Olayları yansıtan fotoğraflar dehşet saçıyordu. Menderes’in uluslararası işbirlikçileri bile o kadarını beklememişti. Hasan İzzettin Dinamo ile birlikte 51 kişi daha Harbiye’nin dar, karanlık, nemli hücrelerine kapatılırlar. Tutuklananlar arasında Kemal Tahir, Aziz Nesin, Nihat Sargın, Müeyyet Boratav ve kardeşi Can Boratav, Hadi Malkoç, Tornacı Emin, İsmet Selimoğlu, Asım Bezirci de vardı
Bu yıl ‘6-7 Eylül 1955’ linç ve yağma hareketinin 70. yıldönümü. O gün İstanbul’un ilçe ve mahallerinden, Rum ve Ermenilerin yaşadığı veya dükkanlarının olduğu semtlere akın ederek işyeri camlarına taş yağdıran, yağma yapan, bu toprakların öz insanlarının linç edilmesine karışanların o gün için bunu neden ve niçin yaptıklarına dair çokça kafa patlatıldı, tartışma yürütüldü. Ne var ki devlet nezdinde bir hesaplaşma yaşanmadığı sürece içimiz kanamaya, utancımız yaş almaya devam etti ve daha da edecek gibi görünmektedir.
Aslında 6-7 Eylül saldırganlığının aslı astarı ta o zamanda aylar, hatta günler içinde net olarak anlaşılır hale gelmişti. Ancak o günkü iletişimin bugüne oranla sınırlı olan olanaklarıyla, sisli perdeyi kaldırıp bunu geniş yığınlara ulaştırmak gerçekten zordu. Bu ülkede vatandaş sayılanları ötekileştirerek malından, canından, yerinden yurdundan eden söz konusu büyük kumpasın suçu, önceden beri adı bilinen solcu aydınlar, yazarlar yanında örgütçü emekçilere yıkılmaya çalışıldı. Gözaltına alınan yazar ve şairlerden biri de Hasan İzzetin Dinamo olmuştu. Hasan İzzetin Dinamo[i] gözaltına alınışını ve tutuklulukta yaşadıklarını bu olaylardan 15 yıl sonra yayımlanan bir kitapçıkta toplayarak gelecek kuşaklara önemli bir belge bıraktı. O gün yaşananlara bu kez de Hasan İzzetin Dinamo’nun “6-7 Eylül Kasırgası”[ii] adlı kitapçığının ışığında bakmış olalım…
1955 Eylül ayının sekizinci günü. Hasan İzzettin Dinamo, çeviri bir kitap üzerine çalışmaktadır. Gece yarısı evinin önüne gelen iki sivil polis, kimliklerini belirtmeden önce dışarıdan “Hasan Bey, biziz. Senin yakın arkadaşların. Senden bir iki tavuk almaya geldik” diye seslenerek kapıyı açtırırlar ve içeri girdikten sonra da “Hasan Bey, biz birinci şubeden geliyoruz. Müdür beyin çok selamı var. Size bir şey soracak, beş dakika zamanınızı alır” deyip onunla birlikte Halkalı’dan kalkıp Sirkeci’ye giden banliyö trenine akşamın karanlığında binmiş olurlar. Evde ise yazarın küçük kızı ile kaygılı gözlerle kocasını uğurlayan eşi Şerife Dinamo kalmıştır.
