12 Eylül 1980 askeri darbesi, sanatın toplumsal rolünü kökten değiştirerek kolektif bilinçten bireyselliğe geçişi tetiklemiş ve ülkenin kültürel haritasını yeniden çizmiştir.12 Eylül ile birlikte sansür, denetim ve ideolojik baskılar sanatçıları ve eserleri kuşatmıştır. Bu durum, sanatın toplumsal eleştiri ve dönüşüm işlevini zayıflatarak bireysel ve tüketime yönelik bir karaktere bürünmesine neden olmuştur
Türkiye’nin yakın tarihinin önemli dönemeçlerinden biri olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi; siyasi, sosyal ve ekonomik alanlardaki etkilerinin yanı sıra kültürel ve sanatsal hayatta da derin izler bırakmıştır. Bu dönem; sanatın toplumsal rolünü kökten değiştirerek kolektif bir bilinçten bireyselliğe geçişi tetiklemiş, ülkenin kültürel ve sanatsal haritasını yeniden çizmiştir.
12 Eylül öncesi Türkiye, kültürel ve sanatsal açıdan hareketli bir dönem yaşarken darbenin ardından bu alanlarda belirgin bir durağanlık ve kısıtlama süreci yaşanmıştır. Kültür ve sanatın özgür ifade alanları olarak görülen tiyatro, edebiyat, müzik, sinema gibi disiplinler, sansür ve denetim mekanizmalarıyla karşı karşıya gelmiş ve yeni bir normatif yapılanmaya doğru evrilmiştir. Darbenin ardından ortaya çıkan sanatın sansürlenmesi, sanatçıların özgürlüklerinin kısıtlanması gibi unsurlar, Türkiye’deki sanat pratiği ve toplumsal bellek üzerinde travmatik bir etkiye neden olmuştur.
12 Eylül faşist cuntası; devleti, mülkiyeti, aileyi, dini, tüm toplumsal ve kültürel yaşamı yeniden şekillendirmek üzere harekete geçmiştir. Millî güvenlik esaslı yeni bir devlet oluşturmanın ilk adımları atılmış ve ülkede toplumsal ve siyasal her şey bu güvenlikçi bakış açısına göre belirlenmiştir. Askeri darbe ve devlet şiddeti, bu dönemde tek uygulanabilir çözüm olarak görülmüştür.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda derin etkiler yaratmakla kalmamış aynı zamanda ülkenin kültürel ve sanatsal dokusunu da büyük ölçüde dönüştürmüştür. Bu dönemde, 24 Ocak Kararlarının işçiler ve ücretliler üzerindeki uygulamalarının ancak askeri yönetim sayesinde sürdürülebileceği gerçeği, darbenin ekonomik altyapısının ne denli belirleyici olduğunu göstermektedir. Burjuva demokrasisinde hâkim olan grupların aktif desteği ve gönüllü hoşgörüsü ile gerçekleştirilen 12 Eylül askeri darbesi, Türkiye’nin sosyal hayatına bir darbedir.
Halkın elinden demokratik hak ve özgürlüklerini alabilmek, işçi sınıfını ezmek ve kapitalist militarist bir dikta kurabilmek için bir avuç kararlı, gözü pek ve demokrasi düşmanı asker sınıfının varlığı yeterli görülmüştür. Türkiye, 1980’lerin vahşi benmerkezci liberal düzenine dünyayla birlikte adım atarken, 12 Eylül bu geçişi silah zoruyla gerçekleştirmiştir.
Devlet, bu süreçte doğrudan doğruya emperyalist tekellerin emrine hizmet eder hale gelmiş ve geniş halk kitlelerini politik hayattan tamamen tecrit ederek düşünce açıklama, örgütlenme ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi demokratik haklardan yoksun bırakmıştır. İşçi örgütleri en aşırı gaddarlıkla dağıtılıp parçalanmış, bütün sosyal sınıfların, kültürel ve ekonomik yapıları saldırıya uğrayarak değiştirilmiştir.
