bütün imkânları ve kısıtlarıyla “süreç”ten, her alanı kapsayan bir demokrasi beklemek, dünyanın her yerinde benzer süreçler yıllarca sürmüşken burada ilk birkaç ayda bütün hedeflenenlere ulaşmasını beklemek nasıl gerçekçi olabilir. ama asıl önemlisi, her koşulda, her durumda, hep, sadece demokrasi beklemek, farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesiyle yetinmek, işçi sınıfını temsil etme iddiasındaki hareketlerin işi olabilir mi?
son yıllarda sık sık karşımıza çıkan bu ifade biraz kafamı karıştırıyor açıkçası. barışa ses nasıl verebilirim? az buçuk muhalif siyasetle ilgili olduğumdan özellikle şu günlerde benden beklenenin bir barış mitingine katılmak olduğunu tahmin edebiliyorum. ama bu ifadenin yer aldığı bütün afişlerin, sosyal medya paylaşımlarının hedefi muhalif siyasete aşina olanlar değildir diye düşünüyorum. örneğin bir markette haftada altı gün, günde 9 saat çalışan bir genç böyle bir çağrıyı görünce aklına ne gelir?
ona barıştan söz eden oldu mu? televizyonda, haberlerde “terörsüz türkiye’den” söz edildiğini duyuyor, bununla o afişler arasında bir bağ olduğunu biliyor mu? daha önemlisi savaşın farkında mıydı? kariyer falan olmayan bir işte çalışan, gelecekle ilgili hayalleri sınırlı, güvensizliği sınırsız olan ve elinde türk olmaktan başka değerli sayacağı bir kimlik bulunmayan bir genç adam barışın gerekliliğini nasıl ve neden anlayacak, hadi anladı, nasıl ses verecek?
kürt halkının dostu olmanın bunun üzerine düşünmekten ve çaresini bulmaktan başka bir yolu var mı?
aslında cümle … “çaresini bulmuş olmaktan başka yolu var mıydı” şeklinde bitmeli. biraz kötümser bir şey söyleyeceğim. o yol olmadı, bir çözüm süreci başlamışken yapılan barış çağrılarının o sürecin gündelik siyasete yansımaları arasında boğulma riski yüksek. o masada kimler olursa olsun, kimler kendini ifade ederse etsin, süreci belirleyecek olanlar belli. süreci ortaya çıkartan gelişmeler de; yani suriye sahasındaki denklem, abd’nin bölgedeki ihtiyaçları… bunları yok sayarak dönemi anlamak bence mümkün değil, aynı şekilde bütün olup biteni bunun üzerinden okumak, kürt özgürlük hareketinin oluşan çatlaktan, tarihsel aralıktan yararlanma hakkını yok saymak da gerçekçi değil.
bir parantez açmak istiyorum. bir toplumsal kesimin (kadınlar, emekçiler vb.) ihtiyaçlarını tespit edebilmek ve dillendirmek onun temsilcisi olmak için yeterli değil, aynı zamanda (örneğin kürt hareketi gibi) o toplumsal kesimin önemli bir kısmını ikna etmek, harekete geçirebilmek gerekiyor. böyle yapılar olmadan, “masada” çeşitli kesimlerin yer alması fikri gerçekçi ve doğru değil.
bu sürecin devlet tarafındaki öznesinin neden geçen süreçte sırasını savmış olan erdoğan olmadığını, neden devletin belli bir kanadını açık biçimde temsil eden devlet bahçeli olduğunu anlamak da zor olmamalı. zaman zaman, devlet’e (hem bahçeli hem saraylı) güvenilmeyeceği yönünde uyarılar yapıldığını görüyorum. böyle bir denklemde “güvenilir” muhatap arayışı, makaleler ve sohbetler dışında kendine yer bulabilir mi?
ayrıca herhangi bir politik hareketin gücü ve anlamı, metinlerinde değil, topluma yaptığı etkide yani ne kadar fazla insanı, neleri yapmaya ikna ettiği ve tabii onlarla neleri değiştirebildiğinde. kaldı ki, herhangi bir muhalif hareketin ürettiği metinler sadece marksist-leninist teoriye ne kadar uyduğu açısından değerlendirilemez. örneğin, küba’da batista diktatörlüğünü yıkan 26 temmuz hareketi’nin yola çıkarkenki referansları marksizm leninizm değildi ama geçen yüzyılın en önemli sosyalist devrimlerinden birini inşa ettiler. hatırlatmaya bile gerek yok; bütün muhalifler marksist leninist olmak zorunda değil, tarih boyunca marksizmi leninizmi referans alarak kaleme alınmış bütün metinler haklı çıkmadı. dünyanın en karmaşık bölgelerinden birinde denklemin parçası olmayı becerebilmiş bir hareketi polemiklerle mahkum edebileceğine inanmak, sözün, fikrin bu kadar belirleyici olacağına inanmak maddeci düşünceye dahil olabilir mi?
benim fikrim önemli olduğundan değil ama kürt özgürlük hareketinin birçok metnini ben de en hafif deyimle şaşırtıcı, sık sık anlaşılmaz buluyorum. (örneğin “hakikat arayışı” bana mistik, biraz dervişçe ve toplumsal dönüşüme işaret etmeyen bir kavram gibi görünüyor.) ama bir hareketin yeni bir yol çizmeye ve kendi kavramlarını inşa etmeye hakkının olduğuna inanıyorum. ve bu kavramlar sistematiğini kullanarak, sadece rojava’da değil, türkiye’de de sebep oldukları devasa değişimi görmekten kaçınmak zor, bence. bu sistematiği marksizm-leninizme teyellemenin neden gerekli olduğunu anlamak da zor.
bütün imkânları ve kısıtlarıyla “süreç”ten, her alanı kapsayan bir demokrasi beklemek, dünyanın her yerinde benzer süreçler yıllarca sürmüşken burada ilk birkaç ayda bütün hedeflenenlere ulaşmasını beklemek nasıl gerçekçi olabilir. ama asıl önemlisi, her koşulda, her durumda, hep, sadece demokrasi beklemek, farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesiyle yetinmek, işçi sınıfını temsil etme iddiasındaki hareketlerin işi olabilir mi?
lafı biraz uzatmış olabilirim, kusura bakmayın. herkes kendi işine bakabilir demek istedim aslında ama sanırım önce herkes kendi işinin ne olduğunu belirlemeli.
Kaynak: Yeni Yaşam
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.