Demokrasilerde demokratik kitle örgütleri gereklidir ama bunları kendi içlerinde mutlaklaştırmayıp, belli bir esneklik gözetilmelidir. Klasik anlamda burjuva demokrasisinin olmadığı bizim gibi ülkelerde sık sık yaşanan hak gaspları koşullarında, “tam” ve “ideal” ölçütler aramak, durağanlaşmayı ve hiçbir şey yapmamayı beraberinde getirir. Esnek olmak ilkelerde belirsizlik ve tutarsızlık anlamına gelmez. Aksine, hayatın canlı pratiği içinde temel değerlere halel getirmeden atılacak her adım, yeni yeni olumlulukları, deneyimleri ve kazanımları da beraberinde getirecektir
Demokrasi mücadelesinde demokratik kitle örgütlerinin tartışılmaz bir öneme sahip oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Hak ve özgürlükler mücadelesinde birer mevzi ve toplumsal muhalefetin ekonomik-demokratik-mesleki temelde birer örgütlenme yeri olan bu yapılanmalar kuşkusuz her siyasi görüşü yakından ilgilendirmekte ve her çevre kendi kavrayışı doğrultusunda belli hedefler ortaya koyup demokratik kitle örgütleri kurmaktadır. Farklı siyasi bakış açıları çoğu zaman ortak noktalar etrafında bir araya gelemedikleri için (program, yapı, çerçeve, ilke, amaç vb. konularda) ayrı hareket etmekteler ve hitap ettikleri kesimlere gereken güveni tam anlamıyla verememektedirler. Sonuçta özel ve kişisel çıkarların öne çıkması, suiistimal, meşruiyet yitimi, gelişememek, tıkanıklık gibi olumsuzluklar arka arkaya yaşanmakta ve toplumsal muhalefetin değişik kollarını temsil eden bu yapılanmaların bir arada hareket etmelerinin de koşulları ortadan kalkmaktadır.
Demokratik kitle örgütleri, siyasal iktidarlar karşısında eksiklikleri dile getiren, yanlış politikaları eleştiren, temsil ettiği kesimlerin hak ve özgürlüklerini savunan, koruyan, kollayan ve geliştiren, demokrasinin, demokratik-siyasal rejimlerin vazgeçilmez kurumlarıdır. Demokratik kitle örgütleri yasa ile kurulan ve genel olarak oda, sendika, vakıf, dernek vb. adlar altında faaliyet yürüten yapılanmalardır. Bu kuruluşlar, günümüzde genellikle algılandıkları şekliyle, kurucu-yönetici üyelerinin çıkar ve menfaatlerine göre hareket eden, onlara rant kapıları açan ve bir çeşit ağalık düzeni kurdukları kuruluşlar asla değildirler.
Demokratik kitle örgütleri ekonomik-demokratik mücadelenin verildiği kuruluşlardır. Yaşam koşullarının iyileştirilmesi için yeni yeni haklar elde etmek, bunları kalıcılaştırmak, korumak ve çeşitli demokratik kazanımlar için mücadele eden yığın örgütleridir. Kitlevi boyutlarında ise meslek örgütlenmeleridir ve aynı zamanda çeşitli meslekler arasında birlik ve dayanışmayı sağlama özellikleri taşırlar.
Ancak olaya ekonomik bir bakış açısıyla yaklaşıp, bu örgütlerin işlevselliğini sırf ekonomik mücadeleye indirgemek de doğru değildir. Bunlar aynı zamanda demokrasinin, demokratik hak ve özgürlükler için verilen mücadelenin de birer mevzileridirler. Bir başka deyişle, demokrasinin ve örgütlü mücadelenin güvencesidirler.
Şöyle ki, kapitalist toplumlarda devletin biçimlenişi, yani egemen sınıfların diktatöryalarını gerçekleştirme biçimleri iki şekilde olur; burjuva demokrasisi ve faşizm. Burjuva demokrasisinin işlerlikte olduğu emperyalist-kapitalist ülkelerde demokratik hak ve özgürlüklerden (burjuva sınırlar çerçevesinde) yararlanılmaktadır. Örgütlülükler oturmuş ve hak alma mücadelesi önündeki engeller yok denecek kadar azdır. Buna bağlı olarak “hak arama ve alma” bilinci de gelişmiştir. Ancak, bu tip ülkelerde de egemen sınıflar (özellikle tekelci burjuvazinin en elit kesimi) sıkıştıkları dönemlerde baskıcı yönetimlere (faşizm vb.) başvurmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya ve İtalya’da olduğu gibi bütün demokratik hak ve özgürlükler askıya alınmış; ekonomik-demokratik mücadelenin tüm araçları lağvedilmiştir. Bu koşullarda ekonomik bir bakış açısıyla olaya yaklaşırsak; tekrardan yaşam koşullarının iyileştirilmesi mücadelesini verebilmek için, demokratik hak ve özgürlüklerin tanınmasını beklemek gibi bir ikileme ve beklentiye düşmüş oluruz.
