Türkiye’ye baktığımızda, devrimci potansiyelden bahsetmek her zaman mümkün olmuştur. “Potansiyel” olanı yol haritasına çevirecek stratejiler ise -1971 devrimciliği dışında- Türkiye Devrimci Hareketi’ne pek az rastlamıştır. Günümüzde ilk olarak, ortak mücadele hattında kitleleri buluşturacak bir 21. yüzyıl devrimciliğine ihtiyacımız vardır
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
M. Ender Öndeş’in “Bu bir kader mi? Başka bir yol yok mu?” sorusu üzerine, Sendika.Org’un başlattığı tartışma çağrısına dahil olmaya karar verdim. Olumlu provokasyonların hareketi tetiklediği gibi tartışma zeminleri de birbirini domino taşı gibi tetiklediği için hem devrimci pratiği hem de teoriyi beslemektedir.
Öncelikle, Türkiye siyasetinin yeniden şekillenişine bakarken tarafların konumlanışını gözden geçirmek gerekir. AKP-MHP iktidarı, değişen mücadele dinamikleri doğrultusunda farklı halk kesimlerini hedef tahtasına yerleştirmektedir. Bugün barış sürecinden ya da CHP’ye yönelik operasyonlardan söz edeceksek, bunları bir süreklilik perspektifinden değerlendirmek zorundayız. Bu bağlamda, devrimci potansiyellerin bütünlüklü biçimde ele alınması, ezilenlerin çıkarlarının kesişim noktalarının belirlenerek çıkar paralelliğinin kurulması ve buradan hareketle en geniş cephenin inşa edilmesi gerekmektedir. Zira Marksist anlamda, bir sınıfın iktidarı almaya hazır olmadığı koşullarda iktidarın onun ellerine düşmesi, o sınıfın kendi amaç ve çıkarlarına zıt davranışlarda bulunmasıyla sonuçlanır. Sınıfların kendi çıkarlarına aykırı hareket etmesi ise kapitalizmin tipik bir pratiğidir.
Lenin, proletarya ile köylülüğün bürokratik-askerî devlet mekanizması tarafından baskı altına alınmaları, ezilmeleri ve sömürülmeleri nedeniyle “halk” adı altında birleştiğini belirtir. Eğer sınıfları birleştiren şey sömürü ise, proletaryanın 19. ve 20. yüzyıllardaki gibi azınlık sınıf olmadığı günümüzde bu birleşme neden gerçekleşmemektedir? Parçalı mücadele hatları nasıl ortaklaştırılabilir? İşçi ordusundan oluşan yoksul halk kesimleri bize neyi göstermektedir? Kıvılcımlı’nın (1974, s. 45) ifadesiyle, sömürü topluluklarında kitleleri harekete geçiren şey, kanaatlerinden çok, maruz kaldıkları “zor”dur. O halde kitlelerin devrime inancı ve atılımı, tam da bu “zor”un aşılması üzerinden gerçekleşmelidir. Başka bir yol nasıl mümkündür?
M.E.Öndeş, başka bir yolun açılmasını, yürünecek yolla ilgili ciddi bir “memnuniyetsizlik” duygusuna sahip olmak gerekliliği üzerinden ele alıyor. Benzer biçimde H. Selim Açan da yeni yolu ‘kendinden hoşnutluk’ rehavetinden kurtulma olarak tanımlıyor. Bu yaklaşımlara katılıyor, bu dosyanın doğru yerden rahatsızlık yaratması ve hareketi tetiklemesini umuyorum.