Anlatıyor Hasan İzzettin Dinamo:
6-7 Eylül gecesi, Yunanistan’la papaz Makaryos’a sözüm ona kıyak bir gözdağı vermek üzere yumruk kafalı iki Türk lideri on binlerce partili militana İstanbul’un Hıristiyan bölgelerini yaktırıp yıktırmış, şimdi de anlaşılan arslanın ağzına atacak suçlu arıyorlardı. Bu oyun hem bizim, hem de onlar için küçümsenmez tehlikeler saklıyordu. Bu yüzden yumuşak davranışlı polislerin yanı sıra trende sarsılarak giderken ağır önsezilerin etkisi altında başım kurşun gibi ağırlaşmıştı. Tatlı sesli komiser, Hasan bey, dedi, tamamıyla suçsuz olduğunuzu biliyoruz. Biz de emir kuluyuz: İnşallah durum bizim bildiğimiz gibidir. Çabucak yuvanıza dönersiniz. Sirkeci garından trenden inip de Polis Müdürlüğüne doğru yürüdüğümüzde ağzım şaşkınlıktan bir karış açık kaldı. İstasyonun karşısına rastlayan bütün yapılar, bir hava bombardımanına uğramış gibiydi. Yerler, tuzbuz olmuş cam kırıkları, eşya parçalarıyla örtülüydü. Boş yapıların karanlık pencereleri, kocaman gül gözleri gibi bize dönmüş bir korkuyla bakıyordu. Benim büyük şaşkınlığımı gören polisler: Bu daha bir şey değil. Hasan Bey, sen asıl Beyoğlu’nu görmelisin dediler. O zaman ne korkunç bir suçlama altında bırakılmak istendiğimizi anladım. Böylece bir saat sonra eve dönmek umuduna veda ettim. (sf.8-9)
Evet, Hasan İzzettin Dinamo Sirkeci’de etrafa göz attığında durumun vahametini anlamıştı. Daha önce birkaç kez çekildiği Sansaryan Han’ın çatıdaki tavan arasına çıkartıldığında uzun daracık koridorda aralarında tanıdıkların da olduğu başkalarının da bulunduğunu hemen fark etti. İpliği pazara çıkan, çürüyen ülkemizdeki siyasal iktidarların günümüzde de alışageldik provokatif tutum ve kumpaslarından biri kurulmuştu.
Menderes-Bayar iktidarının Kıbrıs’ta yaşanan olayları bahane ederek yaptıkları provokasyon başarıyla hayata geçirilmişti. İstanbul’un ilçelerinde Demokrat Partililer arasında yayılan Rumların Yunanistan’da Atatürk’ün evini yaktığı haberi üzerine harekete geçerek Rumların, Ermenilerin işyerlerini yağmalayıp evlerini taşladılar. “Her semtin partilileri grup grup Beyoğlu’na Samatya’ya, Yedikule’ye, Heybeli’ye, Büyükada’ya gitmiş, daha gündüzden hazırlanan planları uygulamağa başlamışlardı. Evlerde Rum kızlarına nasıl tecavüz ettiklerini, bir papazı nasıl sünnet ettiklerini bağıra bağıra mahallede anlatanlar hep o partililer değilmiş gibi şimdi işin bir suç olduğu anlaşılınca onları bir yana bırakıp birkaç sosyalist işçinin evinde buldukları eski pabuçlarını delil göstermeye çalışıyorlar. (sf.43)
Olayları yansıtan fotoğraflar dehşet saçıyordu. Menderes’in uluslararası işbirlikçileri bile o kadarını beklememişti. Hasan İzzettin Dinamo ile birlikte 51 kişi daha Harbiye’nin dar, karanlık, nemli hücrelerine kapatılırlar. Tutuklananlar arasında Kemal Tahir, Aziz Nesin, Nihat Sargın, Müeyyet Boratav ve kardeşi Can Boratav, Hadi Malkoç, Tornacı Emin, İsmet Selimoğlu, Asım Bezirci de vardı. Gözaltına alınma listesini ise önceden beri çalıştırdıkları iftiracı-muhbir vatandaşların yardımıyla hazırlanmıştı.
Yalnız Aziz Nesin listeye o süreçte yazılarında kullandığı “Mehmet Nusret” adıyla kaydedilmişti. Polisler kalabalık arasında “Mehmet Nusret” adını ünlediklerinde diğer tutuklular ortaya çıkan kişinin Aziz Nesin olduğunu o anda anladı. İstanbul dışında yaşadığı halde yağmaya katılanlar listesine tanınmış bir sosyalistin adı da eklenmişti. Öyle ya kibarlık abidesi(!) güvenlik teşkilatı koskoca yağma ve eşliğinde gerçekleştirilen linç hareketini, ülkesini sevmekten, savunmaktan başka bir derdi olmayan 51 solcuya fatura edecekti.
Zamanın DP iktidarı öylesine şaşkındı ki; zindana atılacaklar listesine bir yıl önce ölmüş solcu bir emekçiyi eklemiş olarak hakkında tutuklama kararı çıkartmışlardı. Tanıyanları polislere tutuklayacakları kişi için ancak mezarlık adresi verebilmişti. Tamam, bugünün siyasal kumpaslarında daha ilginç olanına -mesela tutukladıkları kişi yoksa evdeki bir yakınını gözaltına alma gibi- o zamandan rastlayabiliyoruz ki bu da kumpasçıların hukuku çiğneme konusundaki kat ettikleri yolla ilgili olsa gerek.