Bizim gibi demokrasinin ve hak alma bilincinin gelişmediği ülkelerde kapitalizmin çarpıklığı ve dışa bağımlılık; ekonomik, sosyal ve siyasal yapıyı şekillendirerek çarpık bir demokrasi anlayışını devlet biçimi haline getirmiştir. Klasik anlamda burjuva demokrasisi yoktur. Hak ve özgürlükler sınırlıdır. Yukarıdan aşağıya uygulanmaya çalışılan çarpık demokrasi, klasik burjuva demokrasilerinin çok uzağındadır. Ekonomik, demokratik hak ve özgürlükler son derece cılız ve göstermeliktir. Baskılar devlet eliyle yukarıdan aşağıya kurumlaştırılarak sürekli kılınmıştır. Her dönem gizli ya da açık, tüm sisteme damgasını vurmaktadır. Parlamento işlevsel değildir. Başkanlık dönemine geçildikten sonra bu durum iyice pekişmiştir. Devlet ve devletin kurumlarında şeffaflık yoktur. Demokrasi teraneleri çekilir ancak diğer taraftan militarist güçler, gizli odaklar ve “derin devlet” yapılanmaları parlamento üstü, siyasi süreci belirleme yetkisini kendilerinde bulurlar.
Bu gibi durumlarda hak gaspları ya da benzer saldırılar ekonomik-demokratik mücadelenin ve kazanımların tümüne yöneliktir. Bugün olduğu gibi, bir siyasi partiye çekilen operasyon, toplumun tüm kesimlerinin hak ve özgürlüklerini hedef alabilmektedir. Ekonomik mücadele ile demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi iç içe geçtikleri için birbirlerini bütünler ve geliştirirler. Aynı şekilde, demokratik mücadelenin ufku da sınırlı olmamalıdır. Özgül olanın yanında genel demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak ele alınmalı ve “baskı kurumu” olma, dayanışma içerisinde olma, lokal düzeyde toplumun farklı kesimlerini temsil etme vb. görevleri de yerine getirmelidir.
Demokratik kitle örgütleri farklı sınıf ve tabakalardan meydana gelen, bunun sonucu olarak farklı siyasi eğilimlerden insanların birlikte ve ortak hedefler doğrultusunda hareket ettikleri örgütlenmelerdir. Bu yapılara “demokratik” özelliğini veren olgu, hedeflerinin, üyelerinin ve işleyişinin demokratik niteliğidir. Doğal olarak saflarını da demokrasi güçlerinin yanında tutmalıdırlar. Baskıcı yönetimin temel aldığı zor ve şiddetin; yalan, demagoji ve çarpıtmalara sarılarak mevcut düzeni sürdürmeye ve insanlar için yaşamı çekilmez kılmaya çalıştığı bir ortamda bu saf, anti-faşist, anti-otoriter ve anti-baskıcı saftır. Emperyalizmin doğal zenginlikleri yağmaladığı, ülkeyi askeri bir üs haline getirdiği ve çalışan kesimleri iliklerine kadar sömürdüğü bir ortamda bu saf, anti-emperyalist saftır. Bu temel yaklaşımların yanında, haksızlığın, toplumsal adaletsizliğin olduğu her yerde, bu haksızlıklara karşı mücadele safında yine demokrasi güçleri yanında yerlerini alırlar.
