2001’den bu yana ABD’nin imparatorluk projesinin, Ortadoğu’yu ateşe verdikten, İsrail’de dinci soykırımcı, faşist bir rejimin önünü açtıktan sonra iflas etti. İmparatorluk projesinin “demokrasi götürme” iddiaları çöktü. Bu madalyonun öbür yüzünde, içeride süreç olarak faşizmin başını kaldırması, MAGA ile kitleselleşmesi, “Project 2025” ile kadrolaşması, Trump ile devlete ulaşması var
ABD yönetimi, yeni savunma stratejisi raporunu, (QDR2001), 11 Eylül 2001 “olayının” tozu yatışmadan açıklamıştı. Bu aslında, bir imparatorluk projesiydi. O zaman, imparatorluk projelerinin iflas edeceğini, liberal demokrasiyi öldüreceğini vurgulamıştık. O günlerden bugüne, özellikle Trump’ın 2. döneminde yaşananlar korkularımızın haklı olduğunu gösterdi.
QDR-2001 ABD’nin 11 Eylül saldırılarından az önce şekillenmiş bir güvenlik vizyonunu tanımlıyordu. Bu rapor, ABD’nin çıkarlarının küresel nitelik taşıdığını belirtiyor, belirsizlikleri, sürprizleri merkeze alan yeni bir paradigma sunuyordu. QDR-2001 için ABD hegemonyası kalıcı ve “benzersiz” bir gerçeklikti: Kara, deniz, hava ve uzay dahil tüm alanlar ABD’ye açık olacaktı. Bu çerçevede ABD, kapalı ya da kısıtlı alanlara erişim sağlama, gerektiğinde rejim değişikliği, her bölgede hazır kuvvet bulundurma, gelişmiş gözetim ve “önleyici saldırı” kapasitesini güçlendirmeyi hedefliyordu.
Yeni caydırıcılık prensibi, mevcut bir düşman yerine gelecekteki olası tehditlere karşı hazırlanmayı, özellikle ABD’ye rakip olacak yeni bir hegemonya adayının yükselmesini önlemeyi amaçlıyordu. Bu da kalıcı bir militarizmi, teknolojik silahlanma programını beraberinde getiriyordu. Henüz gelişim aşamasında olan nano teknoloji, kuantum bilgisayarlar gibi unsurlar bile uzun vadeli güvenlik stratejisinin parçası olarak görülüyordu. Ayrıca Batı Avrupa ve Kuzey Asya ile sınırlı kalan mevcut konuşlanmanın yetersiz olduğu, farklı coğrafyalarda yeni üslerin gerektiği ifade ediliyordu.
QDR-2001, ABD’nin ulusal çıkarlarını dünya ölçeğinde tanımlayarak, hiçbir coğrafyanın erişime kapalı olamayacağını ileri sürerken, diğer devletlerin ulusal egemenliklerini de ikinci planda görüyordu. Bu, rıza almaya dayanan bir hegemonya projesinin aksine, şiddete ve tehdide dayalı bir imparatorluk projesiydi. Bu projede kalıcı ittifaklar (örneğin Avrupa) artık geçerli değildi, geçici duruma göre değişen birliktelikler söz konusuydu. 11 Eylül’ün ardından ortaya çıkan bu yaklaşım, ABD’yi sadece bir ulus devlet değil, küresel güvenliğin ana aktörü olarak konumlandıran bir stratejiyi benimsiyordu. Birçok analist uyarıyordu: Bu strateji diğer ülkeleri, ABD karşısında, bloklaşmaya itecek.
Geçen hafta, savunma bakanına sunulan yeni Ulusal Savunma Stratejisi taslağı, yurtiçi ve bölgesel güvenlik görevlerini, Çin ve Rusya gibi rakiplere karşı durma görevlerinin önüne koyuyor. ABD yönetimi, QDR-2001’in, “ABD’ye rakip yeni bir gücün yükselmesini önleme” amacından vazgeçerek iç güvenliğe öncelik vermeye yöneliyor.
Pentagon da askeri gücü ulusal ve bölgesel krizlerde yoğunlaşmaya yöneltiyor. Ulusal muhafızların Amerikan şehirlerinde güvenliği sağlamak üzere konuşlandırılması, güney sınırında militarize bölgeler kurulması ve Karayipler’de uyuşturucu trafiğine karşı operasyonlar, savunmanın odağının tipik dış cephelerden içe ve “yakın çevreye” kaydığını gösteriyor.
QDR-2001’in küresel imparatorluk projesi ve “her yere erişim” yaklaşımı ile bugünkü “önce vatan güvenliği, sonra dış tehditler” politikası arasında belirgin bir fark daha var. Yeni politika, müttefiklerin kendi güvenliklerini üstlenmelerini, ABD’nin ise askeri yüklerini azaltmasını öngörüyor. Bu da ABD’nin geleneksel liderliğinin sorgulanmasına ve Çin’in diplomatik ve askeri anlamda çekici bir merkez konumuna yükselmesine yol açıyor.
Sonuç olarak 2001’den bu yana ABD’nin imparatorluk projesinin, Ortadoğu’yu ateşe verdikten, İsrail’de dinci soykırımcı, faşist bir rejimin önünü açtıktan sonra iflas etti. İmparatorluk projesinin “demokrasi götürme” iddiaları çöktü. Bu madalyonun öbür yüzünde, içeride süreç olarak faşizmin başını kaldırması, MAGA ile kitleselleşmesi, “Project 2025” ile kadrolaşması, Trump ile devlete ulaşması var. Şimdi iç güvenliğin öne çıkması, göçmenlik kurumunun (ICE) maskeli personelinin, Gestapo gibi, insanları derdest edip kamplara doldurması, Trump’ın anayasaya aykırı kararnameler çıkartmaya devam ermesi, yalnızca imparatorluk fantezisinin öldüğünü değil, aynı zamanda, biraz da bu ölüme bağlı olarak liberal demokrasinin de öldüğünü gösteriyor: Artık faşizmin zamanlarındayız.
Kaynak: Cumhuriyet
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.