12 Eylül askeri darbesi, siyasi iktidarı ele geçirmenin ötesinde, Türk toplumunun temel değerlerini ve kimliğini yeniden şekillendirmeyi amaçlayan kapsamlı bir kültürel dönüşüm projesi olarak da değerlendirilebilir. Darbe yönetimi, 24 Ocak kararlarıyla başlattığı liberal ekonomik politikaların yanı sıra eğitim sisteminden sanata kadar toplumun her alanına müdahale ederek yeni bir sosyal ve kültürel düzen inşa etmeye çalışmıştır. Bunlardan bazıları: Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’ün kurulmasıyla üniversiteler üzerindeki kontrol güçlendirilmiş, dini eğitimin öne çıkarılmasıyla laik eğitim sistemine darbe vurulmuştur. Bu durum, sadece eğitim değil aynı zamanda düşünce ve ifade özgürlüğünü de sınırlandırarak toplumsal muhalefeti bastırmayı hedeflemiştir. 12 Eylül’ün kültürel imha operasyonu, sanat alanını da derinden etkilemiştir. Sanat, toplumsal değişimin bir aynası olarak darbenin yarattığı baskıcı atmosfer ve ideolojik dayatmalar karşısında sessizliğe mahkûm edilmiştir. Sanatçılar da daha önceki dönemlerde olduğu gibi özgürce ifade edebilme imkanından yoksun bırakılmışlardır.
1980 sonrası Türkiye’de yaşanan siyasal, ekonomik ve sosyo-kültürel dönüşümler, sanatın üretimini ve tüketimini derinden etkilemiştir. Türk İslam sentezi adı altında yürütülen kültürel politika medya aracılığıyla ABD kaynaklı bir kültürün pompalanmasıyla birleştirilmiştir. Bu çelişkili durum, sanatın içine düştüğü kimlik bunalımını derinleştirmiştir. Plastik sanatlardan sinema, müzik ve edebiyata kadar tüm sanat dallarında, yerli ve yabancı kültürlerin karışımıyla ortaya çıkan yeni bir estetik anlayış hâkim olmuştur. Ancak bu dönüşümün toplumsal bir karşılığı olmaması sanatın giderek daha da elit bir alana dönüşmesine neden olmuştur. Darbe yönetiminin uyguladığı politikalar, sanatın toplumsal rolünü zayıflatmış, sanatçıların ifade özgürlüğünü sınırlandırmış ve kültürel çeşitliliğini azaltmıştır. 12 Eylül’ün yarattığı kültürel travma, günümüzde bile Türkiye’nin sanat ve kültür hayatını etkilemeye devam etmektedir.
12 Eylül darbe yönetimi, sadece siyasi muhalefeti değil aynı zamanda özgür düşünceyi ve ifadeyi de hedef alarak toplumun her kesimini baskı altına almıştır. Bu durum, şairlerin de yaratıcılıklarını kısıtlayan ve ifade özgürlüklerini sınırlayan bir ortamın oluşmasına yol açmıştır. Darbe rejimi, şairlerin kullandığı dil ve kavramlara kadar müdahale ederek, “devrim”, “ulus”, “özgürlük” gibi kelimeleri yasaklamıştır. Bu baskıcı ortamda şairler, düşüncelerini doğrudan ifade edebilmek yerine, imgelere sığınmak zorunda kalmışlardır. İmge; şairlerin faşizme karşı bir direnç aracı haline gelmiş, düşüncelerini dolaylı yoldan ifade etmelerine olanak sağlamıştır.