Tarihsel süreç içerisinde üretici güçlerin gelişmesi ve işbölümünün ortaya çıkmasıyla birlikte çalışma alanları da çeşitlenmiş ve genişlemiştir. Bu alanların çeşitliliği, sorunları farklı olan meslek gruplarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. İşçiler, teknik elemanlar, mühendisler, memurlar, öğrenciler, avukatlar, doktorlar vb. biçiminde sıralamayı daha da uzatabileceğimiz bu grupların her birinin değişik özelliklere ve sorunlara sahip oldukları açıktır. Şekillenmeden de anlaşılacağı gibi mesleki örgütler, özellikle ve öncelikle kendi özgül sorunları çerçevesinde yapılanacak ve bu doğrultuda ekonomik-demokratik mücadele vereceklerdir. Ancak bu demek değildir ki mesleki örgütler kendi sorunları içerisinde sıkışıp kalacaklardır. Bu örgütlülükler aynı zamanda genel demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak ülke gerçeklerini açıklama kampanyalarına katılırlar; devlete ve siyasi iktidarlara karşı eleştiriler geliştirip alternatif önerilerini de sunarlar. Bu açıdan halkın bilinçlenmesi ve örgütlenmesinde önemli bir dinamik olma özelliği gösterirler. Kısaca, toplumda ki diğer kesimlerle ortak dayanışma içerisindedirler ve onların da sorunlarına uzak değildirler. Egemen güçler bu tür örgütlülüklerin diğer süreçler hakkında görüş beyan edememesi için çeşitli yasal düzenlemelere gidebilirler. Ancak her şeye rağmen sorun sırf “yasallık” çerçevesinde ele alınamaz. “Yasallık” sınırlarının üzerine “haklılık ve meşruluk” sınırlarının çizilebilmesi olanaklıdır.
Şöyle ki, 1982 Anayasası sendikaların, meslek odalarının ve diğer sivil toplum kuruluşlarının (ki, hemen hepsinin kapısına kilit vurulmuştu) siyasetin dışında tutulmasını emrederken, bir işveren örgütü olan TÜSİAD, kapatılmak bir yana, istediği gibi siyaset yapabiliyordu. Bu durumda, ilerleyen süreçte çalışan kesimlere bu kısıtlamaları ve yasakları, meşru ve haklılık temelinde delik-deşik ederek, hak ve özgürlükler mücadelesini sürdürmek kalıyordu ve öyle de oldu. Örneğin, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi sonrasında başta öğretmenlerin örgütlenmesi olmak üzere birçok demokratik kitle ve meslek örgütlenmeleri böyle kuruldu.
Demokratik kitle örgütleri, kuruldukları alanda en geniş kitleyi kapsamak durumundadırlar. Üyelerinin somut istemleri için mücadele ederek onları kucaklamak ve kitleselleşmek zorundadırlar. Çünkü varlık nedenleri ve işlevsel olabilmeleri buna bağlıdır.
Demokratik kitle örgütleri yasal kuruluşlardır; ancak bu yanları her koşulda mutlaklaştırılmamalı, yasallık sınırlarını zorlanmalı ve meşruiyet ekseni esas alınmalıdır. Öyle dönemler olur ki, “yasallık” sınırları bulanıklaşabilir. Bu noktada “yasallık” sınırı zorlanacaktır, haklılık ve meşruluk temelinde hareket edilecektir. Örneğin, 1982 Askeri Darbe Anayasası ile sivil toplum ve demokratik örgütlenme faaliyetleri büyük oranda sınırlanmıştı. Ama bu durum değiştirilemeyecek anlamına gelmiyordu. Mevcut kanunlar hareket noktası olarak alınarak yasal sınırlar zorlandı ve koşulları değiştirme konusunda büyük başarılar elde edildi. Buna en güzel örnek, yasaklara rağmen kamu çalışanlarının sendikalaşma mücadelesi verilebilir. Mevcut yasalar kamu çalışanlarına örgütlenme ve sendika hakkı vermezken, meşruiyet temelli fiili mücadele ile bu hak elde edildi ve bu gelişmeye uygun olarak devlet, yasal mevzuat değiştirmek zorunda kaldı. Böylece hukukta, “yasa ihtiyaçtan doğar” ilkesi bir kez daha doğrulanmış oldu.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Demokrasilerde demokratik kitle örgütleri gereklidir ama bunları kendi içlerinde mutlaklaştırmayıp, belli bir esneklik gözetilmelidir. Klasik anlamda burjuva demokrasisinin olmadığı bizim gibi ülkelerde sık sık yaşanan hak gaspları koşullarında, “tam” ve “ideal” ölçütler aramak, durağanlaşmayı ve hiçbir şey yapmamayı beraberinde getirir. Esnek olmak ilkelerde belirsizlik ve tutarsızlık anlamına gelmez. Aksine, hayatın canlı pratiği içinde temel değerlere halel getirmeden atılacak her adım, yeni yeni olumlulukları, deneyimleri ve kazanımları da beraberinde getirecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.