik devrim derdi olan tüm dinamiklerin gidişata nasıl ve ne yönde etki edeceklerine bağlıdır.
Türkiye tarafına gelince; direniş fraksiyonunun bağımsız siyasal örgütsel bir varlığa doğru evrilmesi stratejinin de taktiğinde, tek cümleyle devrimci politikanın temel meselesi, kavranacak halkasıdır. Türkiye proletaryası tıpkı birleşik devrimimiz gibi Türk, Kürt ve diğer dinsel, ulusal toplulukları içeren bi(r)leşik bir proletaryadır. Proletarya ve ezilenler, patinaj yapılan çukuru aşabilmek için sandığı aşan, örneğin şu anda Fransa da olduğu türden “hayatı bloke ediyoruz” türünden sokak hareketlerine ya da Nepal’de olduğu gibi sonuç alıcı isyanlara yönelmek seçeneğiyle yüz yüzedir. Böylesi bir yönelim ve öz-tecrübe sürecinde şovenizmden arınmak, Kürt halkıyla birleşik bir mücadeleyi inşa etmek, CHP’yi su koyuvermekten caydırmak ya da aşıp geçmek, devrimci imkanlar yaratmak ya da devrimci yönelimin yan ürünü olan esaslı demokratik reformlar kazanmak, faşizmi darbelemek ya da yıkmak dışında ne patinajdan kurtulmak mümkündür ne de bunları elde etmeye yönelmeyen bir devrimci strateji-taktikten söz edilebilir.
Gelin görün ki taktik planda, aktüel politik durumda da bu ittifak gerçekleştirilmeden saray rejiminin geriletilmesi-yıkılması mümkün değildir. Stratejinin de taktiğin de temel sorunu batıdaki direniş fraksiyonunun örgütsüzlüğü, devrimci hedef ve yönelimlerden yoksunluğudur. O halde taktik planda atılacak adımlar, stratejiye adım adım hayat vermenin de başlangıçlarıdır. Başka bir ifadeyle devrimci taktik, stratejik ufku verili durumda somutlayan-içeren muhtevaya sahip olmak zorundadır.
Uzatmayalım ve bize zincirin tümünü çekmemizi sağlayacak aktüel kavranacak halkayı somutlayalım.
Öyle şeyler üzerine kafa yormalıyız ki, kitlelere açık bir parola sağlayan şiarlarımız dağınık hareketi toparlayıp doğrultu açıklığına kavuşturmakla kalmasın, kitleleri örgütlerken devrimci yapıları da güçlendiren manivelalar sağlasın. Nasıl ki doktor reçete yazarken dipnot olarak tıp biliminin o reçeteye dayanak teşkil eden ciltler dolusu analizini hatırlatmazsa, biz de politik yönelimlerimizi somutlarken ciltler dolusu teorik arka planı tekrar -ve tekrar!- hatırlatmak zorunda değiliz. Fakat biliriz ki, reçetenin arkasında tıp bilimi, praksisin ürünü olan somut önermelerimizin arkasında da kapsamlı devrimci teoriler vardır.
Kim icat etmişse sağ olsun, var olsun; bugünün aktüel şiarı “Dur de!”dir.
Çünkü acilen durdurulması gereken bir şey vardır ve reddedilen ve istenen şeyler olmadan herhangi bir “şeye” dur demenin manası yoktur. Faşizme dur de, adalet, eşitlik, özgürlük için dur de, doğayı korumak, kadın cinayetlerine son vermek için dur de! Kürdün, Alevinin, dışlanan, ezilen herkesin eşit yurttaşlığı için dur de! Sömürüye, zorbalığa dur de! Kim, ne için dur demek istiyorsa, hikayesini kendisi yazabilsin diye önünde …/üç nokta olan dur de şiarıyla örgütlenmelidir direniş fraksiyonu.
Lakin dur demekle hiçbir şeyi durdurmazsınız; durmayanı durmaya mecbur kılacak, sonra da defolup gitmesini sağlayacak maddi/fiziki kuvveti inşa etmek gerekir. Bu iş sarayın gücünü abartıp direniş fraksiyonunun imkanlarını görmezden gelerek yapılamaz, salt yorumculukla, gazete-salon siyasetiyle hiç yapılamaz. Sancılar içinde kıvranan, acı çeken, isteyen, özleyen direniş fraksiyonu oradadır: Fabrikada, okulda, varoşlarda, köyde, büroda, deprem yıkıntıları arasında, Kaz dağlarında, Şırnak’ta, Munzur Gözelerinde, Hopa yamaçlarında. Devrimci siyaset bugün ne grubun yaldızını parlatmaktır ne de yanı başındakiyle kör rekabet; el birliğiyle oralara gidip halk toplantıları, halk kongreleri örgütlemeye girişmektir. Bir adım geriye çekilip halkın konuşmasına fırsat vermek, halkın özlemlerinin tercümanı olmaktır. Herkes neye, niçin ve nasıl dur diyorsa öyle desin. Küçük derecikler birleşip deniz olsun, okyanus olsun. Akarken öğrensin, aktıkça arınsın, yatağını bulsun: Bu selin önünde hiçbir faşist baraj dayanamaz!
İşçi, emekçi, ezilenlerin bağımsız siyasal bir varlık olarak sahneye çıkmasını, Kürt halkının demokratik talepleriyle birleşik bir akışa kavuşmayı, diktatörlüğün uykularını kaçıran sokakta siyaseti, parlamentoyu, CHP’yi asgari demokratik dönüşümlere zorlamayı, devrimcilerin halkla hemhal olabilecekleri; kendi krizlerini aşarken direniş fraksiyonunu da örgütlü, etkili bir varlığa dönüştürebilecekleri imkanlar yaratmayı hedefleyen somut/pratik hamleler yapmayacaksak, gerekiyorsa deneyip yanılarak ilerleyebileceğimiz adımlar atmayacaksak ne diye sırtlanıyoruz o büyük kavramları!?
Burada söylenenler Gezi’de, Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul yürüyüşünde, depremde ortaya çıkan toplumsal seferberlikte ve son olarak 19 Mart darbesinde de harfiyen geçerlidir. Patinaj budur. Tekrara düşmekten korkumuz budur. Yapmayacaksak niye söylüyoruz?
Günün kavranacak halkası; doğru şiar(lar), tüm bileşenleriyle halk inisiyatifini açığa çıkaracak meclislerin inşasına girişmek ve sokakta siyasettir. Taktik-politika budur; bu adım stratejik yoğunlukla yüklüdür ve tersine olarak bu adımları atmadan yüksek politikadan, stratejiden vs. söz etmek havanda su dövmektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.