Türkiye siyasetinin krizlerine ve yeniden kuruluşuna kafa yorduğumuzda, 19. yüzyıl Fransa’sına başvurmak doğru olacaktır. Siyasal krizler bünyesinde bir paralellik kurmaya çalışırsak, Türkiye’de elbette ki her yönüyle tutarsız, kendi içinde çelişkili ve kitleleri harekete geçiremeyen bir siyasal çizginin hakim olduğunu öne süremeyiz. Aynı şekilde ne bir devrim arifesindeyiz ne de monarşi güçlerinin belirleyici olduğu bir dönemde. Fakat eğer stratejiden bahsedeceksek, odağımız elbette ki devrimin karşıdevrim doğurduğu, devrimci siyasetin coğrafi pusulası olan Fransa olacaktır. Devrimler Fransa’sını inceleyen Karl Marx, yalnızca dönemin tarihsel-sosyolojik bir analizini yapmakla kalmıyor; günümüze ışık tutacak bir devrimci siyaset yapma biçimini tarifliyor. 1849-1851 arasındaki siyasal süreci ele aldığı 18 Brumaire eserinde, sınıflar arası ilişkilerin egemenler nezdinde belirli planlı pratikler ile belirlendiğini açığa çıkarır. Bu, bir tür strateji ve stratejisizlik çatışmasıdır. 19. yüzyıl Fransa’sı gibi bugünün Türkiye siyasetine baktığımızda şunu görürüz: Halkın iradesiyle seçilmiş, fakat halkın çıkarlarını yansıtmayan yasama gücü (Ulusal Meclis), gücünü halkın sefaletinden alan bir yürütme gücü ve burjuva siyaseti ile çevresi sarılmış halk kitleleri. Kuvvetler ayrılığının anayasal diktatörlük içerisinde buharlaştığı 2017 ile ilk ikisinin iç içe geçtiğini de farz edersek tablomuz daha da basitleşerek şudur: yeni tip faşizmin üzerine giydirilen demokrasi gömleğinde burjuvazi, mülk sahibi sınıf ve yoksul halk kitleleri. “Halk” adına burjuva siyaseti yapan paradoksal yapıdaki Ulusal Meclis, Louis Bonaparte’a karşı daha güçlü konumda olmasına rağmen bir düzen siyaseti güderek “halinden memnuniyetlik”in tarihsel örneğidir. 10 Aralık Derneği gibi skandalların teşhir edilmesiyle yıkım siyaseti yerine küçük biçimsel sorun siyaseti koyulmuştur. Fransa’da Bonaparte nasıl Ulusal Meclis’in “detay” siyasetinde açılan yarıkları manipüle ederek iktidar olduysa, Türkiye’de AKP-MHP iktidarı da sol siyasetin, Kürt siyasetinin ve toplumsal-siyasal muhalefetin stratejisizliğinin açtığı yarıklardan güç devşirmektedir.
Peki neden devrimci strateji? Bunun cevabını çok basit görüyorum. Devrimci hareketlerin çıkış noktası olacak siyasi krizlerin kimin lehine çözüldüğüne bakmak lazım. Eğer bu krizler egemenler lehine çözülüyorsa ki öyle, karşımızda planlı ve stratejik ilerleyen iktidarlar vardır demektir. Makyavelci bir anlayışta amaç, aracın önüne geçer; siyasal iktidarın sürekliliği için araçta kusur aranmaz. Siyasal otoritenin tek ve yegâne güç olarak kendini inşa etmesi, iç ve dış tehditleri ortadan kaldırarak varlığını pekiştirmesine bağlıdır. Bu sebeple günümüzde AKP-MHP iktidarının, “iktidarda kalma” amacını hasıl edecek araçların organizasyonu, stratejik bir meseledir. Örneğin kayyum mızrağının Kürt halkından sonra CHP’ye saplanması, AKP-MHP’nin “iç cepheyi” sağlamlaştırmak için iç düşmanlar üzerinden güç devşirmesidir. Bunu püskürtecek olan da kuşkusuz devrimci karşı-strateji olacaktır. Bugün iktidarın adımlarını bir stratejik zihniyetle okumazsak, ilerleyemeyiz. Strateji içerisinde teorinin pratikle buluşması, II. Enternasyonal tipi bir sosyalizmi bulanıklaştırma girişimlerine karşı güçlü bir direnç de yaratacaktır. Ne ile mücadele ettiğimizi tanımadan mücadele ediyorsak o zaman kim için mücadele ediyoruz diye sormamız gerekir. Eğer kendimiz için mücadele etmiyorsak ve samimi, halktan yana bir devrimcilik anlayışımız varsa o halde “halinden memnuniyeti” devirecek bir strateji oluşturmamız gerekir. Çünkü strateji, bir toplumun aktüel durumundan daha ileri bir konuma sıçramasına olanak sağlar.
Türkiye’ye baktığımızda, devrimci potansiyelden bahsetmek her zaman mümkün olmuştur. “Potansiyel” olanı yol haritasına çevirecek stratejiler ise -1971 devrimciliği dışında- Türkiye Devrimci Hareketi’ne pek az rastlamıştır. Günümüzde ilk olarak, ortak mücadele hattında kitleleri buluşturacak bir 21. yüzyıl devrimciliğine ihtiyacımız vardır. Bu devrimcilik anlayışı, parlamenter ve bürokratik engelleri aşabilen, fakat aynı zamanda mücadele yöntemlerini hâkim siyaset alanı içerisinde geliştirebilen bir perspektife sahip olmalıdır.