Menderes’le Bayar, tutukluların evlerinde mutlaka bir şeyler bulunması için çok şiddetli buyruk vermişti. Aydın tutukluların evlerinde Moskova’dan gelmiş sabotaj buyrukları, işçi arkadaşların evlerinde de yağmalanmış mal arıyorlardı. (…) DP’nin yakın destekçisi yayın organı Son Havadis’in gazetecilerden biri olan Vala Nurettin, Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz’a içeridekilerini ne yapacaklarını sorduğunda şu yanıtı almıştı: İstanbul’u yıktıran o heriflerdir. Hepsine müstahak oldukları cezayı verdireceğim. On, on beşini sallandıracağım, geri kalanını da yirmişer, otuzar yılla zindanda çürüteceğim. (sf.34)
Menderes iktidarının dehşetengiz olduğu kadar pervasız yönetimi göz önüne alındığında kendisini idama götüren taşları nasıl döşediği konusunda her halde şaşkınlık geçiren pek olmaz diye düşünmek gerek ki bu olay elbet onun idam nedeni olmadı. Bu durum sadece iktidarını elde tutmak için gözünü ne kadar kararttığının bir göstergesidir. Ki 6-7 Eylül provokasyonunun yönünün toplu bir idama doğru götürüldüğü yönündedir.
Gözaltına alınanlar şimdiki Harbiye Orduevi’nin atık su borularının geçtiği en alt bodrumunda soğuk, karanlık ve pislik içinde çok kötü günler geçiriyordu. Üstelik zindana atılanlar gözaltına alınma gerekçelerine ilişkin dışarıda neler olduğunu, neler döndüğünü bilmeden, hastalanıp ölmeyi ya da ipe çekilmeyi bekler haldeydiler. Hasan İzzetin Dinamo dahil çoğunun ailesi perişan halde aşsız, ekmeksiz kalmıştı. Çoğu yokluk-yoksulluk kokan o evler basılıp içeride yağmalanan eşyalardan parçalar aranmıştı. Hatta dükkanını kapatan bir ayakkabı esnafının işyerinden evine koyduğu birkaç çift ayakkabı, aleyhine delil olarak gösteriliyordu da.
Aylar geçmiş, dışarıda 6-7 Eylül operasyonlarının bir provokasyonun arkasından gelen bir kumpas olduğuna dair eleştiriler, söylentiler dış basında çoğalmıştı. Zindan her geçen gün içeride tutulanların ruh ve beden sağlığını bozmaya devam etmekteydi.
Biz böyle ayaklanmış duygular, düşünceler içinde bocalayıp dururken bir gün ansızın hücrelerimizin kapılarını açıp hepimizi hiç olmazsa mahpushanenin büyük koğuşu içinde serbest bıraktılar. Bizi sorguya çekememişler, düşündüklerince erken, aslanın ağzına atamamışlardı. Bu da büyük bir şeydi. Hemen bütün tutuklular birbirimizi tanıyorduk. İlk raundu kazanmamızın şerefine kucaklaşıp öpüştük. Sonra grup grup toplanarak başımıza gelen işin türünü ayırt etmeğe çalıştık. Bunun tehlike payı üzerinde durduk. Bizi tanınmaz hale getiren sakallarımızı tıraş edip daha iyimser yüzler takınmaya çalıştık. (sf.34)
İçeride tutuklular, dışarıda aileleri çok kötü ve zor günler geçirdiler. Aslında büyük kumpas çoktan çökmüştü. Buna rağmen iddiayla gözaltına alınanları sorgusuz sualsiz ve hep beraber bırakacakları yerde ifadelerini alıp üçer beşer akşam karanlığında salıvermeye başladılar.
Hukuksuzluk çekilen acılarla beraber tarihin orta yerinde öylesine durmaya devam ediyor.
[i] Hasan İzzetin Dinamo, Şair, yazar ve çevirmen. 1909 Trabzon Akçaabat’ta doğdu.1989’da İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.
[ii] 6-7 Eylül Kasırgası, May Yayınları İstanbul 1971
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.