12 Eylül öncesi dönemde, Türk şiiri daha çok toplumsal sorunlara ve mücadelelere odaklanan bir yapı taşımaktaydı. Şairler, toplumun sesi olarak görülür ve toplumsal değişim için mücadele ederlerdi. Ancak darbe sonrası dönemde bu durum değişmiş ve şair figürü daha çok bireysel kaygılarla ilgilenen bir hal almıştır. Toplumsal sorumluluk duygusu yerini bireyselliğe bırakmış, şairler daha içe dönük ve kişisel deneyimlerini merkeze alan şiirler yazmaya başlamışlardır. 12 Eylül’ün etkisiyle, Türk şiirinde toplumsal gerçekçilik akımı zayıflamış ve yerini imgeci bir anlayışa bırakmıştır. Darbe öncesi toplumsal gerçekçiliği savunan bazı şairler dahi değişen koşullar karşısında imgeci bir dil kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk şiirinin genel karakterini değiştirmiş ve uzun yıllar sürecek olan önemli bir kırılma noktasının sürdürülebilirliği olarak da ifade edilebilir.
Şiirle sınırlı kalmayan bu baskı, edebiyatın tüm kalemlerini etkilemiştir. 12 Eylül’ün yarattığı korku ve güvensizlik ortamı; sanatçıların üretkenliğini azaltmış, özgün eserler ortaya koymalarını engellemiştir. Toplumun yaşadığı derin yaralar ve kayıplar, sanatçılar tarafından da yoğun bir şekilde hissedilir olmuştur. Kitapların toplatılması, sergilerin kapatılması, filmlerin yasaklanması ve sanatçıların gözaltına alınması gibi uygulamalar, sanatın özgürce ifade edilmesini imkânsız hale getirmiştir. Sinema ve tiyatro gibi görsel sanatlar da darbenin hedefi olmuştur. Toplumsal duyarlılık taşıyan filmler ve tiyatro oyunları yasaklanırken pornografik içerikli yapımcılara alan açılmıştır. Bu durum, toplumun büyük bir kesimini sinema ve tiyatrodan uzaklaştırmış ve kültürel tüketimi sığlaştırmıştır. Yılmaz Güney gibi önemli yönetmenlerin filmleri sansüre uğramış, Kemal Tahir’in romanından uyarlanan bir dizi ise sembolik bir eylemle yakılarak yasaklanmıştır.
12 Eylül döneminde sanatın tüm alanlarında uygulanan ağır bir sansürden dolayı eleştirel ve toplumsal duyarlılık taşıyan eserlere yer verilmemiştir. Bu durum, sanatçılar üzerinde otosansür mekanizmalarının oluşmasına neden olmuş ve toplumun doğal bir parçası haline gelmiştir. Darbenin baskıcı atmosferi, edebiyat, resim, heykel, sinema, tiyatro ve müzik gibi tüm sanat dallarında eser veren sanatçıların yaratıcı ifade özgürlüğünü kısıtlamış ve çeşitli baskılara maruz bırakmıştır.
Edebiyatta yaşanan dönüşüm: Darbe öncesinde toplumsal sorunları ve mücadeleleri merkeze alan solcu bir edebiyat varken 12 Eylül sonrası dönemde bireysel sorunlara ve içe dönük bir anlatıma yönelinmiştir. Edebiyat, siyasetten ve toplumsal meselelerden uzaklaştırılarak daha çok bireyin kişisel deneyimlerine odaklanmış edebiyatın ideolojik ve toplumsal damarının zayıflamasına neden olmuştur.
Görsel sanatlardaki baskı: Resim ve heykel gibi görsel sanatlar da darbenin hedefi olmuştur. Birçok sanatçının eseri sergilenmekten yasaklanmış, sanatçılar gözaltına alınmış ve yargılanmıştır. Bu baskılar, sanatçıların üretkenliğini azaltmış ve özgürce ifade etmelerini engellemiştir.
Müzikteki değişim: Müzik alanında da benzer bir süreç yaşanmıştır. Özgün ve solcu müzik yapan sanatçılar hedef alınmış, albümleri toplatılmış ve bazıları tutuklanmıştır. Darbe yönetimi, gençleri politik düşüncelerden uzaklaştırmak amacıyla hafif ve pop müzik türlerini desteklemiş, müziğin toplumsal ve ideolojik yönünü zayıflatmıştır.