Örneğin, CHP operasyonlarına bir adım geriden baktığımızda, bunların toplum-siyaset-hukuk alanlarında adım adım döşenmiş olduğunu görürüz. Bu saldırıları küçümseyen, Kürt partileri üzerinden ezilmişlik yarıştıran zihniyetin AKP rejimini eksik tahlil ettiğini düşünüyor, geri bir siyaset yapma tarzı olarak ele alıyorum. Bir örnek verecek olursak, Paris Komünü üzerinden yola çıkan Lenin, parlamentarizmden kurtulmanın yolunu temsil kurumlarının ve seçim ilkesinin ortadan kaldırılması olarak değil, temsil kurumlarını gevezelik edilen yerler olmaktan çıkarıp “faal” organlara dönüşmesi olduğunu öne sürmüştür (Lenin, 2015, s.67). O halde 21. yüzyıl devrimciliği, yeni tip faşizmlere karşı tüm alanları devrimci potansiyel olarak değerlendirme sıçrayışına sahip olmalıdır.
19 Mart’tan bu yana CHP öncülüğündeki toplumsal hareketliliğin önemi bir yana, CHP’nin bir “düzen partisi” olmaktan çıkamadığı ve kitlelerin devrimci potansiyelini yönlendiremediği doğru bir yaklaşımdır. Fakat, AKP-CHP çatışmasının ezilenler için doğurduğu koşulların devrimciler tarafından iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. İktidar ve onun tekelindeki medyanın mevzuyu yüksek siyasete ve hukuki alana sıkıştırma girişimleri, faşizmin saldırılarını siyasetsizleştirmektedir. Bu saldırıların yol açtığı siyasetsizliği bertaraf edecek bağımsız bir devrimci hat ise, 19 Mart’ın gençlik ve Türkiye halkları nezdinde muhasebesi yapılarak inşa edilebilir. Çünkü mart eylemleri en çok da Türkiye Devrimci Hareketi’nin ve sol muhalefetin stratejisizliğini ve hazırlıksızlığını ayyuka çıkarmıştır. Evet, “Kurtuluş sokaktadır, sandıkta değildir”, fakat sokağın kurtuluşu sağlaması için sokağın kontrolünü kimin nasıl yapacağı önemli bir sorudur. Çünkü toplumsal hareketler doğası gereği -tabiri caizse- nankördür. Devrimci özne ve hareketler sokağı beslemezse, sokak kendi kaderinde saman alevi gibi alevlenir ve söner. Bu yüzden sokağın devrimci bir strateji oluşturulmadan tek başına kurtuluş yolu olarak yansıtılmasını ezberci buluyorum. Peki bize ne gerekiyor?
Önce “strateji” dediğimiz şeyi konuşmak gerekiyor kanımca. Ara ara Türkiye Devrimci Hareketi’nin gündemine gelen bu mesele, esasında en basit olarak nereden nereye hangi araçlarla hareket edileceği kararı. Bu kavrama kafa yorarken aklıma lisans döneminde sosyoloji alanında karşılaştığım yaklaşımlar geliyor. Sanıyorum ilk ele aldığım, Michel de Certeau’nun strateji ve taktik arasında yaptığı ayrımdır. Bunun üzerinden yola çıkarak siyaset alanına uyarlamaya çalışabiliriz. Taktik, gündelik hayat pratikleri olarak ezilenlerin (işçilerin, kadınların, lgbti+ların, Kürtlerin, vs.) yaşamsal hayat kolaylaştırıcı pratikleridir. Örneğin kadın olarak benim, gece evime dönerken arkamı kollayabilmem için yürüyeceğim sokağı doğru açıya sahip olacak şekilde seçmem gibi. Veyahut bir zincir market işçisinin uzun çalışma saatlerindeki dayanılmaz yorgunluğunu ara ara gizli molalar ile veya oturacak bir yer bularak dinlenmeler ile giderme çabaları. Veya bir Kürt gencinin ırkçılığa uğramamak adına takside dilini konuşmaktan çekinmesi ya da böyle eğitilmesi, vb. Bu taktikler muhakkak çoğaltılır. Fakat bizim her şeyden önce vermemiz gereken karar şudur: biz taktiklere sığınarak mı yaşamayı sürdüreceğiz yoksa stratejiler ile yeni bir hayat mı kuracağız.
Marksist anlamda ise strateji, diyalektik materyalizm içerisinde tanımlanır; yani, stratejinin maddenin ve toplumun çelişkisinin tarihsel ve toplumsal koşullar içerisinde değerlendirilerek oluşması. Örneğin, kapitalizmin ya da faşizmin çelişkilerinin, onun maddi koşulları içerisinde çözülmesinin sağlanması. Somutlaştırmak için şunu ortaya atabiliriz. Türkiye Devrimci Hareketi, gündelik hayatı belirleyen taktikleri, kendi devrim stratejisi için birer basamak olarak görmeli. Burjuva siyasetinin araçları buna en büyük örneği teşkil eder. Bu kapsamda meclis siyaseti, sandık siyaseti, sendikal faaliyetler, siyasi ittifaklar, devrimci hareketin dönemsel taktikleri olabilmektedir. Bugün AKP-MHP iktidarının ana muhalefet partisi CHP’ye dönük siyasi operasyonlarına karşı birleşik mücadele tutumu almak, devrimci bir stratejinin gerektirdiği siyasal bir taktiktir. 21. yüzyıl devrimciliğinin inşası ile yeniden kurulacak devrimci hareket, bir anlayış muhasebesi doğuracağı için doğalında örgütlenme sorununa yeni bir perspektif katar. Örgütlenme, elbette ki, V. I. Lenin’in de öne attığı gibi, devrimci pratiğin en temel dayanağıdır. Fakat Lenin hiçbir zaman öncü olmayan öncülerden bahsetmez. Türkiye Devrimci Hareketi’nin aktüel durumu, öncü olmayanların öncülük siyasetidir. Bu suni devrimcilik anlayışı, mevcut statükonun korunması dışına çıkmaz -sadece şeklen çıkar-. Leninist anlamda strateji, eğer ben doğru yorum yapıyorsam, sınıfın nesnel durumuna ve maddi koşullarına uygun örgüt kurma ve örgütlenme pratikleridir. Yeni tip faşizmlere Nabi Kımran’ın bu dosyadaki katkısındaki tabiriyle “dur demeli” ve durdurmamız için de “maddi/fiziki kuvveti inşa etmemiz” gerekmektedir. Bu kuvvet, hiç şüphesiz devrimci siyasetin inşasıdır.
Günümüzde devrimcilik, Türkiye siyasetini yeniden şekillendirecek stratejiyi inşa edip kitleleri bunun üzerinden örgütlemektir. Yeni bir hayat kurmalıyız evet ama her şeyden önce bunu kurdurmalıyız. Bana göre devrimci siyaseti diğer siyaset yapma biçimlerinden ayıran temel fark, bir sınıfı ya da grubu daha iyi bir yaşamın mümkün olduğuna dair inanç üzerinden siyasetin öznesi haline getirme pratiğidir. Bunun yolu da özneleştiren ama öznelleştirmeyen bir yerel örgütlülüğün oluşturulmasıdır. Selim Açan’ın dediği gibi, “taban örgütlenmeleri temelinde kitle inisiyatifini geliştirme” yolunda olmamız gerekir. Dayanışma ağları, dernekler, kooperatifler gibi yerel mahalle örgütlenmeleri, eğer bir stratejik temelde geliştirilirse kitle inisiyatifinin en önemli mekanizmaları olabilirler. 19 Mart’ın hareket içerisinde canlandırdığı en önemli kazanım kanımca okul forumları olmuştur. Bu forumlar, tam olarak özneleştiren ama öznelleştirmeyen kolektif mekanizmalardır. Bunları yerelde mahallelere taşımak, bize düşen bir görevdir. Mahallelinin kendi sorunlarını kendi sözüyle dile getirmesi, onun özneleşmesi ve bilinçlenmesi açısından ilk adımı oluşturacaktır. Ardından bu mekanizmalar kendi kendini üreten ve yöneten bir biçime evrilebilir. Eğer Türkiye siyasetine yeni bir şekil vermek istiyorsak tepeden inmeci tüm araçlar şu andan itibaren feshedilmelidir! Sosyalizm yukarıdan ya da dışarıdan yaratılamaz; Lenin’in de belirttiği gibi, canlı sosyalizm halk yığınlarının kendi yaratığıdır. Türkiye Devrimci Hareketi, Lenin’in kendiliğindenlik eleştirisini yanlış anlamıştır belli ki. Arıya kovanını inşa edecek koşulları, teçhizatı, uygun ortamı sağlamaya bakmalıyız. Kovan vermeye değil.