Genel değerlendirme: Darbe sonrası dönemde, sanat daha çok bireysel kaygılara ve piyasa koşullarına göre şekillenmiştir. Toplumsal duyarlılık taşıyan eserler yerine tüketime yönelik ve ideolojik olarak “boş içerikli” eserler ön plana çıkmıştır. 12 Eylül’ün bu olumsuz etkileri, Türk sanatının uzun yıllar boyunca iyileşemeyen yaralar almasına neden olmuştur.
12 Eylül askeri darbesi, Türkiye’de sadece siyasi bir kırılma değil, aynı zamanda kültürel bir yıkım süreci başlatmıştır. Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, TRT, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve YÖK gibi kurumlar, darbenin ideolojisini yaymak ve toplumun düşünce yapısını şekillendirmek için aktif olarak kullanılmıştır. Bu kurumlar, dinin toplumsal hayata egemen kılınması, gericiliğin yaygınlaştırılması ve eleştirel düşüncenin bastırılması gibi hedeflere yönelik politikalar uygulamışlardır. 12 Eylül’ün kültürel imha operasyonu, sadece o dönemde değil, günümüzde de Türkiye’nin kültürel ve sosyal yapısını derinden etkilemeye devam etmektedir.
Darbe sonrasında toplumda bireyselliğin ön plana çıkması, kolektif değerlerin zayıflaması ve tüketim kültürünün hâkim olması gibi gelişmeler yaşanmıştır. 12 Eylül’ün uyguladığı liberal ekonomi modelinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Liberalizm, bireysel çıkarları toplumsal çıkarların önüne koyarak toplumsal dayanışmayı zayıflatmıştır. 12 Eylül darbesi, Türkiye’de yaşanan birçok sorunun temel nedenlerinden biri olarak gösterilebilir. Darbenin yarattığı kültürel ve sosyal tahribat, günümüzde hala aşılamayan derin yaralar bırakmaktadır.
Sonuç olarak; 12 Eylül askeri darbesi, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve kültürel yapısını kökten sarsan, uzun süreli etkileri olan bir süreç olmuştur. Darbe yönetimi, toplumun her kesimini baskı altına alarak düşünce özgürlüğünü kısıtlamış, siyasi muhalefeti sindirmeye çalışmış ve kültürel bir imha süreci başlatmıştır. Eğitim sisteminden sanata, siyasetten ekonomiye kadar toplumun tüm alanlarında derin izler bırakan askeri darbe, Türkiye’yi uzun yıllar gericilik, otoriterlik ve bireyselcilik ekseninde şekillenen bir yönetim anlayışına mahkûm etmiştir. 12 Eylül’ün yarattığı kültürel ve sosyal tahribat, günümüz Türkiye’sinin birçok sorununu anlamak için önemli anahtar niteliğindedir. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, sanatın toplumsal rolünü kökten değiştirerek kolektif bilinçten bireyselliğe geçişi tetiklemiş ve ülkenin kültürel haritasını yeniden çizmiştir.12 Eylül ile birlikte sansür, denetim ve ideolojik baskılar sanatçıları ve eserleri kuşatmıştır. Bu durum, sanatın toplumsal eleştiri ve dönüşüm işlevini zayıflatarak bireysel ve tüketime yönelik bir karaktere bürünmesine neden olmuştur.
12 Eylül’ün kültürel etkileri, uzun vadede toplumun hafızasında derin izler bırakmıştır. Sanatın toplumsal rolü zayıflatılırken bireyselcilik ve tüketim kültürü ön plana çıkmıştır. Darbenin yarattığı baskıcı ortam, sanatçıların özgürce ifade etmelerini engellemiş, sanatın toplumsal işlevini zayıflatmış ve kültürel çeşitliliği azaltmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.