Devrimci stratejiyi belirlerken ilk olarak günümüzdeki baş çelişkiyi tespit etmemiz gerekir. Mao Tse Tung’un tariflediği halk savaşı, nasıl ezilen uluslar ve emperyalizmin temel çelişkisinden doğuyorsa, günümüzün ezilen ulus-ezilen sınıf devrimciliğini çağın çelişkisi belirleyecektir. Kır ve köy devrimciliğinin rolü, 21. yüzyılda pratik olarak şehir ve mahallelere kaymış, günümüzde ise giderek gündelik hayata taşmıştır. Devrimci strateji artık mekansal bir boyut taşıyamaz. Üretim ilişkilerinin belirsizleştiği, sınırları öngörülemeyen yeni bir çağ dönümündeyiz. Dördüncü Sanayi Devrimi, üretim ilişkilerini ve halk kitlelerini yeniden dizayn etmek için kapımızda durmakta. (Meseleyi robotikleşme üzerinden emeğin dönüşümünü ile ele almak kapitalizm lehine bir yanılgı olacaktır. Sınıf çelişkileri ortadan kalkmadan sınıfların ortadan kalkması mümkün değildir). Eğer günümüzde siyasete yeni bir şekil verecek devrimci stratejiden bahsedeceksek bunun merkezine dijitalleşmeyi yerleştirmeliyiz. Çünkü devrimcilerin söz ve eylem gücünü belirleyen şey, ilgili dönemde bilginin yayılma hızıdır. Küreselleşme ile adım seslerini bir süredir duyuran bu durum, toplumun ağlarla yeni bir örgütlenme biçimini tanımlamaktadır. O halde egemenler tarihin her aşamasında yaptığı gibi teknolojik gelişmeleri kendi çıkarına, halka karşı kullanacaktır. Dijitalleşme ve robotikleşme, yeni denetim ve gözetim mekanizmalarını doğurmaktadır. Bugün Çin’de gördüğümüz toplumun organizasyon biçimi, iktidarların baskı araçlarının hangi stratejilerle geliştiğini göstermektedir. Baskıların egemenler tarafından çok yönlü olması, halklar nezdinde çok katmanlı bir örgütlenme modelinin gerekli olmasını doğurmaktadır. Toplum en tabandan zincirin halkaları gibi iç içe geçerek örgütlenmelidir. Yerel örgütlenmeler elbette ki Türkiye’deki sol hareketler içinde mevcuttur, fakat bu deneyimler birbirinden kopuk olduğu için kimin neyi neden yaptığı belli değildir. Dolayısıyla, Türkiye siyasetine yön verecek stratejinin bir diğer halkası, kümülatif ve koordine bir mücadele hattının oluşturulmasıdır. Çünkü, yeni bir toplum biçiminin tarifi, siyaset yapma biçimlerinin dönüşümünü gerektirmektedir. Eğer yeni bir çağa giriyorsak, eski mücadele araçlarımız ayağımıza köstek olur. Yeni araç ve yöntemler bulmak şarttır!
Bu gereklilik, yalnızca yeni çağın gerekliliği olmamakla birlikte, Türkiye Devrimci Hareketi’nin önünde uzun süredir duran bir ödevdir. Reel Sosyalizm’in yıkıntısını temizleyecek araç ve yöntemler dahi hala çok eksik gelişmiştir. Reel sosyalist pratiklerin 21. yüzyılda örgüt anlayışı ve siyaset tarzı üzerinden yaşatılma girişimleri, strateji adına yapılsa da tam olarak stratejinin kendisine aykırıdır. Bizim tam olarak Sovyet Sosyalizmi’nin topluma hazır gömlek giydirme anlayışının tersine çıkmamız gerekir. Örneğin, Rusya’nın tarihsel sorunu olan köylülük sorununu, siyasal bilinç yoksunluğuna rağmen şeklen işçileştirme ile ve denetim mekanizmalarıyla bunu güçlendirme girişimi, sosyalizmi baskı üreten devlet mekanizması dışına çıkaramadı. Bugün Reel Sosyalizm’in yıkıntılarını yapıştırmaya çalışmak, tarihte geriye gitmek olacaktır. Devrimci strateji, ilgili aktüel durumlarda toplumun ezilenler çıkarına nasıl dizayn edileceği sorusudur. Devrimci örgüt bir yana, her öznenin nasıl ve nerede konumlanacağı stratejinin meselesidir. Hangi örgütlülüğün neden ve nasıl yapılacağı belirlendiği noktada ise hiçbir devrimci emek boşa gitmez ve havada kalmaz. Biz rotamızı belirleyelim, alacak çok yolumuz, yolcumuz var!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.